Kasım
sayımız çıktı

Roket var, otomat var alkış alan bahşişi kapar

ŞENLİK VE TEKNOLOJİ

Osmanlı şenliklerinin minyatürlü ve yazılı betimleri, bize Osmanlı evreninin mekanik ilmi açısından oldukça renkli ve gelişmiş bir görünüme sahip olduğunu düşündürecek veriler sunuyor. Bu teknolojik üretkenlik, savaşta ve günlük hayatta şölenlerde olduğu kadar sık görülmemiş. Hayret, alkış ve bahşişin teknolojiyi saman alevi gibi de olsa parlattığı anlar…

Sonradan Abbasi hizmetine giren eski bir yol kesici Musa b. Şakir ve oğullarının İslâm dünyasının 9. yüzyıldaki ilm-i hiyel (hileler ilmi) ön­cüleri olduğu bilinir. Ancak “hile” keli­mesi bugün bildiğimiz manasıyla mad­rabazlığa, vurgunculuğa ve mızıkçılığa değil; bir sorunu çözmek için kolay yol­dan çözüm bulmaya işaret ediyordu o dönemde. Artuklu sarayının başmühen­disi İsmail Rezzaz el-Cezerî, bu ilmin Türk tarihinde bilinen ilk örneği Kitâb fî Marifeti’l-hiyel’i 1205’te yazıp resimle­miş; bugünkü robotların atası olan, işret meclislerinde içki sunan ve hayatı ko­laylaştıran otomatların teknik çizimleri­ni yayımlamıştı! Osmanlılar bu öncü­lerin kitaplarını saray kütüphanelerin­de muhafaza ettiler. Gelgelelim teşvik ettikleri atılımlar, eğlence âlemlerinde sınırlı kalmış gibi görünür.

Osmanlı gökbilimci Takiyyüddin er-Râsıd’ın meşhur gözlemevi, 1580’de Şeyhülislam Kadızâde Ahmed’in fetva­sıyla ülkeyi felakete sürükleyeceği öne sürülerek yıktırılmıştı. 17. yüzyılda Ev­liya Çelebi’den adını duyduğumuz He­zarfen Ahmed Çelebi, bizzat geliştirdiği kanatlarıyla Galata’dan Üsküdar’a kadar kuş gibi süzülüverdi. Padişah 4. Murad onu önce bir kese altınla ödüllendirdi, sonra da “bu adam pek korkulasıdır” de­yip müebbeten Cezayir’e sürgün etti.

Gene Evliya’nın ahbabı Lagârî Ha­san Çelebi, 4. Murad’ın kızının doğum şenliğinde kendi icadı olan yedi kollu bir fişekle Sarayburnu önlerinden göğe yükselmiş, suya başarılı bir iniş yaptık­tan sonra Padişah’a İsa Nebi’nin selam­larını iletmişti. Bu muzip sivrizeka, 1 ke­se altını ve 70 akçe gelirli sipahilik mev­kiini kaptı. Onun akıbeti Hezarfen’den iyi görülüyorsa, bunu olağanüstü ku­ralların geçerli olduğu şenlik ortamına borçlu olsa gerek. Yine de mucidin her nedense hayatını Kırım’da tamamladı­ğı yazılıyor ve başka çalışmalarından iz bulunmuyor.

Korkunç otomat – 1582 Murad’ın, oğlu Mehmed için tertip ettirdiği 1582 sünnet şenliklerinde ses çıkarıp hareket ettiği kaydedilen bir otomat-heykel. Öylesine korkunç bulunmuş olmalı ki üzeri karalanmış (İntizami Surnamesi, res. Nakkaş Osman, TSMK H. 1344).

Benzer şekilde 3. Ahmed’in oğulla­rının sünneti şerefine Okmeydanı ve Haliç’te düzenlenen 1720 şenliklerinde, Emekli Tersane Mimarı İbrahim Efen­di timsah görünümlü korkunç denizal­tısıyla sahneye çıkıyor. Şair Vehbî ve Mehmed Hazîn surname eserlerinde Mimar İbrahim’den ve icadından söze­diyor; ancak şenlik otomatlarına dikkat kesilen usta nakkaş Levnî, işi bu kez aceleye getirerek denizaltıya değinme­den şenliği sona erdiren geçit alaylarına odaklanıyor.

Vehbî’nin yazdığına göre timsah, Haliç’in dibinden baş gösterip ortaya çıktı ve yüzerek aheste aheste padişah ve sadrazamın bulunduğu sahile ulaştı. Yarım saat yüzüp dolaştıktan ve seyir­cilerin gözlerini hayretten fal taşına çe­virdikten sonra denize daldı ve herkese “balık battı” dedirtip güm oldu! Ancak bu kadar sanat göstermek halkın hayreti için yeter görülmedi. Mimar İbrahim’in güvenilmez oyunları güçbeğenir Sadra­zam tarafından seyre şayan bulunmadı. Sadrazam başını çevirdi ve iltifat bakış­larını “cıva gibi oynak kalçalı” rakkas­lara döndürmeyi yeğledi. Nihayet 1 saat sonra timsah su altından yeniden çıktı, padişahın önünde ağzını açarak hüne­rini sergiledi; kıyıya varınca içinden 5 neşeli adam fırlayıp baş ve omuzların­da tabla tabla pilav ve zerdeleri teşhir etti. Mimar aletin etra­fını sıkıca kalafatlamış; yüzeye çıkmak ve dibe dalmak için bu­curgatlara bağlı caraskal aletle­ri üretmiş; suyun altında nefes alabilmek adına beş-on kamış kullanmıştı. Hikayenin sonunda mimar ve adamları maharetleri dolayısıyla sadrazam tarafından ödüllendiriliyor ve cin gibi bir adam daha bahşişini kapıp tari­hin karanlığına karışıyor. Des­teklendiği kadar kendisinden korkulan hiyel ilmi, mevzubahis eğlence olduğunda rengarenk şekillere bürünüyor ve sürekli bir belirip bir kayboluyor!

Mekanik koçlar – 1720 1720 şenliğinde Acem görünüşlü kuklalar ve toslaşan mekanik koçlar. Şair Vehbî’ye göre “irikıyım iki düzme adam, bayram kuklası kılığında, ince kuzu derisinden çehrelerle hileci devler suretinde oyunlar oynadı, sandalların üzerinde şenlenerek geçtiler, etrafa fişekler saçtılar ve sadrazamdan bahşişler aldılar”. Bunlardan başka ağzından fişekler çıkaran ve hareket eden 7 başlı bir ejder; hoplayan, zıplayan, raks eden insansı otomatlar; yürüyen mekanik devekuşları çekti nakkaşın dikkatini… Belki de en önemlisi, Levnî’nin siparişini yetiştirmek için çizmeyi atladığı, bu minyatürün de sahnesini teşkil eden Haliç’in kıyısındaki bir timsahdenizaltı gösterisiydi (Vehbî Surnâmesi, res. Levnî, TSMK A. 3593).