20.yüzyıl başlarında Rus İmparatorluğu’nun sofra geleneği, son Çar Nikolay Aleksandroviç ve Çariçe Aleksandra Fyodorovna ile sürdürülüyordu. O dönemde saray yemekleri yüzünü Fransız mutfağına dönmüşse de, sevilen geleneksel Rus yemekleri de unutulmamıştı. “A la Russe” servisle “zakuski, baranki, greçka, dragomirov, pelmeni, vareniki” ve sofra âdetleri.
Tarih 13 Şubat 1903. Kış Sarayı’nda büyük balonun ikinci gecesi. Çar Nikolay Aleksandroviç’in eniştesi Grandük Alexander Mikailoviç “imparatorluğun son muhteşem balosu idi” diye anlatıyor: “Sarayın geniş camlarının ötesinde yeni ve düşman bir Rusya yükselirken, biz içeride dans ediyorduk… O sırada işçiler grevdeydi ve Uzakdoğu’da tehlikeli kara bulutlar tepemize inmekteydi…” Bu şiirsel anlatım 1903 balosuna pek uygun düşmüş doğrusu.
O gece, tamamı son defa biraraya gelen Romanov hanedanının fotoğrafına bakınca, memlekete neden ağır geldiklerini anlamak mümkün. Hepsi 17. yüzyıl stilinde giysiler giymişler. Sergey Solomko’nun balonun temasına uyarak ve tarihçilere danışarak tasarladığı mücevherlerle süslenmiş çok pahalı kumaş ve kürklerle dikilmiş, yükte de pahada da ağır giysiler bunlar. Bazıları bugünün ederiyle 10 milyon Euro değerinde imiş. Herkes çok özenmiş belli. Hiçbir masraftan kaçınılmamış. Aile mücevherlerinin en gösterişlileri ortaya çıkarılmış. Bolşevik Devrimi’nin hanedanı alaşağı etmesine daha 14 yıl var ama, sanki herkes bunun son balo olacağını anlamış gibi…
Giysilerin hepsi, antik parçaların kopyası olarak tasarlanmış. Bazı orijinal parçalar ise Kremlin’den bu balo için getirilmiş. Çar Nikolay, 1645’teki atası Alexei Mikailoviç’in elbisesinin replikasını giymiş. Karısı Çariçe Aleksandra Fyodorovna ise Mariya Miloslavskaya’nın elbisesinin aynısını taşıyor. Tiyatronun kostümcüsü, gerçeğin tam bir kopyası olacak şekilde iki yardımcısı ile çok uzun sürede dikmiş bu elbiseleri. Çarın düğmeleri ve asası Kostantiniyye’de yapılmış; Bizans dağılırken Rusya’ya gelmiş olmalı.
Baloya katılanların fotoğrafları sonradan çekilip bir katalog hazırlanmış. Çariçe, St. Petersburg’un en ünlü fotoğrafçılarını bu iş için görevlendirmiş (Son yıllarda renklendirilmişler. İnternet’te de var). Merak ederseniz bir bakın lütfen ihtişama, güzelliğe, lükse ve dışarıdaki yoksulluğun nasıl umursanmadığına. Çarın dünyanın gelmiş geçmiş en zengin 7. adamı olduğu iddia edilse de ölünce hesaplarda pek bir para çıkmamış. Neden? Anlaşılan epey bir partilemiş arkadaş. Bir de çok fazla sayıda sanat eseri, mücevher, şarap, içki satın almış. Paralar yenmiş işte bir şekilde; ama sofrada değil. Yemekle pek işi yok ama, etkileyici sofra geleneğini de politik bir zorunluluk olarak Büyük Katerina dönemindeki gibi devam ettirmiş.
Çar’ın mutfağı, 19. yüzyılın başlarında 1. Nikolay döneminde oluşturulan yönetmelikleri takip etmiş. Bu rutinlerin ve yemek tariflerinin çoğu 1700’lerde 34 yıl boyunca hüküm süren Büyük Katerina’nın dönemine ve hattâ 1500’lerdeki Moskova Büyük Dükalığı zamanına kadar geriye gidiyor. 19. yüzyılın sonunda, sarayın yemekleri aristokrasinin eğilimini takip ederek yüzünü Fransız mutfağına dönmüşse de, sevilen basit Rus yemekleri de unutulmamış. Nikolay zamanında mutfaklar, Fransa’nın en iyi aşçılık okullarında eğitim almış bir Rus ekibi tarafından desteklenen büyük Fransız şef Pierre Cubat tarafından yönetiliyordu. Mutfaklar, fırın ve şekerleme atölyesi, saraydan birkaç yüz metre uzaklıkta ayrı bir binadaydı. 1902’de mutfakları saraya bağlamak için bir tünel kazılmış ki karda-kışta yemeklerin taşınması daha kolay olsun.
İmparatora hizmet eden garsonlar, subaylar gibi boylu-poslu, yakışıklı gençler arasından seçiliyordu. Beyaz kravat, eldiven, pantolon, uzun çorap ve kaymaz tabanlı ayakkabılar giyerlerdi. Ağır tepsileri uzun mesafe taşıyacak kadar güçlü olmaları beklenirdi. Buna karşın çar ve aile bireylerine hizmet etmek için kıdeme de önem veriliyordu. Örneğin yaşlı ve duayen bir garson, görme yeteneği azalmış ve hafif elleri titrese de servis yapıyor; şarap koyarken dökmesin diye çar adamın kolunu alttan destekliyordu. Garsonlar sofrada konuşulan dedikodulara da hakim oldukları için, bazı konularda Bakanların başgarsona sorup bilgi aldıkları da biliniyor. Bu seçilmiş hizmetkarlar, aile nereye giderse onlarla birlikte hareket hâlinde olurlardı.
Çar ve ailesi sabah uyandıklarında, odalarında sunulan çay, kahve, kakao, tereyağ ve ekmek ile gün başlardı. Arzu eden, buna yumurta ve jambon ekleyebilirdi. İkinci kahvaltı da denen günün ana öğünü, 12.00 ila 13.00 arasında yenen öğle yemeğiydi. Resmî devlet yemekleri öğleye denk getirilirdi. Bu yemeklerin öncesinde Rusçada “zakuski” olarak adlandırılan ordövrler, yemek salonuna bitişik Portre Salonu’nda veya Küçük Kütüphane’de, açık büfe tarzında ya da dolaşan tepsilerle garsonlar tarafından servis edilirdi. Bu minik lezzetli lokmalar bol miktarda votka ile yenilirken, misafirler gözucuyla yan salonda pırıl pırıl gümüşler ve kraliyet porselenleri içine konmuş ana yemekleri görebiliyordu.
Yemek başladıktan sonra, tamı tamına 50 dakika sürerdi. Çar çocukluğundan beri personele işaret vermenin incelikleri üzerine eğitildiği için akışın düzenini sağlayan da o olurdu. Resmî yemekler için masalar Yarım Daire Salon’da ya da arada Çariçe Aleksandra’nın Resmî Kabul Odası’nda kurulurdu. Şayet daha samimi bir sohbet amaçlanıyorsa, 10-11 kişilik yuvarlak masalar kurulur, çar bir masadan ötekine geçerken değişik yemeklerin tadına bakardı. Daha resmî durumlarda U şeklinde uzun bir masa kurulurdu. Çar ve çariçe masanın ucunda koltuklarında otururlar, misafirler de kıdem veya yaşlarına göre yerleştirilirdi.
Böyle bir geç kahvaltının, bugünün deyimi ile “brunch”ın mönüsüne bakalım. Tarih 9 Eylül, 1907. Havuç, turşu ve bezelyeli ve piroşkili çorba, somon balıklı bir mayonez, filet biftek patates ile, tavuk göğsü köfteleri (rissole), şeri ile pişirilmiş armutlar, tatlı sütlaçla doldurulmuş turta ve lingonberry (bir nevi böğürtlen benzeri yabani yemiş). İmparatoriçe İngiltere’de Kraliçe Victoria’nın sarayında yetiştiği için, saat 17.00’de mutlaka kocası ile bir “5 çayı” içmek isterdi. Çayın yanında taze kalaş ekmeği ve tereyağı olurdu. Lent perhizine denk gelen dönemlerde de “baranki” denen tuzlu ekmek halkaları, minik ekmekçikler ve kuruyemişler yenirdi.
Sofrada kullanılan ağır gümüş takımlar Büyük Katerina zamanından kalma idi. O devirde, devletin zenginliği ve ihtişamı yabancı misafirleri etkilesin diye takımlar eyalet valilerine dağıtılmıştı (Oğlu Pavlus, annesi kadar cömert olmak istemediğine karar verip takımları Petersburg’a geri yollatmıştı). Masalar minik dekoratif gümüş parçalar ve vazolarla, yemek sırasında özel amaçları olan çok sayıda küçük gümüş kase ve tepsilerle süslenirdi. Bembeyaz kolalı ve monogram işlenmiş keten masa örtüleri üzerinde Gordeyev veya ünlü Babigon setinden tabaklarla servis yapılırdı. Gerçi bu değerli porselen takımlar nadiren önemli davetlerde kullanılıyordu. Önceki çarların döneminden kalma başka değerli setler de vardı. Servis sırasında kaçınılmaz şekilde çok kırılma olduğu için İmparatorluk Porselen Fabrikası’na yıllık olarak büyük miktarlarda yeni parçalar sipariş edilirdi. Bu parçalarda iktidardaki hükümdarın logosu ve üretim yılı işaretli olurdu. Hasarlı, çatlamış veya kusurlu porselenler hemen kırılıp atılırdı. Masalardaki çiçek düzenlemeleri ise kraliyet seralarından gelirdi. Misafirler de gelirken çiçekler getirebilirlerdi. Getirenin ismi ipek kurdelelerde yazılı olurdu.
Her bir misafire, sofrada ona ayrılan yerine kadar bir hizmetkar eşlik ederdi. Çar yerine oturmadan kimse oturmaz, ayakta beklenirdi. Saray müzisyenleri yemek sırasında bitişik odalarda sevilen parçaları çalardı. Servis “à la Russe” denen stilde yapılırdı. Yemekler sıra ile ayrı ayrı porsiyonlanmış olarak tabakta misafirin önüne servis edilirdi. Çatal ve bıçak tabağa bırakılıp eller indirilince, tabak hemen hizmetkar tarafından kaldırılırdı. Bu, bütün yemeklerin ortaya konulduğu Avrupa sofralarının servis stilinden farklı idi. İlk defa bu sofraya oturan yabancı misafirler; tabaktakinin hepsini yesinler mi, yarım mı bıraksınlar, arkadan ne gelecek bilemedikleri için şaşırırlardı.
Çar yemek konusunda hiç seçici değildi. Önüne ne konursa yiyecek şekilde ve basit yemeklerle yetiştirilmişti. Havyar, tuzlu balık türü yiyecekleri sevmezmiş mesela. İstridye sevdiği söyleniyor; ama yemek mönülerinde ya da alışveriş kayıtlarında bunun pek bahsi geçmiyor. Çarın illa pahalı ve değişik mönüler olsun, illa et yensin diye bir isteği de yoktu. Fırınlanmış patates, irice bir mantı olan “pelmeni” veya “vareniki”ye bayılırmış. Bir de greçka (karabuğday), mantar ve krema ile yapılan bir tür lapa olan “dragomirov” lapasını severmiş. Izgara tavuk veya balık gibi hafif ve geleneksel lezzetleri de beğendiği söyleniyor.
Çariçe Aleksandra ise neredeyse vejetaryendi. Et ve balık yemez ancak dinî perhiz zamanları dışında yumurta, peynir ve tereyağ yerdi. Özellikle kahvaltıda tereyağ ve taze taze fırından yeni çıkmış “kalaş”ı çok severmiş. Perhiz dönemlerinde bunları da yiyemediği için kısıtlı bir diyeti varmış. Yatında iken şefe haşlanmış patatese ıspanak doldurttuğu ya da günü 2 haşlanmış yumurta ile geçirdiği kaydedilmiş. Dinî inançtan ziyade fiziğini ve sağlığını korumak için et yemediği söyleniyor ama, evlenip Ortodoksluğa geçince laf gelmesin diye bütün dinî oruçları da sıkı sıkıya takip ediyormuş.
Çarın resmî davet sofrasında genellikle ilk yemek, içinde etli mantılar olan kremalı, doyurucu bir çorba olurdu. Sonra balıklı bir ara sıcak ardından zengin soslu bir tavuk yemeğini takiben dana, koyun ya da domuz eti servis edilirdi. Ana yemekte av hayvanı sunulacaksa, bunların yerini sülün, çulluk veya yaban keçisi alırdı. Son olarak önce sıcak veya soğuk tatlılar, kompostolar, çilekli jöleler veya dondurmalar olur, arkasından taze meyve ile yemek bitirilirdi.
Yemeklere çeşitli şaraplar eşlik ederdi. Çar, mantılı çorbası ile “Madeira” veya “Port” gibi tatlı şarap tercih ederdi. İngiltere’deki bir tedarikçisi, Portekiz’den şarap temin edip yollardı. Almanya’da da bir tüccardan beyaz ve kırmızı şarap alışverişi yapılırdı; sonrasında Çar “Livadia Port” şarabını beğenince ithalata son verip bunu içmeye başladılar. Çariçe de Lacryma Christi (İsa’nın gözyaşları) isimli tatlı şarabı seviyordu. Her ikisi de Kırım’da Massandra isimli bir şaraphanede üretiliyordu. Çarın mahzeni çok iyi oluşturulmuş bir mahzendi ve arada nadir bir rekolte sunulacaksa saray ahalisi heyecanla bekleyişe geçerdi. Değişik şarapları denese de, şampanya markasını hiç değiştirmedi; Fransız şampanyası “Monopole” favorisi idi. Akşam yemeğinden sonra çikolatalar, farklı tür ve şekillerde yumuşak kekler ve şekerlemelerin sunulduğu Portre Salonu’nda kahve servis edilirdi. Ayrı masalarda ayrıca çeşitli likörler ve brendi bulunurdu.
Çar salondan ayrılır ayrılmaz, yemek resmen sona ererdi. Masa hızlıca temizlenir ve artan yiyecekler hemen mutfağa indirilirdi. Çok yemek artardı. Geriye kalanlar mutfak personeli tarafından satılır ve parası onlara kalırdı. Yüksek aristokrasinin de aralarında bulunduğu müşteri kalabalığı davetlerden artan yiyeceklerin satılmasını beklerlerdi.
Çar karısından “Sevgili Alix” diye bahsediyor günlüğünde. Çariçe de “Sevgili Nicky” diyor eşinden bahsederken. Bir yanı ile Rusya’nın ve dünyanın en fırtınalı zamanlarında bir ülkeyi yönetmesi beklenmiş; beceriksiz ve deneyimsiz, stratejik bir zekası olmayan, bir imparator var karşımızda: Köpekleriyle, çocukları ile oynamayı, doğa yürüyüşlerini seven; basit şeylerden zevk alan, mesela havyar değil de kumpir yediğinde mutlu olan; oğlunun çaresiz hastalığına kahrolan…
Diğer yandan çevresindekilerin “dolduruş”una gelen; yüzbinlerce insanın yaşamını etkileyen yanlış kararlar veren; hatalı politik manevraları, yenildiği savaşları, bugün ak dediğine yarın kara diyen kararları ile ülkesini çökertip, insanlarının yaşamlarını yok eden; liyakatsiz insanları devletin tepesine çıkartan bir hükümdar. Yine de “başına gelenleri haketmiş” diyemiyor insan; ama “zavallı adam” da diyemiyor. Bilemedim sevgili Nicky!