Kasım
sayımız çıktı

Şehitlik üstüne mahalle cami üstüne birahane

Tarihî kentlerin gelişim safhalarının topog­rafik, demografik ve onomastik (isimlerin kökeni) açıdan değişimleri, ağaç göv­delerindeki yaş halkalarının sayılması kadar kolay tespit edilemez. Bilhassa İstanbul gibi dünyanın en eski ve güç­lü devletlerinden ikisine baş­kent olmuş bir şehrin üst üste binmiş katmanları üzerinde halen yaşayan dev bir metro­polün olması, bu tespiti daha da zorlaştırmaktadır.

Bu yönde yapılan çalışma­lar takdire şayandır ve derin emek mahsulü. Biz de bunlar­dan yararlanarak ve Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz bel­gelere dayanarak, özelde As­malı Mescit’ten Kamhi Apart­manı’na evrilen bir sürecin çevresindeki, genelde Galata semtindeki değişime dikkati çekmek istedik. Çıkardığımız sonuçlar, günümüzdeki ara­zi rantiyeciliğinin, tarihsel ve kentsel koruma bilinci düzey­sizliğinin geçmişteki yansıma­larını gözler önüne seriyor.

Galata, İstanbul’un karşı­sında Haliç’in ağzında ilk ku­rulduğu zamanlardan itibaren kozmopolit yapısıyla dünya­nın cazibe merkezi olma özel­liğini hiç kaybetmemiş. Ro­ma İmparatoru I. Constan­tin (323-337) ilkçağdan beri İstanbul’luların “Pera=Karşı” dedikleri bölgede bulunan bir miktar evin çevresine ilk suru yaptırdığında, yüzyıllar için­de önemini giderek arttıracak bir bölgeyi belirlemişti aslında. Zamanla “Galata” ismini alan bu mevki, Cenovalı tüccarların özerk hareket ettikleri bir böl­ge haline gelecekti.

Bizanslılar, Cenovalıların faaliyetlerinin kendi aleyhle­rine geliştiğini görünce, bu­radaki surları yıkarak imti­yazlarını kaldırmaya yönelik girişimlerde bulundular. Ne var ki Bizans’ın iç kargaşasın­dan yararlanan Cenovalılar, 14. yüzyılda surları eskisin­den daha mükemmel yaptık­ları gibi derin hendeklerle de tahkim ettiler. Surların en yüksek noktasına da günü­müzde “Galata Kulesi” olarak yaşamaya devam eden burcu inşa ederek, Bizans’a meydan okumayı sürdürdüler. Bu ku­leden sonrası bağlık, bahçelik, ormanlık arazi halinde kaldı.

Kostantiniyye’nin 1453’de fethinde Cenovalıların Bizans devrindeki imtiyazları ortadan kaldırıldı ama Galata’daki koz­mopolit yapı devam etti. Bir kısım sur duvarı Fatih’in em­riyle yıktırıldı. Cenova koloni­sinin Rumlarla birlikte yaşadı­ğı kale içinin yanı sıra Kasım­paşa ve Tophane taraflarına yoğun Türk yerleşimi başladı. Haliç’te, Kasımpaşa’ya doğru geniş bir alanda tersane, kala­fat yerleri oluşturuldu. Levent taifesi, Azap askerleri buralar­da iskân edildi.

İkinci Bayezid devrinde Galata suru dışındaki alanla­ra Gül Baba Türbesi, Galata Sarayı, Kulekapı Mevleviha­nesi ve bir dizi çeşme, hamam, cami, mescit inşa edilerek mahalle ve çarşıların teşki­latlanmasına gidildi. Frenkle­rin ve birçok sefaret mensubu ecnebinin bu bölgede ikameti, Hıristiyan ve Müslümanların kültür etkileşimlerinde bulun­masını kaçınılmaz kıldı. Bil­hassa Galata Mevlevihanesi’n­deki ayinleri izlemeğe meraklı ecnebi kitlesi oluştu. Kethü­dazade Arif Efendi gibi ulema mensupları da org dinlemeye kiliselere giderlerdi.

Kamhi apartmanı Goad Planlarındaki Asmalı Mescid Sokağı. İşaretli alanda Kamhi Apartmanı öncesi vaziyet görülmektedir.

Fatih Sultan Mehmet, fetih sırasında şehit olanların gö­müldükleri Azapkapısı’ndan Kasımpaşa’ya yayılan sahayı mezarlık olarak ilan etti. As­malı Mescit bu mezarlığın üst sınırındaydı. Suriçi İstanbul­lular, ölülerini kayıkla karşı­daki Meyyit İskelesi’ne geçirip buradaki Meyyit Camii’nde namazını kıldıktan sonra bu mezarlığa defnederlerdi.

Kaptan-ı Derya Cafer Paşa 1516’da mezarlıktaki bazı ka­birleri imha edip Tersane’ye ilave binalar inşa ettirmeye kalktığında, 1453 fethini ya­şamış bazı pir-i fani gaziler şehit yoldaşlarına yapılan mu­ameleden dolayı Yavuz’a bed­dua etmişlerdi. Tespit edilen bu ilk tahribatın ardından sü­rekli genişleyen ve seyyahla­rın anlatımına giren, ressam­ların çizimlerine konu olan bu büyük mezarlık, İstanbul’dan bakıldığında ulu servi ağaç­larıyla Galata ve Kasımpaşa arasına pitoresk bir üslup ka­tıyordu. Evliya Çelebi de ai­lesinin bu mezarlıkta gömülü olduğunu belirtir. Üstelik bazı kabirlerde Kûfî yazısı görül­düğünü ve bunların Arapların Bizans’ı kuşatmalarında şehit olan sahabe kabirleri olduğu­nu iddia eder.

Kamhi Apartmanı, restorasyon öncesi görünümü, 2005.

Osmanlı döneminin en renkli ilk tasvirlerini aktaran Evliya’ya göre “Galata kavmi­nin birincisi gemiciler, ikinci­si tüccarlar, üçüncüsü sanat­kârlar, dördüncüsü kalafat­çı marangozlardır”. Bu kadar denizcisi bol yerin meyhanesi de çok olur. Rumlar meyha­neci, Ermeniler pastırma­cıdır. Galata Kalesi için­de âlemin gördüğü en çirkef işler icra edildiği gibi, dünyanın her yerinden gelen içki ve şarapların da en âlâsı buralardaki meyhanelerde sa­tılır. Yüzlerce müşterinin aynı anda yiyip içtiği meyhaneleri vardır. Latîfî’ye göre “Bu şehr-i dilârâ ve dilâviz safa-bahş-ı sa­fa-engizdir ki ayşı müdâm ve işreti ale’d-devâm ve bezm-i mey andan gayrı yerde harâm­dır” (Bu güzel şehrin içki sof­rası ve alemleri sürekli devam eder. İçki meclisi buradan gayri yerde haramdır).

Kamhi Apartmanı, restorasyondan sonraki görünümü, 2015.

Galata’nın yeme-içme-eğ­lence kültürü o kadar renklidir ki civar olan Kasımpaşa, Top­hane sakinleri başta olmak üzere İstanbul’un her köşesin­den Türkler de buralarda gö­rülür. İstanbul’da son Osmanlı asrının namlı kabadayılarının bu semtlerden çıkması tesadüf olmasa gerek. Fuhşiyatın da gayet yaygın bir mekânı olan bu bölge bazı İstanbullular için kesinlikle yasaklanmıştır. Bilhassa son yüzyılda yatılı as­keri mektepler ile Darüşşafaka gibi bazı okulların öğrencileri hafta tatillerinde Beyoğlu’na, Galata’ya geçmemek üzere tehdit edilirlerdi. Aksi takdir­de okuldan atılmaya kadar va­ran cezalar alabilirlerdi.

Osmanlı ile diplomatik ilişkilerini geliştirmeye baş­layan ülkeler, 16. yüzyıldan itibaren kendilerine tahsis edilen Galata suru dışında­ki geniş alanlarda sefaretha­nelerini kurdular. Öncelikle kendi ülke tüccarlarının haklarını korumayı düşünür­lerdi. Ayinlerindeki serbestî­ye ek olarak domuz ve şarap alımında da belirli kotaları vardı. Giderek diplomatik do­kunulmazlığa dâhil ettikleri yeniçeri yasakçıları, tercü­manları, hizmetkârları ile Ga­lata/Pera bölgesinde koloni halinde yaşamaya başladılar.

Bu bölgedeki yerli Rum Ortodoks, Ermeni Gregoryen cemaatlere ilave Katolik ve Protestan kiliseleri de bunlar­la birlikte görülmeye başlandı. Osmanlıya “zimmet akdi” yani “himaye sözleşmesi” ile tebaa olan yerli gayrimüslimler ciz­yelerini öder ancak askere alın­mazlardı. İstanbul’da Katolik veya Protestan ülke vatandaşı tüccar ve sanatkârların ahid­name ve kapitülasyonlar saye­sinde sefaretlerin himayesinde ticaret ve sanata yönelmeleri, Osmanlı tebaası gayrimüslim­ler ile rekabetlerini arttırdı.

Bu gelişmeler başlangıçta yerli Hıristiyanları ürküttüy­se de zamanla ideal birliğinde buluştular. İttifakları meyve vermeye başladıkça bilhas­sa Ermenilerden Katolik ve Protestanlığa geçişler çoğal­dı. Osmanlıların duraklama ve gerileme dönemlerinde bu zümrelerin kazanımları daha da arttı.

Gülhane Hatt-ı Hümayu­nu (Tanzimat), Baltalimanı Sözleşmeleri ve Islahat Fer­manı sonrası nüfus ve refah düzeylerinin artışına paralel olarak taş binalarla doldur­dukları Galata/Pera bölgesin­de Müslüman mahallelerine de yayılmaya başladılar. Ön­celikle mahalle aralarındaki küçük hazire adacıkları veya yangın, deprem gibi felaketle­re maruz kalmış cami, mescit arsalarına el atarak burala­rı meskenlere dönüştürdüler. Bu sıralarda İstanbul yakası ahşap, eski ve harabe binala­rıyla, büyük yangınların ar­dından ortaya çıkan yangın alanlarıyla hayata tutunma savaşı veriyordu. Pera’daki Türk mahalleleri de bundan farklı durumda değildi.

1857’de Altıncı Belediye Dairesi adıyla Beyoğlu ve Ga­lata semtlerini kapsayan bele­diye kuruldu. Nizamnamesin­de açıkça yazıldığı üzere “çok sayıda akarat ve mutena bina­lar bu bölgede bulunduğun­dan” kuruluş önceliği buraya verildi. Belediye meclisinin neredeyse tamamı Osmanlıla­rın en zengin azınlıklarından ve ecnebi tebaalılarından olu­şuyordu. Bunlar sefaretlerin ve gayrimüslimlerin kendi bölge­lerinde rahat yaşamalarına yö­nelik kararlar aldılar. Öncelikle sağlık sebepleriyle gayrimüs­lim mezarlıklarını Şişli civarı­na naklettiler. Müslüman me­zarları yerinde kaldı. İstanbul ahşap binalarla dolu olduğundan bir yangı­na maruz kalırsa binlerce ev yanıyor ve yangın yerlerinde yapılan düzenleme ile yollar genişletilebiliyordu. Galata Surları içi ise daracık yollar­dan ibaret olup binaları da taş olduğundan İstanbul gibi ya­nıp kül olmuyor ve ardından da yolları genişletilemiyordu. Burada ancak yıkım yapılabi­lirdi. Surların yıkılması ile bu işe başlandı. Galata surlarını yıktılar, etrafındaki hendekleri doldurdular.

ASMALI MESCİT KROKİSİNDEKİ NUMARALARIN OKUNUŞU
1 Meşruta haneler.
2 Mahvedilen mescidin bânîsi Yunus Ağa kabri.
3 Asmalı Mescit Camii.
4 İnşa olunmakta bulunan apartman.
5 Çeşmenin hazinesi.
6 Hedm edilip zabt edilen çeşme mahalli.
7 Bir hane.
8 Zabt edilen setli kabir.
9 Zabt ve mahvedilip apartmana ilhak edilen setli kabristan mahalli.
10 Zabt edilen çeşmenin şerefiyesi.
Ali Sami Bey’in jurnali (solda) ve ekindeki kroki (üstte).

Görünürde sur diplerin­de ve hendeklerde uygunsuz ve gayriahlâkî eylemlerin en­gellenmesi hedeflenmişti. Ne var ki sur duvarından başka korunağı olmayan Kasımpa­şa ve Tophane istikametindeki büyük Müslüman mezarlıkla­rı açık hedef ve çoluk çocu­ğun oyun sahası haline geldi. Gayrimüslim mezarlıkları gibi bakımlı olmayan ve duvarlar­la korunmayan Türk mezar­lıklarında, zamanla içlerine arabaların dahi girdiği yollar açılmaya başlandı. Buralarda­ki mezar taşları ve mezarlar zamanla eksildi.

Tahribat kısa sürede büyü­dü ve ortaya çıkan boş alan­lar satıldı veya belediye na­mına dükkân, pazar yeri inşa edilerek kiraya verildi. Galata Surları dışında Kasımpaşa ve Tophane taraflarında fetihten beri oluşmuş devasa mezarlık­lar bu sıralarda arazi rantiye­lerinin göz diktikleri alanlar haline geldi. Evkaf (Vakıflar), Defter-i Hakani (Tapu-Ka­dastro) ve belediye memurla­rından bazılarının suistimalle­ri ile birçok vakıf alanı ve me­zarlık bir şekilde elden çıktı.

Galata-Beyoğlu tünel in­şaatı da Tepebaşı’ndaki bir kısım mezarlığın tahribine se­bep oldu. Kimi zaman Evkaf Nezareti mezarlıklardaki ku­rumuş servileri sandıkçı esna­fına satılmak üzere kestirdi. Altıncı Belediye Dairesi binası olarak yapılan şimdiki Beyoğ­lu Belediye binası bile mezar­lık bölgesinde yapıldı. Önün­deki geniş yol mezarlıktan açıldı. Altıncı Daire karşısın­daki mezarlığın yola giden kıs­mından dolayı Evkaf Nezareti ödeme yapılmasını istediğinde Şehremaneti tarafından “me­zarlıktan koparılan parça ile mezarlıkları arsa olarak de­ğerlendirmesi halinde fiyatla­rı daha da artacağından geliri de artacaktır. Şehrin şiddetle muhtaç olduğu ümran ve te­rakkiyi sekteye uğratacak en­gellemelerden vazgeçilmesi” yollu nasihat verilmişti.

İşte böyle bir ortamda 19. yüzyılın ikinci yarısında gayri­müslim nüfus giderek artma­ya başlayınca Asmalı Mescit, Bedreddin, Şahkulu gibi Türk mahallesi sakinleri gayrimüs­limlerden emniyetlerinin kal­madığını, rahatlarının bozul­duğunu, birçok Türk ailenin mahallelerini terk ettiğini, gay­rimüslim yayılması önlene­mezse kendilerinin de bura­ları terk edeceklerini arzuhal ve toplu dilekçelerle Sadarete bildirdiler. II. Abdülhamid so­mut olarak durumun nezake­tini fark ederek cami, mescit, türbe, mezarlık gibi İslâmi yapı ve alanlara bitişik Müslüman emlakinin gayrimüslimlere sa­tılamayacağına dair karar aldı. O zamana kadar bizzat Evkaf Nezareti’nin “mukataaya rabt ederek” veya müzayedeye çı­kararak sattığı gayrimenkuller gayrimüslimlerde kaldı.

Eski adı Kabristan Soka­ğı şimdiki Meşrutiyet Caddesi olan geniş caddenin Haliç isti­kametindeki Pera Palas Oteli, sonradan ABD Sefareti bina­sı olan Corpi ve Tubini evleri de buralardaki ilk binalardır. Tepebaşı Bahçesi ile bu taraf tamamen halledildi. Daha aşa­ğıdaki bölgelerde adacıklar ha­linde kalan mezarlıklar da za­manla ortadan kayboldu.

İsim tabelalarında dönüşüm 1908 tarihli Kamhi ve 1905 tarihli Donizetti apartmanları dönüşüm tarihini belirlemektedir. ‘Appartament Donizetti’ isminden düşen harflerden arta kalan ‘Artame Onizetti’ dükkana isim olabilmektedir.

Eski ABD Sefareti ile Pera Palas Oteli’nin tam karşısın­daki Asmalı Mescit Sokağı ba­şında da bir hazire mevcuttu. Bunun arkasında Hacı Beşir Ağa’nın hayratı bir çeşme ile bu mahalleye adını veren As­ma Mescidi veya Asmalı Mes­cit bulunuyordu. II. Bayezid devrinde Kalafatçıbaşı Yunus Ağa adında bir hayırseverin vakfettiği bu mescit, aynı za­manda çevresindeki mahal­leye de ad oldu (Zaten İstan­bul’daki mahalleler genellikle bir cami veya mescide açılan, çoğu çıkmaz sokaklara dizil­miş evlerden ibarettir ve orta­sındaki caminin adıyla anılır).

Asmalı Mescit Sokağı’nın Cadde-i Kebir’i keserek Kum­baracı Yokuşu’na bağlandı­ğı noktaya “Dörtyol” denilir­di. Tophane’den Tepebaşı’na anayol burasıydı ve çok işlek bir trafiği vardı. Belediye em­lak vergisi kayıtlarına bakıldı­ğında vergi değeri en yüksek binalar sağlı sollu dizilmişler­di. Kozmopolit yapısı sayesin­de farklı ülkelerden çok sayıda sakini mevcuttu. Mekteb-i Sul­tani’den Tünel’e inen cadde­nin sağ tarafına Asmalı Mescit Mahallesi adı verilmiştir. İşte bu mevkide bulunan tek cami burasıydı. Kabristan, Mezarlık, Minare adı verilen sokaklar ile çevrili olması tarihsel konumu hakkında bir fikir verir.

Bu cami 1837’de ilginç bir olaya da sahne olmuştur. Vak­fiyesi gereği imamlık hizme­ti Kalafatçıbaşı Yunus Ağa’nın torunlarından Mehmed Esad ile Mehmed Tayyib isimli iki kardeş arasında bölüştürül­müştür. Küçük Mehmed Tay­yib on beş sene önce görevini terk ederek Mısır’a yerleşir. Di­ğer imam Mehmed Esad Efen­di ise alkolik, cemaate küfre­den bir adamdır. Ahali bunun terbiyesi için şikâyette bulun­muşsa da yapılan uyarılara ku­lak asmadığı gibi küfürleri ya­nına cemaate karşı şiddet uy­gulamaya başlar. Bu durumda halk bu adamı azleder ve Mev­levi Mehmed Dede’ye imamlık görevi verilmesini ister.

Cami 1860’lardan önce yanmış olmalıdır. Bu tarih­te cami arsasına bir duvar çekilmesi düşünülmüş ama türbe mahalli ve cami arsası­nın Saatçi Matran tarafından hileli senetle ele geçirdiği gö­rülmüştür. Evkaf’ın bu yer­leri geri alması ve duvarın ta­mamlanması istenmiştir.

1870’deki büyük yangın ardından topografyası ve bi­na mimarisi tamamen deği­şen Beyoğlu’nun sakinleri de büyük ölçüde gayrimüslim­lerden oluşmaya başladı. As­malı Mescit’in Türk sakinleri mahalleyi tamamen terk etti ve sahipsiz kalan cami-çeş­me-mezarlık alanında 1906 yılında bir hafriyat çalışma­sı görüldü. Bu inşaatı şikayet için Abdülhamid’e gönderilen bir jurnal sayesinde, bu tarihi mekânın nasıl rantiye-bürok­rat elbirliği ile ortadan kaldı­rılıp yerine apartman dikildi­ğini öğrenebiliyoruz.

Kroki: Münih Fehim Evin önünde, yeşil parmaklıkla çevrili bir mezar taşı, mezar taşının üzerinde “Haza kabri Mehmet Dede, sene 99” yazıyordu. “Asmalımesçit 74” kitabındaki bu kroki aslında 47 numaralı evden görünüşü yansıtmaktadır. Günümüzde dört duvarı kalmış, otopark olarak kullanılan bu yerde Necip Fazıl’dan, Peyami Safa’ya, Fikret Adil’den Abidin Dino’ya kadar nice entelektüelin anıları vardır.

Jurnalin sahibi II. Ab­dülhamid’in hafiyelerinden Bahriyeli Fotoğrafçı Ali Sa­mi Bey’dir. İhbarına eklediği kroki ile bugüne kadar Asmalı Mescid Camii tarihinde ka­ranlık kalmış birçok nokta­yı aydınlatmaktadır (Ali Sami Bey hayli tartışmalı bir kişi­liktir. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Yunanistan’a sığınmış, Kurtuluş Savaşı’nda Yunan taraftarı olduğu için de “150’likler” listesinde 101 nu­marada yer almıştır).

1860 tarihli Ostoya haritasında Asmalı Mescid arsası ve çeşmesi siyah boyalı alanda görülmektedir. Sol üst çaprazdaki Cimeterie Turc yazısı günümüzün Pera Palas Oteli’nin altındaki Türk Mezarlığını belirler.

Bu kroki ortaya çıkana kadar Kalafatçıbaşı Yunus Ağa’nın kabrinin cadde üze­rinde çevrilmiş set üstündeki mezarlıkta bulunduğu düşü­nülüyordu. Rivayetlere göre 1940’lı yıllarda Yunus Ağa’nın kabri buradan alınarak Galata Mevlevihanesi’ne taşınmıştır. Ne var ki Fikret Adil’in Asma­lımesçit 74 kitabındaki Mü­nif Fehim krokisinde burada­ki mezar taşında “Haza Kabr-i Mehmed Dede sene 99” yazı­lı olduğu görülür, Yunus Ağa kabrinden bahsedilmez. Bu­gün Beyoğlu Belediyesi tara­fından asılan plakette ise nasıl tespit edildiği bilinemeyen bir şekilde “Ali Hoca Türbesi” ya­zılmıştır. Yanındaki tabelada ise Asmalı Mescid’in burada bulunduğu belirtilmektedir. Ali Sami Bey’in çizimi bu iki tabelanın da yanlış olduğunu ispat eder. Krokiye göre bu­günkü Kamhi Apartmanı/Do­nizetti Oteli altında bulunan cami arsası gayet küçüktür ve kuzey tarafında da Yunus Ağa’nın tahrip edilen kabri gös­terilir. Diğer tahrip edilen ka­birler, saka odası ve Lala Beşir Ağa Çeşmesi’nin yerleri de bu binanın altında kalmaktadır.

Adını mahalleye veren mescit Şimdilerde geceleri taksi durağı, sabahları çöp istasyonu olarak kullanılan bu alandaki tabelalar da yanlış bilgi vermektedir. Cami yeri karşı köşededir. Mehmed Dede kabrine “Ali Hoca Türbesi” ismi nasıl uydurulmuştur bilinmez.

Ali Sami Bey bu jurnali ile inşaatın durdurulmasına çalış­mış ve girişimlerde bulunmuş­tur. Bürokrasinin her kademe­sinde dolaşan şikâyet, sonunda Bakanlar Kurulu’na gelmiş ve burada inşaatın oldukça iler­leyip bitmeye yakın olduğu ge­rekçesi ile yıkılmasından sarfı­nazar edilerek devamına karar verilmiştir. Vakfı için daha fay­dalı olacağı gerekçesi ile Rafael Kamhi’nin cüzi bir bedeli Ev­kaf’a ödemesi karşılığında me­sele kapatılmıştır.

Rafael Kamhi binayı bitir­dikten sonra alt katında bira­hane açar. Cami ve mezarlı­ğın üstünde birahane açıldığı için şikâyet edilirse de Ocak 1910’da ruhsatını alır ve bira­hane faaliyetini sürdürür. Za­ten o sokakta birkaç birahane daha vardır ve onlara hiç prob­lem çıkarılmamıştır. Meşru­tiyetin ilanından sonra Pera Palas ile arasından geçen Kab­ristan Sokağı’nın adı da Meş­rutiyet Caddesi olarak değişti­rilip eski kabristanı hatırlatan en son bağ da koparılıp atılır.

Tepebaşı-Şişhane-As­malımescit üçgeni o devirde bir anda tiyatro, gazino, bar mekânlarıyla sanat ve eğlen­cenin merkezi olur. Bohem hayat sonuna kadar orada ya­şanmaktadır. Cumhuriyet dö­nemine de devrolan bu miras günümüze kadar taşınmıştır. 90’lardan itibaren yeniden es­ki itibarına kavuşmuş ve eğ­lencenin en bilinen merkezle­rinden biri olarak önemini ko­rumaktadır.

1860 Öncesinde Galata Surları Galata Kulesi, surları ve önündeki derin hendek. Altıncı Daire’nin imar faaliyetleri sırasında yıkılan surların, doldurulan hendeklerin hatırası Büyük Hendek, Küçük Hendek, Lüleci Hendek gibi cadde isimlerinde yaşamaktadır.

“FİKRET ADİL-ASMALIMESÇİT 74” KİTABININ KAPAĞI

“Fikret Adil’in Asmalımescit tasviri

Macera peşinde vatanını bıra­kan, hudut haricine atılan, yayan devri âleme çıkan ecnebiler ve barlarda çalışan bütün artistler Asmalımescit’te otururlar.

Dünyanın her köşesinden gel­miş, ekserisinin milliyetleri ancak pasaportlarında -eğer varsa- ya­zılı bu insanların etrafında, gene ecnebi, fakat en aşağı 20 senedir Asmalımescit’te yerleşmiş bir grup daha vardır. Bu gruba men­sup olanlar, artist acenteliği, tefe­cilik, pansiyonculuk ve tellallıkla geçinirler, her lisanı konuşurlar, hiç birisini okuyup yazmazlar. Türkçe imzalarını atmayı bilirler ve zabıtadan tanıdıkları çoktur.

Marsilyalı bir ‘souteneur’, Na­polili bir ‘lazzarone’, Şikagolu bir ‘ganster’ kendini Asmalımescit’te yabancı saymaz.