Feixas, 1413 Paris’inde bir salgın sonrası “yellenme öksürüğü” sesiyle dalga geçildiğini anlatıyor. Jean Genet’nin Paravanlar oyununda da sömürgeci ordunun askerleri bağırsaklarındaki gazı salarak ‘memleket kokusu’nu almak ve yaymak peşine düşüyorlar. Edebiyattan musikiye osuruktan nâmeler…
Ahmet Uhri’nin Ege Evrensel’de yayımlanan yazı dizisi “Bağırsak Gazlarının Kültür Tarihi”nin dördüncü bölümünü “Osuruknâme”ye değindiği için gördüm; hoş ve besleyici yaklaşım.
Öncesinde, Şener Şahin’i Klâsik Arap Edebiyatında Sofra Mizahı başlıklı kitabı vesilesiyle keşfetmiş, Arapça ders kitapları nedeniyle tanınan bu akademisyenimize ulaşınca, tahminimde yanılmadığımı görmüştüm: “Zartoloji” ekseninde yazdıkları Kırmızı Kedi’den yayımlandı.
‘Bir şey’ ararken başka ‘bir şey’ bulmaya, hele ikisine birden ulaşmışsam, bayılırım. Hâlâ bekleyen “Sakal” metnimle ilgili ‘saha araştırması’ (!) yaparken karşıma çıkan Jean Feixas, çılgın Monestier’nin minyatür örneği gibiydi: Sakal-bıyık kitabının ardından sıkı bir “Uçkur Kılları” kitabı kotarmış, oradan Antik Çağdan Günümüze Yellenmenin Tarihi’ne geçmişti -gelgelelim pek ufak, dolayısıyla cılız bir broşürdü ulaştığım. Gene de, itirafsa itiraf, “Osuruknâme”yi yazdığımda ıskaladığım canalıcı sapağa o taşıdı beni: Crepitus ve Stercutius’u yazık ki gecikmeli tanımak varmış.
Ahmet Uhri de, Dr. Onur Gülbay’ın bir makalesinden hareketle ikiliden sözediyor yazısında; sayesinde asıl yayının izini buldum: Eskiçağda Tuvalet Kültürü (2003) değerli çalışma, gel gör ki çerçeveye dolaylı yoldan katkı sağlayabilir, çünkü “delik iskemle kültürü”yle, def-i hacet edimiyle ilgili temelde; kendi payıma, “dışkı” izleğine bağlı ayrıntılar öğrendim Dr. Gülbay’ın küçük kitabından, Latrina’lara dönmek isterim.
Yellenme tanrısı Crepitus’a gelince… Tarihçiler sonradan uydurulmuş bir figür olduğu kanısındalar: Ciddi hiçbir antik kaynakta sözedilmemiş ondan. Papa 1. Clemens, Mısırlıların inanışlarını küçümsemek için o “sestanrısı”nın varlığına gönderme yapar. Ansiklopediler Voltaire’in ve Baudelaire’in alıntılarını sıraladıktan sonra Flaubert’in Ermiş Antoine ve İblis’inden haşmetli monologuna yer verirler Crepitus’un.
Crepitus yok ama “criptonomie” türemiş: “Yellenme Sanatı”, Ducastel de Saint-Paul’ün üç şarkılık didaktik şiiri 1815’de Paris’te yayımlanmış -bütün yollar asıl oraya çıkmaz mı?! Feixas, 1413 Paris’inde yaşanan bir salgın sonrası “yellenme öksürüğü” sesiyle dalga geçildiğini anlatıyor. Aristofanes’in komedilerinde “bombus” olarak geçermiş sıkı vartalar, bomba gibi patladıkları için olsa gerektir!
Tiyatroya taşınabilir mi yellenme? Jean Genet’nin skandal yaratan Paravanlar oyunu en çok bu nedenle üne kavuşmuştur ne yazık ki: Sağcılar ve aşırı sağcılar millî ve yerli değerleri sahnede yellenerek topa tuttukları için saldırmışlardı yönetmene, tiyatroya ve yazara; oysa sömürgeci ordunun askerleri bağırsaklarındaki gazı salarak ‘memleket kokusu’nu almak ve yaymak peşindeydiler! Genet, burada, yellenme kokusunu bir memleket hatırası olarak tanımlar ve o kokuyu yaymayı görev katına çıkarır -ki Rabelais’nin topraklarından çıkmış bir yazara da bu yakışır.
Paravanlar’ın yarattığı skandalla kıyaslanamasa da Vinaver’in 60 oyuncu için yazdığı 8 saatlik oyunu Kıyıdan Taşan’ın ana motiflerinden biri olarak tuvalet kağıdını seçmesi de hoş karşılanmamıştır.
Musiki alanına taşınabilir mi peki, yellenme? Hınzırlık adına değil, bir ses türü’nü konu edindiğim için soruyorum. Bugün, erişmesi kolay artık: Serge Gainsbourg’un yaklaşık 3 dakikalık ‘rental’i “Evgénie Sokolov” Youtube’dan dinlenebiliyor.
Ancak ‘resital’ ile yetinmek, arkasındaki yapıta haksızlık yapmak olur: Gainsbourg’un aynı başlıkla yayımlanan (ve bugün cep kitabı olan) anlatısının kahramanı müzisyen değil ressamdır (başlangıçta Gainsbourg da ressam olmak istemiştir). Anlatının kahramanı Sokolov yepyeni bir sanat akımının tek temsilcisidir: Gazosrafi seanslarında, çıplak oturduğu kâğıtlar üstüne ateş yoluyla nakşettiklerini birer “gazogram” olarak işleyerek bir tür “gazogrammatologie” kuramı yaratır -Derrida’ya nazireyle.
Seslendirme sonradan gerçekleştirilmiştir. Genet’nin oyunu ilk defa Mayıs 1968 öncesi gündeme geldiği için tozkoparan doğurmuştu. Gainsbourg, Mayıs 1968 sonrası yaptıklarıyla üç kez skandal yaratmış ve aşırı sağ’ın hedefi haline gelmişti: Marseillaise’i orduyu tiye alarak reggae formatında bir konserinde söylediğinde, televizyonda canlı yayında 500 Frank’ı yaktığında, bir de bir başka canlı yayında Whitney Houston’a “I want to f… you” dediğinde -bir zamanlar alay etmek bir özgürlük sahasıydı.
Resim sanatına taşınabilir mi? Bir zorlama çabası içinde değilim: Goya’nın Los Caprichos dizisinin 69. parçası “Sopla” 20.9 x 14.6 cm boyutlarında, 1797-1799 arasına tarihlenen bir yapıt; burada, şeytan çıkartırcasına, çocuğun yellendirilerek ateşin söndürülme çabası öne çıkıyor.
Canterbury Masalları tam orta yerinde seçkin yer verir yellenmeye; tabii şeytanın işin içine girdiği “Frerin Hikayesi”nin sonunda “Mübaşirin Hikayesi”ne sıçrayarak.
Chaucer’ın bu içiçe hikaye labirentinin merkezine matematiksel bir denklem yerleştirdiğine tanık oluyoruz, bir “yellenme problemi”nden hareketle: Tek bir yellenme 12 eşit parçaya bölünebilir, böylece bölüştürülebilir mi?
“… meselâ, manyak mıdır nedir, ben nasıl bölerim -hem de eşit parçalara- bölünemez bir şeyse töhmet altında bırakacak beni sözde, ne cehalet! (…) Bunu onun kafasına Şeytan sokmuş olsa gerek. Matematikte de ne duyduk, ne işittik, bugüne kadar böyle aldatmacalı bir eşitlik. Bulamazsın dünyanın neresine gidersen git, bir osuruğun hem kokusunu, hem sesini eşit parçalara bölecek birini. Nereden buldun bu problemi!”
Chaucer -yüce şairlerin alçakgönüllü tavırları böyledir- çözümün evin uşağından gelmesine izin verir; bir takım elbise hediyesi olmak kaydıyla hem: 12 çubuklu bir atarabası tekerleği ister uşak. Yellenmeyi 12 eşit ‘dilim’e ayrıştırmak için yegane şart, dübürü tekerlek göbeğine denk getirince vartayı sallamaktır. Ya bunun olup olmadığının onaylanma yolu yordamı? Uşağın önerisi hazırdır:
“Her çubuğun ucuna bir rakip. -budur önerim- Burnunu kemal-i ciddiyetle dayasın derim” ve gelsin “göbeği bir davul veya dümbelek gibi gergin olan o köylü… koyverebilsin o yeri göğü inleten osuruğunu”.
Böyle tamamlanır güzelim masal. Ki dönüp baştan uca okumalı onu herkes.