3 hafta arayla Ayşegül Sarıca ve Arın Karamürsel’in hayata veda edişleri, Türkiye piyano sahnesinde bir perdenin kapanışı oldu. Fransız ekolü takipçisi Sarıca ile Rus ekolünün temsilcisi Karamürsel, tarzlarında ayrışsalar da müzik sevgileri, müthiş birikimlerini paylaşmaktaki cömertlikleri, tevazu ve nezaketlerinde ortaklaşıyorlardı.
Piyanonun 3 büyük ismi, Wilhelm Kempff, Rudolf Serkin ve Claudio Arrau’nun 1991’in Mayıs ve Haziran aylarında 35 günlük bir zaman dilimi içerisinde peşpeşe ölümü, bir piyano geleneğinin de sonu olmuştu. Bugün müzikseverler romantik piyano geleneğinin sembolik bitişini bu hadiseler ile anıyor ve asla unutmuyor. 3 hafta arayla Ayşegül Sarıca ve Arın Karamürsel’i kaybedişimiz de Türkiye’nin yorumcu geleneğindeki sembolik bitişi temsil etmesi bakımından bundan farklı anılmayacak ileride.
Ayşegül Sarıca ve Arın Karamürsel, önce Avusturya asıllı meşhur piyano hocalarımızdan Ferdi Statzer ile çalışmışlardı. Daha sonra Sarıca, efsanevi Fransız pedagog Marguerite Long’un akademisinde bizzat Marguerite Long ile müzik çalışmalarına devam etmiş; Karamürsel ise benzersiz bir müzik okulu olan Çaykovski Konservatuvarı’na geçmişti. Aldıkları eğitimin kendilerine sağladığı müthiş birikimi, her daim ülkemizin konser salonlarında sergilemiş ve öğrencileriyle paylaşmışlardı.
Her ikisi de özellikle romantik dönem bestecilerinde parlayan sanatçılarımızın bir diğer ortak özelliği de Türk bestecilerin eserlerini, kimisini ilk defa olarak konserlerinde seslendirmiş olmalarıydı. Sarıca bilhassa Mozart, Beethoven ve Schubert repertuarında dinleyicileri büyülerken; Karamürsel’in Beethoven kadar Scriabin, Mussorgsky gibi Rus bestecilerine getirdiği yorumlar da eşsizdi. Sarıca’nın Mozart ve Beethoven konçerto kayıtları; Karamürsel’in ise Beethoven ve Mussorgsky albümü, müzisyenliklerinin zirvesini oluşturdu. Her ikisi de benzer dönemlerde, dünyadaki önemli piyano akımlarını ve öğretilerini takip etmiş, eğitimlerini yurtdışında almış olsalar da Sarıca, her zaman tuşesi ve duygulanımı ile Fransız ekolünü takip ederken; Karamürsel, tamperamanı, heyecanı ve tekniği ile Rus ekolünün temsilcisi olmuştu.
Hem Ayşegül Hanım hem de Arın Hanım, bugün neredeyse kimsede kalmamış bir tevazu ve nezaketin temsilcileriydi. Kendileriyle çalışma şansını yakaladığım birkaç seferde yardımseverliklerine ve içten ilgilerine birinci elden şahitlik ettim. Karşılarında müzik yapmaya çalışan birini gördükleri anda, içlerindeki müzik sevgisini yansıtmalarını, gösterdikleri ciddiyet ve çabayı tarif edebilmek pek güç. Ayşegül Hanım’ın muzip, neşeli, her daim pozitif tavırlarını; Arın Hanım’ın sevgili dostları Alisa Kezherhadze ve Ivo Pogorelich ile anılarını unutmak da zor…
Hayatlarının merkezine katıksız bir müzik sevgisini yerleştirmiş, birikimleriyle günümüz piyanistlerinin hemen hepsini geride bırakmış bu iki özel müzisyenin yeni kuşak piyanistlere ilham olması dileğiyle…