Ak Parti ve karşıtları arasındaki gerilim, Cumhuriyet tarihindeki diğer kutuplaşmalardan farklı olarak hayat tarzlarıyla ilgili bir kutuplaşma haline geliyor ve gittikçe derinleşiyor.
BEKİR AĞIRDIR
Kutuplaşma, farklılaşma veya farklılaşanların birbirinden ayrı düşünmesi demek değildir. Farklı kimlikli, farklı siyasi aidiyetleri olan insanların birbirinden ayrı düşünmesi son derece doğaldır. Kutuplaşma, herhangi bir problemi kendi dinamikleri, aktörleri ve unsurları içinde düşünmeden, kategorik olarak alınan pozisyondan her konuya bakış geliştirmektir.
Cumhuriyet kurulduğundan beri hiçbir siyasal ve toplumsal sorunu siyaset eliyle ya da uzlaşarak çözemediğimiz için geçen yüzyıldan kalan birçok sorun katlanarak büyüdü ve yeni kutuplaşma alanları yarattı. Bunlardan birisi kimlikler arası kutuplaşma alanıydı.
Cumhuriyet başlangıçtan itibaren tek tip bir toplum yaratma amacı güdüyordu ve çok sayıda farklı kimlik olmasına rağmen, Sünni, laik ve elit bir Türk azınlığın hâkimiyetinde oldu. Hâl böyle olunca sözgelimi Aleviler, İslamcılar, Kürtler, azınlıklar, köylüler dışarıda kaldı. Doğal olarak bu kimlikler siyasileşti ve çeşitli kutuplaşma alanları oluştu.
Aslında bu kadar farklı kimliğin olduğu yerde kutuplaşmaların olması son derece normaldi. Normal olmayan, bu kutuplaşmaların şiddete dönüşmesinde her zaman devletin parmağı olmasıydı. Yakın tarihimizde, sözgelimi, pazarda Kürtle Türk ya da Alevi ile Sünni kavga etti de köyü kuşatıp yaktılar gibi bir olay yoktur. Bildiklerimizin hepsi devletin, iktidarın ya da güç sahiplerinin manipülasyonuyla yapılmış işlerdir. 1915, 6-7 Eylül olayları, Çorum ve Maraş katliamları hep aynıdır. Hepsinde bir biçimde egemenlerin ve devletin parmağı vardır.
Osmanlı Devleti’nin son dönemine ve Cumhuriyet tarihine baktığımız zaman devletin zaman zaman şiddeti körüklemek dışında, her farklı kimliğin içinden belli kesimleri devşirip o kimlik içinde yeni kutuplaşma alanları yarattığını, her zaman bir “böl ve yönet” politikası güttüğünü görüyoruz. Örneğin Osmanlı Devleti döneminde Kürtlerden bir kesimi kendine bağlamış, kendine bağladıklarına vergi kolaylığı gibi bir takım olanaklar sağlayıp onların dışındaki Kürtlere onlar üzerinden baskı yapmış.
İlk büyük siyasi kamplaşma 1958’de iktidardaki Demokrat Parti’nin Vatan Cephesi’ni kurmasıyla başlayan DP-CHP çekişmesi, Türkiye yakın tarihinin ilk siyasi kutuplaşmasıydı.
Siyasi kutuplaşma
Kimlik kutuplaşmasıyla zaman zaman içiçe ilerleyen bir de siyasi kutuplaşma alanı vardır. Yakın tarihimizde siyasi kutuplaşmanın en yoğun olduğu üç dönem, 1958’de Demokrat Parti’nin Vatan Cephesi’ni kurmasıyla başlayan DP-CHP kutuplaşması dönemi, 70’li yıllarda yoğunlaşan sağ-sol kutuplaşması dönemi ve bugünkü Ak Parti yandaşları-karşıtları kutuplaşmasıdır. Ve en tehlikelisi bugünkü kutuplaşmadır.
Günümüzdeki kutuplaşmanın tarafları, kendilerini hükümet yandaşı ya da karşıtı olarak değerlendiriyorlar ve bütün meselelere bulundukları taraftan bakıyorlar. Düşünün, eğitim sisteminde 4+4+4 gibi köklü bir değişiklik ya da Ergenekon-Balyoz davaları gibi geleceğimizi çok yakından etkileyecek şeyler oldu, ama siyasi kutuplaşma nedeniyle bunlar hiç kendi dinamikleriyle konuşulmadı. Büyük çoğunluk, bu ve benzer olaylara bulunduğu taraftan baktı, siyasi aidiyetleri neyi gerektiriyorsa onu yaptı.
Bugünkü siyasi kutuplaşmanın geçmişten en önemli farkı, giderek hayat tarzlarıyla ilgili bir kutuplaşma haline gelmeye başlaması ve derinleşmesi. Hepimiz, Etiler Mahallesi deyince başka bir şey, Başakşehir deyince başka bir şey anlıyoruz. Bu semtlerin farklı hayat tarzlarını ifade ettiğini biliyoruz. Ayrı bankalarımız, ayrı kargo şirketlerimiz, ayrı marketlerimiz, ayrı tüketim tercihlerimiz var. Bu belli bir yere kadar normaldir ama şu anda markete giren dört kişiden birinin kafasında kendi kimliğine muhalif diye tanımladığı markalar var ve “bunları asla almam” diyor. Fiyatı, kaliteyi önemsemiyor. Bu sağlıklı bir durum değil.
Bugünkü kutuplaşmanın önemli bir farkı da şu: bugüne kadar Kürt-Türk, Alevi-Sünni, dindar-laik kutuplaşmalarında kimliklerin meselesi hep devletleydi. Hak devletten talep edilirdi ve gerilim de devletle o kimlik arasındaydı. Sözgelimi dindarlar, Kürtler veya Aleviler yaşadıkları zorluklardan dolayı devlete kızıyorlardı. Hak talebinin muhatabı devlet olduğu için gerilim devletle o kimlik arasında oluyordu ağırlıklı olarak. Bugünün farkı devlete ek olarak kimlikler arasında da bir gerilimin olması. Bugün Kürt hakkını devletten istiyor bir yandan, ama İzmirlinin de o haklarının önünde engel olduğunu düşünüyor. Ya da Gezi’deki bazı insanlar Diyarbakırlı yüzünden istediği haklara kavuşamadığını düşünüyor.
Bir üçüncü fark da şu, ki bence en önemlisidir, siyasetteki kutuplaşmadan dolayı şiddet giderek toplumsallaşıyor. Kutuplar “betonlaşmış” durumda, yani hiçbir şekilde siyasi tercihinden vazgeçmiyor. Yüzde 35‘lik Ak Parti yandaşı ve yüzde 25‘lik Ak Parti karşıtının betonlaşması da şöyle bir resim çiziyor bize: 52 hafta boyunca seçim yapsak 30 Mart yerel seçimlerindeki sonuçları alırız. Hiç kampanya yapmadan da seçim yapsak aşağı yukarı aynı sonuç çıkar.
Bu donmuşluk hali, partilerin yeni siyaset üretmelerine de engel oluyor, yeni siyaset üretemedikçe laf bitiyor, küfür kıyamet başlıyor. Siyasi hayatımızda bu hep oluyordu ama artık şiddetin toplumsallaşması ve siyasiler tarafından kışkırtılması sorunuyla karşı karşıyayız. Bu topraklarda bugüne kadar egemenlerin ya da devletin bir müdahalesi yoksa iki kimlik arasında şiddete dönüşmüş olay çok azdır. Halbuki özellikle Gezi’den beri yaşanan palalı saldırgan olayı, “Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” açıklaması, başbakanı kefenle karşılayan gençler veya Tokat’taki bayrak olayı sırasında başbakanın, “Halkımız Tokat’takiler gibi davransın” demesi bu durumun böyle sürmeyebileceğinin tehlikeli işaretleridir. Şiddet fikri giderek meşru bir hale geliyor.
80 öncesi sağ-sol kutuplaşması silahlı çatışmaya dönüşmüştü ama o zaman bile hayatın her alanına, her hücresine sirayet etmiş bir çatışmadan söz etmiyorduk. Öyle olsaydı iç savaşı konuşuyor olmamız gerekirdi.
Bugün kutuplar arası gerilim çok yüksek düzeyde. Ama birçok insanın toplumsal yaşamla özel yaşam arasında çeşitli ayrımlar yaratması şiddet sarmalı içine düşmemize engel oluyor. İnsanlar kendi özel yaşamlarında, evde, ofiste, köyde, kasabada, kimlik farklılıklarını çok da kaale almadan davranıyorlar. Tanıdığı, bildiği, beraber olduğu insanlardan söz ederken mesela “O iyi niyetli Kürt” diyor. Ya da “Başı örtülü ama o samimiyetle inandığı için örtülü” diyor. Ama camdan sokağa bakıp gördüğü Kürt’e, başı kapalıya ya da açığa, kendisinin karşısına koyduğu kimlik neyse ona öcü gözüyle bakıyor.
Bugünkü siyasi kutuplaşmanın işaretleri 2007 yılından itibaren görülmeye başlamıştı. 2002-2007 arası AK Parti bir tercihte bulundu. AB için çalışmaya başladı, sosyal devlet yönünde çabalar gösterdi. Ama bunlardan çok Cumhuriyet mitingleri, darbe girişimleri konuşuldu.
Endişeli modernlerin Ak Parti’ye sürekli negatif yaklaşımı Ak Parti yöneticilerinin farklı bir pozisyon almasına yol açtı. Ak Partililer kendileriyle Menderes’in Demokrat Partisi’ni daha çok benzeştirmeye başladılar. Aslında bu benzetme kısmen doğrudur. Yakın tarihimizde devletin tek tipleştirme sırasında dışarıda bıraktığı kesimler politize olup patlama noktasına geldiğinde devlet “bu işe bir el koymak lazım” deyip müdahale etmiş, askeri darbeler olmuş. Bu süreçte birçok kesim siyaset dışında kalmış, siyaset yapmaları engellenmiş. Ak Partililer de bir dönem mağdur edilen, siyaset yapması engellenmiş insanlardır. Kimliklerine sahip çıkmalarını anlayışla karşılamak gerekiyor. Ancak bir dönemin mağduru olan insanların kendileri siyasette avantajlı bir pozisyona geçtiğinde toplumu kendilerine göre şekillendirmek istemeleri kutuplaşmanın şiddetini arttırıyor. En büyük sorun bu.
Bekir Ağırdır ile yaptığımız söyleşiden derlenmiştir.