Ocak
sayımız çıktı

Osmanlı mahkemesi emperyalizme karşı!

Osmanlı Devleti’nin yapılandırılan borçlarını tahsil etmek için Batılı finans-kapital çevrelerinin baskısıyla kurulan Düyun-ı Umumiye, izin verilenden ufak boyda iki ıstakoz naklettiği gerekçesiyle Balıkçı Mehmet Ağa’nın yakasına yapışmıştı. Adli süreç, mahkemenin küçük esnaf Mehmet Ağa’yı açıkça korumasıyla beraatle sonuçlanmıştı. Osmanlı Adliyesi’nin Düyun-ı Umumiye’ye had bildirmesi şeklinde yorumlanabilecek bu karar, çevre ve doğal yaşam üzerinde uzun vadeli olumsuz sonuçlar doğuracaktı… 

Osmanlı Devleti, mali durumu berbat vaziyetteyken 1853 yılında Ruslara karşı İngiltere ve Fransa müttefikliğinde girdiği Kırım Savaşı’nın aşırı masraflarıyla başa çıkamayıp ilk uluslararası borçlanmasını gerçekleştirdiği 1854 yılından tam bir yıkıma uğradığı 1877 Rus Savaşı’na kadar 23 yılda defalarca borçlandı. Verimli yatırımlarda kullanılmadığından katlanarak büyüyen borcun faizleri eldeki bütçeyle çevrilemiyordu. Devlet, memur maaşlarını ödeyecek durumda değildi. Her anlamıyla çöküş olan bu durumdan kurtulabilmek için devletin belirli gelirlerini karşılık göstererek yeni bir borç takvimine gidilmesi gerekiyordu. Nisan 1876’da moratoryum ilan edip bütün borç ödemelerini durdurdu. 

Moratoryum ertesinde uluslararası finans-kapital çevreleriyle sürdürülen görüşmeler sonucunda 10 Kasım 1879’da Rüsum-ı Sitte İdaresi kuruldu. Pul vergisi, alkollü içkiler, tütün tekeli, İstanbul-Bursa-Edirne ve Samsun’un ipek kozası vergileri, İstanbul ve çevresi balık avı vergisi, tuz vergileri olmak üzere altı vergi türünün gelirleri alacaklı bankerlere bırakıldı. Bu idarenin başarısı üzerine alacaklı ülkelerle yeniden bir araya gelindi. Uluslararası alacak tahsili yapmak üzere Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye İdare-i Umumiyesi kuruldu. Bu kurumu onaylayan 20 Aralık 1881 tarihli Muharrem Kararnamesi yayınlandığında devletin 238,5 milyon altın lira borcu vardı. Aslında bu paranın sadece 130 milyon altını ele geçmişti. Bir miktar pazarlığın ardından sağlanan indirimlerle borç 141,5 milyon altın liraya bağlandı. Rüsum-ı Sitte İdaresi’ne verilmiş gelir kaynaklarına ilave olarak yeni gelirler bulundu. Kararname ile aynı zamanda Reji İdaresi de kurulmuştu. Bundan böyle Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir kaynaklarını, vergilerini bu iki kurum elde edecekti. 

Davacı Düyun-ı Umumiye Yapılandırılan Osmanlı borçlarını tahsil etmek amacıyla Batılı finans çervelerince kurdurulan Düyun-ı Umumiye’nin, günümüzde İstanbul Erkek Lisesi binası olarak hizmet veren binası.

Böylelikle zamanla 8500 kişilik bir personel kadrosuna ulaşan Düyun-ı Umumiye memurları ile Reji İdaresi’nin 6-7 binlere varan silahlı kolcuları devlet içinde devlet gibi hareket edip kaçakçı olarak niteledikleri Osmanlı vatandaşları ile silahlı çatışmalara kadar varan eylemlere girişeceklerdi. 

İşte bu sıralarda İstanbul’da Düyun-ı Umumiye memuru Tahsin ile Cihangirli Balıkçı Mehmet Ağa’nın yolları kesişir ve konu edindiğimiz olay gelişir. 

Cihangirli Balıkçı Mehmet Ağa, 25 Eylül 1903 günü Salıpazarı’nda Balıkçı Toma’dan aldığı iki adet ıstakozu satmak üzere Beyoğlu’na götürürken yolda Düyun-ı Umumiye’nin Üsküdar Balıkçılık Şubesi memuru Tahsin Efendi’ye yakalanır. Satışa elverişli ebattan küçük olduğu gerekçesiyle ıstakozlarına el konulur. İki hafta sonra Fındıklı Polis Komiserliği’nce celp olunarak Jandarma Besim Efendi tarafından sorgulanır. Balıkçı Mehmet, balık alıp satmakla meşgul olduğunu, Cihangir’de ikamet ettiğini, ıstakozları satmak üzere götürdüğünü sorgusunda itiraf eder. Jandarma Besim’in ilan edilen boydan küçük ıstakoz satmanın, nakletmenin Avcılık Nizamnamesi’nin 26. maddesine göre yasak olduğunu ve küçük ıstakozları taşırken yakalanmasından dolayı bir altın para cezası ödemek zorunda bulunduğunu söylemesi üzerine fakirliğinden, maddi gücünün olmadığından dem vurarak affedilmesini rica eder. İfadenin alınmasından sonra mesele bizzat Düyun-ı Umumiye direktörünün dilekçesiyle Şura-yı Devlet Bidayet Mahkemesi’ne intikal eder. 16 Şubat 1904 tarihindeki duruşmada Düyun-ı Umumiye avukatı Apikyan Efendi’nin şikâyet dilekçesindeki talep, küçük ıstakoz satmaktan dolayı Balıkçı Mehmet’in bir altın para cezası ile cezalandırılmasıdır. 

Küçük boyda iki ıstakoz naklettiği için Düyun-ı Umumiye tarafından dava edilen Balıkçı Mehmet’e gönderilen mahkeme celpnamesi. 

Duruşma aşamasında “Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” deyimi, bu olayda da vuku bulur. Balıkçı Mehmet, Fındıklı karakolunda jandarmaya verdiği ifadesinin aksine beyanlarda bulunur. Mahkemede bir diyeceğin var mı sorusuna; Aslında poğaçacı ve fakir olduğu, bir gün poğaça götürürken balık pazarında deniz kenarında iki tane ıstakoz bularak para eder zannıyla satmaya teşebbüs eylediği cevabını verir. Ne balık alıp sattığından, ne de ıstakozları Balıkçı Toma’dan satmak üzere aldığından bahseder. Yolda Düyun-ı Umumiye memuru tarafından zapt edilip ıstakozlarına el konulduğunu belirtir, istenilen para cezasını ödemeye gücü yetmediğinden beraatını istirham eyler. Mahkeme heyeti savcıdan iddianamesini ister. Savcı da Apikyan’ın talebi doğrultusunda görüş bildirerek Balıkçı Mehmet’in küçük boylu ıstakoz sattığı için bir lira para cezası ile cezalandırılmasını talep eder. Mahkeme heyeti, davayı müzakere ettikten sonra incelenen evrakta satıldığı iddia edilen ıstakozların küçük boylu olup olmadığına dair bir delil bulunmadığı gibi cezaya dayanak gösterilen Avcılık Nizamnamesi’nin 26. maddesinde de iddia edildiği gibi küçük boylu ıstakoz satmak suçunun zikredilmediğini belirterek istinaf yolu açık olmak üzere davanın reddine ve para cezasının alınamayacağına karar verir. Bu olayın etkisi var mıdır bilinmez ama ileride anlatacağımız Karekin Deveciyan Balık ve Balıkçılık adlı eserinin 431. sayfasındaki nizamnamenin 26. maddesinin dipnotuna “kuyruk sokumundan gözlerine kadar boyu yirmi santimetreden aşağı olan ıstakoz ve böceklerin yıl boyunca satışı yasaktır” şerhini düşmüştür. 

Balıkçı Mehmet davası hakkında Şura-yı Devlet Bidayet Mahkemesi’nin verdiği kararı Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin avukatı Apikyan, Balıkçı Mehmet’in jandarmadaki ilk sorgusunda ıstakozları satmak üzere aldığına dair itirafının dikkate alınmadığı, ıstakozların boyunun ölçülüp ölçülmediğine dair soru sorulmadığı gerekçeleriyle istinafa götürür. 3 Mayıs 1320 Pazartesi günü Şura-yı Devlet İstinaf Mahkemesi’nde duruşma yapılır. Balıkçı Mehmet duruşmaya katılmaz, gıyaben yargılanır. Bu duruşmada Avukat Apikyan Bidayet Mahkemesi’ndeki iddiasını çeşitlendirir ve küçük boyda ıstakoz satıldığı iddiasını bırakarak, avlanma yasağı müddetinde ıstakoz avlanıp satılmasından, nakledilmesinden dolayı cezalandırılması cihetini dile getirir. İlk dilekçede her ne kadar Avcılık Nizamnamesi’nin 26. maddesine atıfla suçun vuku bulduğu iddia edilmişse de balık ve sairenin avlanma mevsimi, usulüne göre gazetelerle ilan edilmekte olduğundan ve bu müddete uymayanların da 26. maddede cezalandırılacakları açıkça belirtilmiş olduğundan Balıkçı Mehmet’in bir altın para cezasına çarptırılması gerektiğini vurgular. 

İstinaf Mahkemesi gerekçeli kararında; Bidayet Mahkemesi’nde açılan davadaki ilk iddiada Balıkçı Mehmet’in küçük boyda ıstakoz naklinden dolayı cezalandırılması için 26. maddenin öne sürüldüğünü, oysa bu maddenin ebada vurgu yapmayıp avlanma yasakları takvimini ihlalden cezayı öngördüğünü, buna göre Bidayet Mahkemesi’nin kararının doğru olduğunu, İstinaf Mahkemesi’ne başlangıçta öne sürülen delil haricinde bir delil ve iddia ile gelinemeyeceğini, o yüzden ilk iddiasını değiştiren Düyun-ı Umumiye avukatı Apikyan’ın av yasağı olduğu halde ıstakoz satışından dolayı Balıkçı Mehmet’in cezalandırılması talebinin hukuksuz olduğunu belirterek Balıkçı Mehmet’in beraatına, yüz otuz kuruş tutan mahkeme masraflarının Düyun-ı Umumiye’den alınmasına karar verilir. 

19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da gezgin bir balık satıcısı, Pascal Sébah. 

Balıkçı Mehmet’in bu davasına ait bütün evrak Osmanlı Arşivi’nde Şura-yı Devlet fonunda günümüze intikal etmiştir. Dilekçeler, istintaklar, mahkeme celpleri, zabıtları ve gerekçeli kararları ortadadır. Evrakın incelenmesiyle, mahkemenin verdiği hükümde Balıkçı Mehmet’in kayırıldığı, onun lehine kanaat kullanıldığı açıkça görülüyor. Bilhassa Bidayet Mahkemesi’nde, jandarmadaki itirafının dikkate alınmaması, mahkemede kendini poğaçacı olarak tanıtmasının tahkik edilmemesi, Apikyan’ın itirazlarına rağmen gerekli sorular sorulmadan beraat kararı verilmesi bu kanıyı güçlendiriyor. Düyun-ı Umumiye uygulamalarının halkı canından bezdirdiği gibi, devletin tüm kurumlarına tahakküm edip, bağımsız bir yapı olarak hareket etmesinin halkta olduğu kadar devletin üst düzey mensupları arasında da bir hoşnutsuzluk meydana getirmesinden dolayı Balıkçı Mehmet’in Düyun-ı Umumiye karşısında korunduğunu düşünebiliriz. Düyun-ı Umumiye’nin kendisi için çok önemsiz bir miktar olmasına rağmen küçük ıstakoz satan birinin cezalandırılmasında bu kadar ısrarcı olması kamuoyuna gözdağı verilmesine yöneliktir. Bu sayede balıkçı esnafının terbiye edilip verimliliğin arttırılmasının dolayısıyla gelirlerinin artmasının düşünüldüğü muhakkaktır. Buna rağmen şikâyetçi olduğu bir balıkçının cezalandırılmasını sağlayamadığı gibi 130 kuruş mahkeme masrafı ödemeye de mahkûm edilmesi, Osmanlı adliyesinin Düyun-ı Umumiye’ye yönelik küçük çaplı bir haddini bildirme çabası sayılabilir. 

Aslında Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin sırf daha çok vergi toplayabilmek düşüncesiyle de olsa Osmanlı balıkçılığının geliştirilmesi, bilimsel değerlerle balıkçılık yapılarak üretimin arttırılabilmesi için Fransa’dan uzman Bellesme’yi getirdiğini biliyoruz. Onun girişimleriyle İstanbul Balıkhanesi Müdürü Karekin Deveciyan tarafından yazılan Balık ve Balıkçılık kitabı Düyun-ı Umumiye matbaasında bastırılmıştır ki bu eser ülkemizde bugüne kadar aşılamamıştır. Bellesme’nin raporları ve çalışmaları doğrultusunda alınan bir karar olduğu anlaşılan standart ölçülerin altındaki ebatlarda deniz ürünlerinin avlanması yasağının, bu şekilde suçluların himayesi yoluyla etkisiz kılınması hiç de iyi olmamıştır. Mahkeme üyelerinin açıkça suçlu olan birini emperyalizmin tasallutundan korumak adına mı böyle davrandığını bilemiyoruz ama ülkenin gerçekten ıslah edilmesi gereken hastalıklarına arka çıkılarak emperyalizmle mücadele edildiğinin düşünülmesi abestir. Belki de bu tür yasaklarla ülkemizde de korumacı bir balıkçılık kültürü gelişebilir ve günümüzde kıyılarımızdaki yüzlerce deniz canlısı türünün nesli tükenmezdi. 

Osmanlı mutfağında ıskatoz

Ziyafet sofralarındaki ‘günahkâr yiyeceği’

Günümüzde lüks ve statü simgesi bir yiyecek haline gelen ıstakoz, her ne kadar Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde “günahkâr yiyeceği” olarak nitelendirilse de Osmanlı devrinde sevilerek tüketiliyordu. Hanefilerin fetvalarında yenmesi kesinlikle “haram” olarak belirlenen bu gibi kabuklu deniz ürünlerini, Müslümanların gayrimüslim tebaaya göre daha az tükettikleri tahmin olunabilir. Evliya kendi devri için İstanbul’da 200 civarında sepetçi balıkçının bulunduğunu belirtir. Bunlar Boğaziçi’nde kayıklarla gezerek, akıntısı olmayan yerlere bıraktıkları, içine ekmek döktükleri sepetlerle yengeç, teke, ahtapot, lakoz, pavurya, ıstakoz gibi kabuklu deniz hayvanlarını avlıyorlardı. Daha eski devirde, 15. yüzyılda saray mutfağında da kabuklu deniz mahsulleri bulunduruluyordu. Bizzat Fatih’in balık, istiridye, karides (kardiye) tutkusu biliniyor. Fatih’ten sonraki yıllarda, Tanzimat’a kadar, Osmanlı sarayında ıstakoz, karides cinsinden deniz mahsullerinin tüketildiğine dair malumat yok. Belge bolluğuyla karşı karşıya olduğumuz 19. yüzyıldan Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar İstanbul’daki diplomatik misyonlara için verilen ziyafetlerde ıstakoz bulunmayan mönü nadirdir. 

BALIKÇI TOPAL MEHMET’İN İFADESİDİR FÎ 26 EYLÜL SENE 319/9 EKİM 1903

“Fukarayım, affımı istirham ederim” 

İsminiz, pederinizin ismi nedir, kaç yaşındasınız, nerede ikamet ediyorsunuz, ne işle meşgulsün? 

İsmim Mehmet, pederimin ismi Hüseyin, elli yaşındayım, Salıpazarı’nda Cihangir’de ikamet ediyorum. Balık alıp satmakla meşgulüm. Fî 26 minhü. Mehmet 

Şehr-i hâl-i Rûmî’nin on ikinci günü [25 Eylül 1903] yedinizde derdest olunan hadd-i nizâmîsinden dûn ıstakozları nereden tedârük ettiniz ve nereye naklediyor idiniz? 

Efendim Salıpazarı’nda Balıkçı Toma’dan aldım. Satmak üzere Beyoğlu’na götürüyor idim. Memur derdest etti. Fî 26 minhü. Mehmet 

Böyle hadd-i nizâmîsinden dûn bulunan ıstakoz nakledilmesi Zâbıta-i Saydiyye Nizamnâmesi’nin yirmi altıncı maddesinde men‘ edildiğinden madde-i mezkûre ahkâmınca nakleylediğiniz ıstakozlardan dolayı bir altın cezâ-yı nakdî vermeniz lâzım geliyor. Ne diyeceksiniz? 

Efendim bendeniz fukarâyım, vaktim yoktur, affımı istirham ederim. Fî 26 minhü. Mehmet 

İfadenizin doğru olduğunu temhîr ediniz. 

İfadem doğrudur, mührüm yoktur, imza ederim. Fî 26 minhü. Mehmed. 

Merkûm muvâcehemde ifade ve imza eylediğini tasdik ederim. Fî 26 minhü. 

Nezâret-i Celile Muhafızlarından Jandarma 

[Mühür: Besim bin Mustafa] 

Yıllık deniz kabuklusu mahsülü

Marmara ıstakoz kaynıyordu

Türkiye denizlerinde neredeyse nesli tükenen ıstakozun ithal edilmesiyle günümüzde oluşan piyasası nüfusa oranla Mütareke İstanbul’unda bir yılda satılan miktarın yanına bile yaklaşamamaktadır. Kayıtlara göre mütareke döneminde İstanbul balık haline yılda ortalama 20.000 adet ıstakoz (azami fiyatı 200 kuruş), 80.000 adet istiridye (azami fiyatı 800 kuruş), 400 adet böcek (azami fiyatı 180 kuruş), 3.000 adet çağanoz (azami fiyatı 200 kuruş), 50.000 kilo midye (azami fiyatı 2 kuruş) geliyordu. 

Avcılık nizamnamesi

Tezkeresiz avlanmak yasaktı

“Balık avının yasak olduğu zaman diliminde balık satılması da yasaktır. Bu zaman zarfında balık satan ve gezdiren ve nakledenlerden bir altından beş altına kadar para cezası alınır. Savaş ortamındaki bir yerde balık avı yasaklandığında diğer yerlerde yakalanan balıkların orada satılması engellenmez.” 

Balıkçı Mehmet Ağa’nın yukarıdaki 26. maddesini ihlalden yargılandığı 9 Ocak 1882’de kabul edilen Zabıta-i Saydiyye Nizamnamesi (Avcılığı Düzenleme Yönetmeliği), şahsi ihtiyacı için olta balıkçılığı yapacak dahi olsa her ferdin yarım mecidiye ödeyerek bir yıl geçerli olacak avcılık tezkeresi almak mecburiyetinde olduğunu hükme bağlıyordu. Tezkeresiz avlananların her türlü avcılık araçlarına el konulmasını, ıstakozdan kurbağaya, postu için avlanan hayvanlara kadar her türlü kara ve deniz av hayvanından ayni veya nakdi vergi alınmasını öngörüyordu.