İstanbul basınıyla Ankara arasındaki gerginlik, 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu ile sona erdi. Çünkü gazeteciler tutuklanarak Şark İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Mustafa Kemal’e çektikleri telgraflar sonucu affedildiler.
Millî Mücadele döneminde basın, İstanbul hükümetleri ve Müdafaa-i Hukukçular arasındaki çatışmanın kurbanı oldu. Örneğin Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin İstanbul’daki sesi olan Hâdisât gazetesi Damat Ferid Paşa Hükümeti’nin hışmına uğrayarak kapatılırken, Erzurum Kongresi sonrasında Selâmet gazetesinde Müdafaa-i Hukukçulara muhalif yazılar yazan Ömer Fevzi Bey, tutuklanmaktan kurtulmak için Trabzon’dan İstanbul’a kaçmak zorunda kalmıştır.
Anadolu zaferinden hemen sonra görülen özgürlük ortamı, İstanbul basınında Ankara’ya yöneltilen eleştiriler dolayısıyla bozulmaya yüz tuttu. Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey, bir yazısı nedeniyle İstiklal Mahkemesi’nce beş yıl kürek cezasına mahkum edildiyse de sonra affedildi.
Basın özgürlüğü açısından dönüm noktasını, Şeyh Sait isyanı oluşturdu. İsyan başladıktan yaklaşık üç hafta sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, TBMM’yi devre dışı bırakarak bakanlar kuruluna olağanüstü bir yaptırım gücü tanıdı. Bu kanuna dayanılarak bütün muhalif gazeteler kapatıldı ve aralarında Velid Ebüzziya, Ahmet Emin Yalman, Eşref Edip Fergan, Suphi Nuri İleri, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, İsmail Müştak Mayakon’un da bulunduğu tanınmış birçok gazeteci Şark İstiklal Mahkemesi’nde, Şeyh Sait isyanına yol açtıkları, isyancılara cesaret verdikleri gerekçeleriyle yargılandılar. Mahkemeler, tabii, ciddi değildi; gazetecileri haftalarca kentten kente süründürerek korkutmaktan başka bir amaçları yoktu. Nitekim bütün gazeteciler, Gazi Mustafa Kemal’e özürlerini sunan ve kendisinden af dileyen bir telgraf çektikten sonra beraat ettiler ve bir daha Ankara’yı eleştiren yazılar yayımlamadılar. 20. yüzyıl Türkiye basının en büyük isimlerinden Ahmet Emin Yalman, ancak 1936’da, Atatürk’ün özel izniyle mesleğine dönebildi.
Aynı dönemde, Ankara’yı candan desteklemelerine ve Şeyh Sait isyanını İngiliz emperyalizminin etkinliklerine yormalarına karşın, Türkiye Komünist Partisi’nin yayınları da yasaklandı. Ancak, bu çevrelerin gazetecileri, Ankara İstiklal Mahkemesi’nce çeşitli hapis cezalarına çarptırılmaktan kurtulamadılar. Aynı mahkeme, 20. yüzyıl Türkiyesi’nin diğer bir büyük gazetecisi Hüseyin Cahit Yalçın’ı ise, Çorum’da müebbet sürgün cezasına çarptırdı. Ancak Yalçın, bu kentte 1926 yılına kadar kaldı. 1933’e dek yazı yazma yasağı aldı.
Af telgrafını imzalamadı
Adana’da Toksöz gazetesini çıkaran Abdülkadir Kemali (Öğütçü) Bey, Takrir-i Sükûn Kanunu çıkmadan önce yazdığı yazılardan ötürü yargılanıp mahkum edilmişti. Kanun çıkınca o da Şark İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Duruşmaların son evresinde 13 Eylül 1925’te gazeteciler toplu halde Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek af edilmelerini istediler. Taha Toros, “Yaman Bir Muhalif” adlı makalesinde, aralarından sadece Abdülkadir Kemali Bey’in bu telgrafa imza atmadığını belirtiyor. Daha sonra Taha Toros’a anlattığına göre Abdülkadir Kemali diğer gazetecilere şöyle demişti: “Bu telgraftan bize yöneltilen suçun zımnen kabulü manası çıkıyor. Oysa bizim yayınlarımızda bir suç unsuru yok. Ben imza etmem.” Sonuçta diğer gazeteciler aklanırken, Abdülkadir Kemali Bey Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi, dört buçuk ay sonra siyasetle uğraşmayacağına dair bir senet vererek serbest bırakıldı.