Her gün binlerce kişi, İstanbul’un en kalabalık ve işlek alışveriş merkezlerinden olan Bahçekapı-Sultanhamam güzergâhında, İstanbul’un fethi ile yaşıt tarihî bir mekânın önünden habersizce geçip gitmekte. Şeyhülislam Hayri Efendi Caddesi’nde, eski Sümerbank’ın hemen yanındaki iki katlı bina, ön cephesindeki dükkanlardan ötürü fark edilmese de Fatih’in İstanbul’u fethinde yanında bulunan gazilerden Yıldız Dede’nin türbesi.
İstanbul’u fetheden Osmanlı ordusunda karacı ve denizci askerî unsurların yanında ahiler, dervişler ve gönüllülerden ibaret kalabalık bir kitle de yer almıştır. Bunlardan Haliç surlarının Bahçekapısı ile Çıfıt Kapısı adı verilen kapılarından şehre giren derviş gazilerin bir kısmının başında Yıldız Dede, diğer bir bölüğünün başında da Mehmed Geylanî adlı bir şeyh bulunmuştur.
İstanbul fethedildiğinde bugünkü Sirkeci-Bahçekapı’da bulunan eski bir kilisenin yeri, fetih mükafatı olarak Yıldız Dede’ye verilmiştir. Yıldız Dede tarafından kilise yerine bir hamam inşa ettirilmiş ve bu da Fatih Sultan Mehmed Vakfı’na dahil edilmiştir. Şeyh Mehmed Geylanî’ye de aynı bölgede mülkname ile verilen yerde, daha sonra günümüzde Bursa Tekkesi ve Arpacılar Camii adıyla anılan cami yaptırılacaktır. Bu hamamın ve caminin bulunduğu Bahçekapı semtinden Yeni Cami ve Mısır Çarşısı’na uzanan bölge, Bizans devrinde Yahudi mahallesi olarak gelişmişti. Günümüzde mevcut olmayan sur kapısı da Porta Ebraica (İbrani Kapısı) olarak adlandırılmıştı. Osmanlı devrinde de aynı ad tercüme edilerek (Yahudi Kapısı=Çıfıt Kapısı) şekliyle kullanılmaya devam etmiştir.
Yıldız Dede ile tekke-türbe ve hamamının öyküsü, Ayvansaraylı Hafız Hüseyin’in Hadîkatü’l-Cevâmî adlı eserinden itibaren İhtifalci Mehmed Ziya’nın İstanbul ve Boğaziçi kitabında zenginleştirerek ortaya koyduğu çalışmalarla tarihimizde yer alır. En ciddi ve kapsamlı araştırmayı Prof. Dr. Baha Tanman yapmıştır. Tüm bu çalışmalarda Yıldız Dede’nin kimliği ile türbe, tekke ve hamamın geçmişine dair Ayvansaraylı’nın naklettiği bilgiler esas alınmıştır. Yapının iki adet kitabesi ile kitabi malumatımız biraz zenginleşmişti. Neşrettiğimiz belge ile bu bilgilerden bazılarının tashihinin gerektiği ortaya çıkmıştır.
Tüm kaynakların sözbirliği ettiğine göre, Yıldız Dede’nin asıl ismi (dinin yıldızı anlamına gelen) Necmeddin’dir. Kendine mülk olarak verilen yere inşa ettirdiği hamamının külhanını mesken edinmiş, orada ölüp aynı yere gömülmüştür. Duası kabul gören bir zatmış. Halit Bayrı’nın İstanbul Folkloru adlı eserinde belirttiğine göre “hamamının bir kurnasına dua ettiği için o kurnada yıkananların şifa bulacağına inanılırmış. Bu kurnada yıkanan hastalar, özellikle hasta çocuklar mutlaka iyi olurlarmış… Halkın rivayetine göre Yıldız Hamamı eskiden yalnız erkeklere mahsusmuş. Sadece 15 günde bir defa kadınlar Yıldız Baba kurnasında yıkanabilmek için birbiriyle didişir, bununla beraber bu kurnada yıkanamadan hamamdan çıkanlar olurmuş”. Bu kurnanın duvarında bir yıldız resminin altında “Maden-i bür’ vü şifâ kurna-i Yıldız Baba” yazılı mermer kitabe yer alırmış. İhtifalci Ziya Bey, zamanla tahrip olan mermer kitabenin yerine aynı ibareli çini bir kitabe asıldığını söylüyor.
E. H. Ayverdi’ye göre Fatih Sultan Mehmed Vakfiyesi’nde “Yahudiler Mahallesi Hamamı” olarak kayıtlıdır: “Fatih Camii Muhasebe Defteri’nde 6922-6200 akçe iradı gösterilmiştir. Hamam pek ufaktır; Yerli Mallar Pazarı’nın hemen yanında, dükkanlar ortasındadır. Ahşap soğukluktan beşik tonozlu ılıklığa geçilir. Burada büyük bir halvet vardır. Sıcaklık bir dehliz üstünde biri ufak biri büyük iki halvetten mürekkeptir. Arka tarafta incecik duvarlı halvetin bir ilavesi olması muhtemeldir”. Fetihten üç asır sonra Halveti Şeyhi Sinoplu Şeyh Mustafa Efendi, Sultan 1. Mahmud tahta çıkar çıkmaz hamamın yanına tekke inşa ettirmeye izin alır ve ilk şeyhi de kendisi olur. Mekan zamanla Cerrahi tarikatinin tekkesi olarak gelişir. Şeyh Mustafa Efendi, öldükten sonra Yıldız Dede’nin kabri yanına defnedilir ve kendinden sonra neslinden gelen iki şeyh daha oraya gömülerek küçük bir hazire oluşur. Bu hamam ve tekke, İstanbul’un son padişah külliyesini bitişikteki geniş alana inşa ettiren 1. Abdülhamid devrinde esaslı bir tamirden geçirilir.
Bu hikaye, kaynaklarımızda genel hatlarıyla birbirine yaklaşık olarak anlatılır. Oysa Osmanlı Arşivi’nde bulunan ve bugüne kadar değerlendirilmeyen bir belgenin muhtevası, Yıldız Dede’nin kimliğiyle tekke ve hamam yapısına dair kısaca naklettiğimiz tarihî seyirde bazı düzeltmelerin yapılmasını gerektiriyor. Cevdet Evkaf Tasnifi 32117 numarada bulunan bu belge, söylentilerden ibaret bazı bilgilerin yanlışlığını ortaya koyuyor. Bu yazıyla neşrettiğimiz 1725 tarihli belgedeki arzuhali kaleme alan Üsküdar’da tekke sahibi Halveti Şeyhi Köstendilli Ali Efendi’nin halifelerinden Sinoplu Şeyh Mustafa, Yıldız Dede’nin ahfadındandır ve aile büyüğünün mezarında ücretsiz türbedarlık etmek için berat istemektedir. İstanbul kadısı huzurunda nesep bağını ispat ettiği ve “ammim” (emmim/amcam) dediği Yıldız Dede’nin mezarının bulunduğu külhanın “kefere” eline geçmesinden rahatsız olmuştur. Bu asırda da hamam çevresinde gayrimüslim yerleşimleri yoğun olmalı ki, külhan onların eline geçmiş.
Sinoplu Şeyh Mustafa’nın talebini geri çevirmeyip yerine getirilmesine izin veren, o tarihteki sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’dır. Belgede bir hatt-ı hümayun yoksa da türbenin ilk kez imarına 3. Ahmed’in izin vermiş olduğu düşünülebilir. Belgenin tarihi itibarıyla kesinlikle söyleyebiliriz ki, türbe inşaatının izni 1. Mahmud’un tahta çıkmasından önce 3. Ahmed döneminde verilmiştir. Hadîka’da anlatıldığı şekliyle türbenin yanındaki yeniçeri evinin satın alınıp onun yerine iki hücreli bir zaviye ve mescit inşa edilmesi de 3. Ahmed zamanında gerçekleşmiş olabilir. Zira tekkenin ilk inşa kitabesindeki H.1143 yılının üçüncü ayı olan Rebiülevvel’de patlak veren Patrona İsyanı ile 3. Ahmed tahttan indirilmiş ve yerine 1. Mahmud geçmişti. 1. Mahmud tahta çıktığında ihtilal ve kargaşa ortamı uzun sürdüğünden o sıralarda tekke, mescit, türbe inşaatına karar verilip bunun yılsonuna kadar dokuz aylık bir sürede tamamlanması mümkün olmasa gerek. Tekke kapısında H.1143’den (1730-31) büyük bir tarih olsaydı, gerçekten 1. Mahmud devrinde inşa edildiğine hükmedebilirdik. Neşrettiğimiz belgedeki 1725 tarihiyle, 3. Ahmed’in tahttan indirildiği 1730 arasında inşaat başlayıp bitirilmiş; kitabesi asılamadan ihtilale maruz kalan 3. Ahmed’in yerine tahta oturan yeni padişah Sultan 1. Mahmud namına kazınan kitabe asılmış olabilir. Belgesi çıkmadan kesin bir şey söyleyemem ama, Mustafa Efendi’nin 3. Ahmed tuğralı türbedarlık beratından sonra tekkeye şeyh olmasına izin veren beratın 1. Mahmud tarafından verilmesi kuvvetle muhtemeldir ve bu bakımdan toplum hafızasından Ayvansaraylı’ya yansıdığı şekliyle Yıldız Dede tekke ve türbesinin banisi olarak 1. Mahmud anılmıştır.
Neşrettiğimiz belge sayesinde tashih ettiğimiz ikinci husus, Yıldız Dede’nin memleketinin Sinop, adının Necm veya Necmî olmayıp Nasrullah olduğudur. Kaynaklarda ismin doğrusu yer almasa da evkaf kütüklerinde Nasrullah şeklinde kayıtlı olması ismin halk arasında unutulduğunu, kayıtlara kimse ulaşamadığı için Nasrullah yerine Necmeddin yakıştırmasının yayıldığını gösterir. Fatih döneminde henüz eski Türk adlarının kullanımının gayet revaçta olduğunu biliyoruz. Yıldız ismi bir lakap veya mahlas olabileceği gibi, dedenin Nasrullah ile birlikte kullandığı gerçek ismi de olabilir. O sıralarda türbenin bulunduğu semtin adı Bahçekapı olduğu halde bunu Bâb-ı Bahçe şeklinde yazan Osmanlılar olduğu gibi, Yıldız’ın Arapçası olan Necm’den dolayı Necmî, Necmeddin tercümesiyle adlandırılmış olması da muhtemeldir.
Belgeden öğrendiğimiz üçüncü önemli konu ise günümüzde Sinop’un Yenikent ilçesinde bulunan türbede yatan Caca, Çaça veya Çeçe olarak da adlandırılan Caca Sultan’ın, Fatih’in ordusuna katılan Yıldız Dede’nin kardeşi olduğu iddiasıdır. Sinop’taki Caca Sultan hakkında günümüzde elle tutulur bir çalışma olmasa da, yerel kaynaklar tarafından Anadolu Selçukluları zamanının bir emiri, kumandanı olduğu rivayet ediliyor. Horasan erenlerinden olduğu, 12 İmamlardan seyyid olduğu, soyu Hz. Ali’nin torunu Musa Kazım’a bağlandığı da iddia edilen Caca Sultan’ın kimliği etrafındaki muamma çözülebilmiş değil.
Osmanlı Arşivi’ndeki birçok belgede Caca Sultan’ın ahfadının bazı vergilerden muaf tutuldukları görülüyor. Belki de Ceceli aşiretinin ileri gelenlerinden biriydi. Oğuz Türklerinden Ceceli aşireti mensupları Maraş’tan Kırşehir’e, Çorum’dan Sinop’a kadar uzanan bir hatta yayılmışlardır. Bu belgedeki kardeş oldukları bilgisini doğru kabul ettiğimiz takdirde, Sinop’taki Caca-Çeçe Sultan’ın da Fatih devrine tarihlenmesi gerekecektir.
Şeyh Mustafa’dan itibaren tekke haline getirilen mekan, yukarda belirttiğimiz gibi daha sonra Cerrahi tarikatine bağlandı. Bir de küçük mescit oluşturuldu. Silsileye bakıldığında babadan oğula geçen meşihat zincirinde vefat eden şeyhler de Yıldız Dede’nin yanına defnedildiler. Yıldız Dede’nin mezarı yanında dört sandukadan ibaret küçük bir hazire meydana geldi. 1940’lı yıllarda çekilen fotoğraflarda perişan halde de olsa sandukalar görülmektedir. Yıldız Dede’nin dua ettiği hamam kurnasının şifalı olduğu, yıkananların hastalıklarından kurtulduğu inancı İstanbullular arasında çok yaygındı. İstanbul’un son padişah külliyesi olan 1. Abdülhamid külliyesi inşa edilirken hamama dokunulmadığı gibi, burası tekkeyle birlikte ihya edildi. Kapıdaki üst kitabe bu ihyanın hatırasıdır.
Bütün aramalarıma rağmen şimdilik inşaat keşif defterlerine ulaşamadım. 1836’da minaresinden kiremitlerine, doğramalarından sandukalarının tamirine kadar masraf listeleri bulunduğuna göre yeni baştan inşa edilmiş olmalıdır. Bugünkü iki katlı görünümüne o zaman kavuşmuş olabilir. 1873’de sanduka örtülerinin yenilendiğine dair kayıtlar mevcuttur. Dönemin çeşitli harita ve krokilerinde Yıldız Hamamı’nın günümüzde Ticaret Borsası binası olarak kullanılan Hamidiye Medresesi’ne bitişik olduğu ve sokağın da Yıldız Sokağı adını aldığı görülüyor.
Hamidiye Medresesi binası 1926’da yıktırılmak şartı ile Ticaret Borsası’na ile verilmiş ama borsa yöneticileri yıktırmayıp, günümüze kadar gayet iyi korunmuş bir şekilde erişmesini sağlamış. Ancak Yıldız Hamamı pek o kadar şanslı olamamış. Bir tarihte özel mülkiyete dönüşmüş; 1930’lu, 40’lı yıllarda gazetelere satılık ilanları verilmiş. Son sahipleri tarafından da yıktırılarak yerine işhanı inşa edilmiş. Son şeyh Nuri Efendi’nin ailesi 1925’te tekkelerin kapatılmasından sonra kendilerine ikametgah olarak tahsis edilen tekkenin harem kısmında 90’lı yıllara kadar oturmuşlar. Tekke ve hazire, İstanbul 4 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun denetimi altında tescilli tarihî eserdir. Tekkenin cadde cephesinde Osmanlı devrinde ihdas edilen iki dükkanla birlikte mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olup, binanın tamamı bahçesiyle birlikte kebapçı dükkanı olarak faaliyet gösteriyor.
Günümüzde yüksek katlı iş hanlarının arasında boğulmuş yapının cadde cephesinde, kapı üstündeki kitabelerden başka, burada bir tarihin yattığını haber verecek hiçbir ipucu mevcut değildir. Zamanla haziredeki sandukalar ve mezartaşları kaybolmuştur. 1953’te, İstanbul’un Fethinin 500. Yılı kutlamalarında Fetih Derneği tarafından dikilen sembolik mezartaşı, bakımsız hazirede otların arasında zorlukla seçilebilmektedir. Bu türbeye 100 metre mesafedeki fetih yoldaşı Mehmed Geylanî Efendi’nin türbesi ziyarete açık olduğu halde, Yıldız Dede’den çoğu kişinin haberdar olmaması kabul edilemez. Öncelikle yetkili kurum ve kurulların, sonrasında halkımızın, fetih yadigarı böylesine önemli bir esere gereken ilgiyi göstermelerini diliyoruz.
İLK KEZ YAYIMLANAN BELGE
Sinoplu Şeyh Mustafa: Burayı kefereden alın ve bana tahsis edin…
1725 tarihli belge, Üsküdar’da tekke sahibi Halveti Şeyhi Köstendilli Ali Efendi’nin halifelerinden Sinoplu Şeyh Mustafa tarafından yazılan bir arzuhal. Yıldız Dede’nin ahfadından olan Şeyh Mustafa, aile büyüğünün mezarında gönüllü türbedarlık etmek için berat istiyor.
“Devletlü, Saadetlü, Sultanım Hazretleri Sağ olsun
Bu dâ‘îleri Seyyid Caca Sultan neslinden olup bundan akdem merhûm ve mağfûr Fatih Sultan Mehmed Han ile İstanbul fethinde mevcûd olan ammim Yıldız Dede dimekle meşhûr evliyâ-yı kibârdan Seyyid Nasrullah Hazretleri hâlâ Bağçekapusu dâhilinde Yıldız Hammâmı külhanında medfûn olup azîz-i merkûmun türbe-i şerîfesi külhancı keferelerinin yedlerinde kalmağla bu dâ‘îleri azîz-i müşârunileyhin neslinden ve merkûm Yıldız Dede ammim olduğu İstanbul kadısı fazîletlü efendi huzûrlarında isbât-ı nesl olunup lede’ş-şer‘i′ş-şerîf evlâdiyyetim zâhir ve nümâyan oldukda huzûr-ı âlîlerine i‘lâm olundukdan sonra şehremîn ve ahâlî-i mahalle ma‘rifetleriyle türbe-i merkûme keşf ve murâd-ı aliyyeleri olduğu halde türbe-i mezbûreyi ta‘mîr ve tevsî‘ ve külhancı keferesi yedinden halâs eyleyüp evlâddan olduğum ecilden türbedârlığı bu dâ‘îlerine ihsân ve yedime berât-ı şerîf-i âlişân verilmek bâbında lutf u kerem sa‘âdetlü mekremetlü sultânım [hazretlerinindir]”. Ed-Dâ’î es-Seyyid eş-Şeyh Mustafa an-evlâd-ı Caca Sultan
İstanbul kadısı: Evladı Çaça Sultan’dır, türbedarlık hakkıdır…
Şeyh Mustafa’nın, mezarı Sinop’ta olan Çaça Sultan sülalesinden olduğu elindeki şecereyle ve şahitlerin şahitlikleri ile kesinlik kazanınca kadı huzurunda bir ilam yazılıyor.
“Dâ‘î-i Devletleridir ki
Sâhib-i arzuhal Seyyid Şeyh Mustafa yedinde olan şecerede tahrîr olunduğu üzere Bağçekapusu dâhilinde Yıldız Hamamı’nın külhanı derûnunda vâkı‘a türbede medfûn Yıldız Dede dimekle meşhûr Seyyid Nasrullah’ın karındaşı olup Sinop’da medfûn olan Çaça Sultan dimekle ma‘rûf Seyyid Şeyh Mehmed’in evlât-ı evlâdından olduğu mesmû‘umuzdur [deyü] Sinop ahâlîsinden olup İstanbul’da müsâfiren sâkin Seyyid Abdurrahman ibn-i Seyyid Mehmed [ve] Seyyid Mehmed ibn-i Seyyid Hüseyin ve Seyyid Mehmed ibn-i Seyyid Hasan [ve Seyyid] Hüseyin ibn-i Seyyid Sefer ve Seyyid Ahmed bin Mehmed [ve Seyyid] Abdullah bin Abdullah ve Seyyid Mehmed ibn-i Seyyid İbrahim ve Ali Beşe ibn-i Mustafa ve Ebubekir ibn-i Ahmed nâm kimesneler haber virüp ve türbe-i merkûmenin türbedârlığı kimesnenin üzerinde olmamağla mezbûr Seyyid Şeyh Mustafa türbe-i merkûmeyi ihyâ murâd eylediğine binâ’en hasbî türbedârlığı berât-ı âlişânla kendüye tevcih buyurulmak rica eylediği huzûr-ı âlîlerine i‘lâm olundu. Bâkî emr hazret-i veliyyü’l-emrindir”. Fî 15 Safer sene [11]38 [Miladî 23 Ekim 1725]
Bu arzuhal Divan’a gelince Yıldız Dede Türbesi’nin Bâb-ı Defterî’nin bürolarında kaydı olup olmadığı soruşturuluyor ve Haremeyn Mukâta‘ası, Küçük Evkaf, Ruznamçe, Başmukataa, Haremeyn Muhasebesi, Başmuhasebe, İstanbul ve Kefe, Haslar kalemlerinin hiçbirinde kaydı olmadığı anlaşılıyor.
Bunun üzerine sadrazam, İstanbul kadısı huzurunda bir duruşma celsesi talebiyle evrakı havale ediyor.
Bu mahkeme ilamı üzerine sadrazamın yazdığı buyrulduyla gönüllü türbedarlık görevi Şeyh Mustafa’ya beratla verilip Küçük Evkaf kalemine kaydedilmesi 27 Safer 1138 [Miladî 4 Kasım 1725] tarihinde emrediliyor.
KİTABELER
Önce 1. Mahmud, sonra 1. Abdülhamid imzası
1. MAHMUD ZAMANINDA ASILDI: (ALTTAKİ KİTABE)
Türbe-i Yıldız Dede Sultan mutâf-ı evliyâ
Hângâh-ı pîşvâ-yı vâsılîn Şeyh Mustafa
Lillâhi′l-Fâtihâ
1143 (Miladî 1730-31)
1. ABDÜLHAMİD TARAFINDAN YENİDEN YAPTIRILDIĞINDA ASILDI: (ÜSTTEKİ KİTABE)
Padişâh-ı bahr ü berr Hüsrev-haşem zıll-i Mecîd
Etdi ihyâ bu makâmı Hakk vire ömr-i medîd
İsmullah çıkdı dilden cevherî târîh ile
Hângâh-ı Necm′i ihyâ kıldı Şah Abdülhamîd
1189 (Miladî 1775-76)