Tarih 20-22 Ekim 1919’du. Sivas Kongresi’nce bir tür yürütme kurulu olarak seçilen Heyet-i Temsiliye’deki Mustafa Kemal Paşa, Rauf (Orbay) ve Bekir Sami (Kunduh) Beyler, İstanbul hükümetiyle yaptıkları görüşmelerde Misâk-i Millî’de dile getirilecek ilkeleri netleştirdiler. Amasya Protokolleri Meclis-i Mebusan seçimlerinin yapılabilmesini sağladı; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin toplumdan kaynaklanan meşruluğuna hukuksal bir boyut kattı.
İstanbul’da 2 Ekim 1919’da kurulan Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin 7 Ekim’de seçim çağrısı yapması, Anadolu’daki Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesinin amacına ulaştığını, yani meşruti yönetime dönüldüğünü gösteriyordu gerçi. Ama, İstanbul ile Sivas arasındaki yazışmalar ya da iki tarafın yaptığı resmî açıklamalar genel bir olumluluk ve karşılıklı iyi niyet havası taşımakla birlikte, iki tarafın da hâlâ bir dizi çekincesi ve karşı tarafın yerine getirmesini beklediği istekleri vardı.
Sivas Kongresi’nce bir tür yürütme kurulu olarak seçilmiş olan Heyet-i Temsiliye, Ali Rıza Paşa’yı da Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in adamı olarak görüyordu. Nitekim Ali Rıza Paşa, hükümetindeki başka birçok Bakan gibi, önceki Damat Ferit Paşa Kabinesi’nde görev almıştı. Ayrıca Heyet-i Temsiliye, daha önceki İstanbul hükümetlerinin almış olduğu birçok kararın ve uyguladığı birçok yaptırımın hemen kaldırılmasını istiyordu.
İstanbul Hükümeti’nin ise iki temel tedirginlik nedeni vardı. Bunların birincisi, Anadolu’daki meşrutiyetçi hareketin İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin diriliş sürecine dönüşmesi; ikincisi de -büyük oranda birinci nedene bağlı olarak- yakında barış için karşılıklı pazarlığa oturulacak olan İtilâf Devletleri’ne karşı sert bir dil kullanılmaması, özellikle Büyük Britanya ve Fransa’nın hoşlanmayacağı bir şey söylenmemesi ve yapılmamasıydı. Yani İstanbul, hâlâ İtilâf Devletleri’nin suyuna gidilmesini istiyordu ki bu da Sivas’takileri haklı olarak İstanbul Hükümeti’nin Sultan’ın görüşlerini dile getirdiğine inandırıyordu.
Örneğin İstanbul Hükümeti, Heyet-i Temsiliye’nin bir iyi niyet gösterisi olarak 1914’te alınan savaşa girme kararını yeren bir bildiri yayımlamasını istedi (9 Ekim 1919). Başka bir istek de, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (ARMHC) İttihatçılıkla hiçbir ilişkisi olmadığının açıklanmasıydı. Heyet-i Temsiliye, ertesi günü Mustafa Kemal Paşa’nın imzasıyla verdiği yanıtta, iki konuda da İstanbul Hükümeti’ni tatmin etmeyecek şeyler söyledi. Yanıtta 1. Dünya Savaşı’na girişin kaçınılmaz olduğu ve sonuçları ne kadar kötü olursa olsun, haysiyetsiz bir biçimde pişmanlık gösterecek yerde barışı en olumlu bir biçimde sağlamaya çalışmak gerektiği söyleniyordu. İttihatçılıkla ilişkiler konusunda ise zaten Sivas Kongresi’nde İttihatçılığın diriltilmesine çalışılmayacağına dair yemin edildiği hatırlatılıyor; ek olarak da İstanbul’a “bu isteğin ne anlama geldiği, yani eskiden İttihatçı olup da şimdi olmayan ve ülkesi için canla başla çalışan bazı eski İttihat ve Terakki mensuplarının da mı kötü gözle görülmesi gerektiği” soruluyordu.
Böylece, bu tür yazışmalarla tam bir anlaşmaya varılamayacağı çok çabuk anlaşıldı ve doğrudan görüşmelere gitme kararı alındı. Anadolu’dakilerin güvenliği için bu görüşmelerin Amasya’da yapılması istendi; zira Britanyalılar da o sıralarda Samsun’daki kuvvetlerini geri çekmişlerdi. İstanbul temsilcileri ise önce deniz yoluyla Samsun’a gelecekler, sonra da karadan kolayca Amasya’ya varabileceklerdi. İşte yakın tarihimizde sözü edilen “Amasya Görüşmeleri” ve sonuçta varılan mutabakatı gösteren metinler için kullanılan “Amasya Protokolleri” ortaya böyle çıktı.
Amasya protokolleri
20-22 Ekim 1919 günlerinde Amasya’da yapılan görüşmelerde İstanbul Hükümeti’ni Bahriye Nazırı Salih Paşa, Heyet-i Temsiliye’yi ise Mustafa Kemal Paşa’yla Rauf (Orbay) ve Bekir Sami (Kunduh) Beyler temsil etti.
Görüşülen 1. Protokol, çoğunlukla İstanbul Hükümeti’nin istekleriyle ilgiliydi ve çelişik öğeler barındırıyordu. Örneğin İstanbul, seçimlerin baskı altında olmamasını, önemli mevkilerde bulunmuş veya adları bazı suçlara karışmış İttihatçıların seçilmemesini ve genellikle tarafsız adayların seçilmesini istiyordu. Siyasal partilerin katılacağı bir seçimde “tarafsızlık” arayışının ne anlama geldiği bir yana, seçmenlerin baskı altında olmadan birilerinin istemediği adayları da seçme olasılığının bulunduğu pek dikkate alınmamıştı. Yani İstanbul, baskı istemezken ARMHC’nin olası baskılarından dem vuruyor, ama seçmenin de isterse bazı İttihatçıları seçmesine karışılmasını istemiş oluyordu.
Heyet-i Temsiliye’nin bu istekleri -Anadolu’ya hakim olduğunun bilinciyle, yani kimi isterse onu seçtirebileceğini bilerek- sırf İstanbul’dakileri irkiltmemek için kabul ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Heyet-i Temsiliye’nin aşağıdan alan bir tutum sergilemesinin iki nedeni daha vardı. Bunların birincisi, anlaşma sağlanamaması durumunda, İstanbul’da yeniden Anadolu’ya karşı sertlik yanlısı bir hükümetin iş başına gelme olasılığıydı. İkinci neden ise, belki de Anadolu’nun en önemli isteği olan Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’da toplanması isteğini kabul ettirebilmekti.
2. Protokol’de bu konuşuldu ama kesin bir karara varılamadı. Şöyle ki; Salih Paşa bu isteği kişisel olarak kabul ettiğini, ama bu konuda son kararın İstanbul Hükümeti’ne ait olacağını söyledi. Protokolün önemli bir maddesi de İtilâf Devletleri’yle yapılacak pazarlıklarda istenecek olan sınırlara ilişkindi ve Erzurum Kongresi’nden beri istenen, sonuçta da Misâk-i Millî’de dile getirilecek olan ilkeleri kapsıyordu.
Bir diğer önemli nokta ise Heyet-i Temsiliye’nin, Meclis-i Mebusan’ın ülkenin denetimini tümüyle eline alması ve herhangi bir taarruza ilişkin tedirginlik duymamasının kesinleşmesi üzerine ARMHC Genel Kongresi’nin Heyet-i Temsiliye’nin varlığına son verme kararı alacağı sözüydü. Amasya’da Heyet-i Temsiliye adına konuşanların bu şaşırtıcı maddeyi kabul etmiş olmaları, kanımızca İstanbul’un Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’da toplanmasını kabul etmeyecekleri varsayımına dayanıyordu. İstekleri nasılsa kabul edilmeyecek, onlar da herhangi bir tecavüze karşı hazırlıklı olabilmek için kendi kendilerini feshetmeyeceklerdi. Nitekim öyle de oldu. İstanbul Hükümeti, Salih Paşa İstanbul’a döner dönmez toplandı ve Meclis’in Anadolu’da toplanmasını reddetti. Bilindiği gibi Heyet-i Temsiliye de varlığını sürdürdü ve İstanbul’un Britanyalılar tarafından 16 Mart 1920’de basılması üzerine Ankara’da yeni bir meclisin toplanmasına önayak oldu.
3. Protokol, daha önce sözü edilen İttihatçılık konusunu derinleştiriyor ve Ermeni katliamlarına katılanlarla ülkenin çıkarlarına aykırı hareket etmiş kimselerin de milletvekili adayı olmamalarını istiyordu. Bunlar dışında, Salih Paşa’nın görüş bildirmiş olmamak için imzalamak istemediği ve imzalanmadığı gibi gizli kalmasına da karar verilen iki protokol daha vardı. Bunların birincisi, Heyet-i Temsiliye’nin Anadolu’daki harekete karşı çıkan bazı derneklerin ve kişilerin cezalandırılması, İstanbul hükümetlerinin işten el çektirdiği bazılarının da görevlerine iadesi talebiydi. İkincisi ise barış görüşmelerine ilişkindi ve Türkiye’yi temsil etmesi istenen uzman kişilerin adlarını içeriyordu.
Bütün bu gördüklerimizden çıkarılacak sonuç, Amasya’da yapılan görüşmelerin uzun vadeli herhangi bir etkisinin olmadığı, ama kısa vadede Meclis-i Mebusan seçimlerinin yapılabilmesini sağladığıdır. Bu sayede ARMHC ve Heyet-i Temsiliyesi toplumdan kaynaklanan meşruluğuna hukuksal bir boyut katmış oldu.
Ancak sözkonusu meşruluğun özellikle Heyet-i Temsiliye’ce iyi yönetilmesinden de sözetmemiz gerekir. Bu noktayı kısaca ARMHC’nin İstanbul’da açılacak bir mecliste temsil edilmeyi kabul etmesi biçiminde özetleyebiliriz. Bu ise gayet nazik bir konuydu zira İstanbul’da milliyetçi bir programla iş görmeye çalışacak bir meclisin varlığının kentin işgal altında olması dolayısıyla pamuk ipliğine bağlı olacağını Anadolu’dakilerin hepsi biliyordu. Bu nedenle hem Anadolu’da görüş birliğinin sağlanması hem de İstanbul karşısında Heyet-i Temsiliye’nin bir denge unsuru olarak varlığını sürdürebilmesi amacıyla, Kasım ayında Sivas’ta toplanıldı. Toplantıya yalnızca Heyet-i Temsiliye üyeleri değil, Anadolu’daki askerî kuvvetlerin komutanları da katıldı.
İstanbul’a gidilmeli mi?
Burada tartışılan konu, İstanbul’a gidip gitmeme konusuydu. Elimizde tutanakları bulunan bu toplantıda birçok Heyet-i Temsiliye üyesi İstanbul’a gitmeme ve meclisi Anadolu’da toplama yönünde görüş bildirdi. Ama sonuçta, hukuka aykırı davranan devrimciler gibi görünmemek ve gösterilmemek için, bütün tehlikelere karşın İstanbul’a gitme kararı alındı ki bu da Heyet-i Temsiliye’nin meşruluğunu perçinlemiş oldu. Bu meşruluk sayesinde de Heyet-i Temsiliye, Meclis-i Mebusan’ın çalışamaz hale gelmesi durumunda başka bir yerde, yeni bir meclis için çağrı yapabilecekti.