Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Çılgın bir Osmanlı ailesi

Üryanizadeler, kadılar, nazırlar, şeyhülislamlar yetiştirmiş, devlete özellikle hukuk alanında hizmet etmiş köklü bir Osmanlı ailesi. Parlak zekaları, hazırcevaplıkları, ezber ve yazı kabiliyetleri 400 yıla yaklaşan tarihleri boyunca aile mensuplarının en önemli ortak özellikleri olmuş.

DÜRİN ABABAY

Geçenlerde tam ortadan iki parçaya bölünmüş bir basın ilanına rastladım. İlk parçada, bir Osmanlı mimari harikası olan kuleli beyaz bir köşkün fotoğrafı vardı. İstanbul’u biraz bilenlerin hemen tanıyacağı bu tarihî yapı, Cemil Molla Köşkü’ydü. İkinci parçadaysa, Mesa’nın inşa ettiği milyon dolarlık bir beton konutun maketi yer alıyordu. Metin yazarı, hiç benzemeyen iki yapıyı kıvrakça birbirine bağlayıvermişti; Köşk “19. yüzyılın seçkin ailelerinin evi”, beton konut ise “21. yüzyılın ayrıcalıklı yaşamlarının yeni adresi” imiş!

Beyaz kuleli köşkün de beton konutların da sahibi aynı şirketti. Bu nedenle reklamında iki yapıyı özdeşleştirmekte, hatta 130 yıllık Cemil Molla Köşkü’nün adını da “Mesa Cemil Molla Köşkü” yapmakta beis görmemişti.

Babacığım Dr. Meşhut Ababay doğduğu yer olan, satılana kadar kulesinde yaşadığı dedesinin köşkünün basit bir pazarlama aracına dönüştürüldüğünü görse ne yapardı acaba? Güler miydi, ağlar mıydı? Yoksa hem güler, hem ağlar mıydı? Artık bunu bilmemin imkanı yok. Çünkü babamı 17 yıl önce kaybettim. Sanırım, belli belirsiz gülümser, ilanı görmemiş gibi yapardı. Zira babam, ülke tarihinde iz bırakmış dedeleri olan, özel bir köşkte doğup büyümüş, şahsında Osmanlı kültürünü Cumhuriyet değerleriyle harmanlamış belki de son İstanbul beyefendisiydi. Köklü Osmanlı’nın ulema ailelerinden Üryanizadeler’in, anne tarafından 10. kuşağındandı. Ağabeyim Rıfat Ababay, ben, Adnan Cemil Üryani, kuzin ve kuzenlerim, 11. kuşaktanız. Yeğenlerim Sinan ve Serra Ababay, kuzin ve kuzenlerimin çocukları ve ailemizin son temsilcisi 2009 doğumlu Sinan Cemil Üryani ise 12. kuşaktan. Ben, aile tarihimizin ayrıntılarına vakıfım çünkü rahmetli atalarını yad etmezse, onların işte o zaman ölmüş olacağına inanan bir babanın kızı olarak, ölülerle dirilerin bir arada yaşadığı bir evde büyüdüm. Ayrıca bu aile büyükleri, öylesine çılgın tiplerdi ki hikayelerini dinlemeye doyamazdım. Bunun adına sözlü aile tarihi deniyormuş, elbette o zamanlar bundan haberim yoktu…

Koruda beş köşk vardı Cemil Molla Korusu’ndaki günümüze ulaşmayan köşklerden Orta Köşk, Birinci Dünya Savaşı günlerinde Kızılay’a tahsis edilmişti. Cemil Molla, Kızılay görevlileriyle koruda yürüyüşte.

Adını bildiğim ilk büyük dedem, 1634’te ölen Abdullahü’l-Üryani. 1694’te ölen mahdumu Şeyh Osmanü’l-Üryani “Kilisli Şeyh” olarak anılan meşhur bir alimdir. Onun oğlu kadı Üryanizade Mustafa Efendi 1774’e kadar yaşar. Mahdumu müderris ve kadı Üryanizade Raşit Efendi ise 1821’de vefat eder. Beşinci kuşaktan Mehmet Sait Efendi, II. Mahmud’un sayılı kadılarındandır; Eyüp’te Deftardar İskelesi ile Yavedut Camii arasına gösterişli bir yalı yaptırmıştır. Bu yapı, ailemizin ilk yalısıdır.

1885 yılında İtalyan mimar Alberti tarafından inşa edilen Cemil Molla Köşkü.

1813 yılında, bu yalıda ileride şeyhülislam olacak olan oğlu Üryanizade Ahmet Esat Efendi dünyaya gelir. Mehmet Sait Efendi’nin 1847’de Şam’daki vefatından kısa bir süre sonra yalı, Eyüp yangınında kül olur. Yangın yerinde oğlu Ahmet Esat yeni bir yalı yaptırmaya ahdeder. Ahmet Esat Efendi, devlet görevine Eyüp Kadısı olarak başlar. Parlak zekası, hazırcevaplığı, ezber ve yazı kabiliyeti sayesinde önce Üsküdar sonra da Edirne Kadılığına yükselir. Liyakatiyle göz doldurunca kutsal bir yere, Medine’ye atanır.

Medine Kadılığı, onun yaşamının dönüm noktasıdır, yıldızının parladığı makamdır.

Medine’de, Kabe-i Muazzama’yı kuşatan Harem-i Şerif’in Osmanlılığa yakıştıramadığı virane hâli, büyük dedemizin saplantısı hâline gelir. Ödenek gelmeyince, buranın onarımı- nı kendisi üstlenir, bu uğurda servetini harcar, hatta inşaatta bizzat çalışır! Sonunda Harem-i Şerif’i öylesine mükemmel onarır ki başarısı kendisinden evvel payitahta ulaşır. Rivayete göre göz yaşlarını tutamayan Sultan Abdülmecid, bu fedakar kadı efendinin İstanbul’a ayak basar basmaz kendisini ziyaret etmesini emreder.

Abdülmecid, Ahmet Esat Efendi’ye tek bir cümle eder: “Dile benden ne dilersen!” Büyük dede “Sağlığınız Hünkarım” demekle yetinir ama aslında gönlünden Eyüp’te bir yalı geçmektedir. Bunun üzerine Sultan Abdülmecid şu sözleri sarf eder: “Boğaz’ın iki yakasını adım adım gez, bir yer seç. Orası senindir!”

1860’ın sıcak bir yaz günü büyük dedemiz, Boğaz’ın iki yakasını kan ter içinde gezer. Yüzyıl sonra kendi soyadını taşıyacak Kuzguncuk’taki Üryanizade Sokağı’nda nefeslenir. Ardından şu an Boğaziçi Köprüsü’nün ayaklarının bulunduğu kıyıya ulaşır.

Her daim zarif Meliha Üryani, Batı tarzı giysileriyle fotoğrafçıya poz veriyor.

Ahmet Esat Efendi manzaraya bakar, gördüğü bir kartpostalı anımsar: “Aynen Venedik… Elimi uzatsam, karşı yakaya değeceğim” der maiye- tine. Gözlemi isabetlidir. Yüzyıl sonra, iki yakanın birbirine çok yaklaştığı bu nokta, birinci boğaz köprüsüne ev sahipliği yapacaktır.

Arazi bulunmuştur. Sultan Abdülmecid, sevgi nişanesi olarak, beğendiği kıyı şeridini Üryanizade Ahmet Esat Efendi’ye bağışlar. Bununla da yetinmez, kıyının hemen üstünde, şimdilerde Cemil Molla Korusu olarak anılan araziyi de hediye paketine ekler.

Ahmet Esat Efendi, ailemizin ikinci yalısını inşa etmeye başlar. Üryanizade Yalısı, bundan 155 yıl önce, halihazırda benim oturduğum Cemil Molla Yalısı’nın bulunduğu yerde yükselir.

Ahmet Esat Efendi, “Yaşlılığımda gerekir” diyerek yalı bahçesine bir de mescit yaptırır. 1860’da yalnızca 40 günde yapılan Üryanizade Mescidi, süslü ahşap minaresi, Boğaz’a nazır pencereleri ve kayıkhanesiyle, Boğaziçi’nin alametifarikalarından biri olur çıkar. Üryanizade Mescidi, halen yalımızın bahçesi içinde yer almaktadır ve faaldir.

Yalı, büyük dedemize uğurlu gelir. 3 Kasım 1864 tarihinde kızı Ayşe Sıddıka, bir erkek çocuk dünyaya getirir. Geleceğin Cemil Mollası olacak küçük Mehmet Cemil, dedesini büyüler. Nasıl mı? Elbette parlak zekası, hazırcevaplığı, ezber ve yazı yeteneğiyle.

Cemil Molla, çalışma odasındaki mesaisine mola vermiş, enfiyesini çekiyor.

Ahmet Esat Efendi, İstanbul Kadılığı, Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği yaptıktan sonra tüm görevlerinden istifa edip 1876 yılında yalısına çekilir. Ne var ki, 4 Aralık 1878’de II. Abdülhamid tarafından Şeyhülislamlık görevine atanır. Padişahla uyumlu çalışmasına rağmen, fikirlerinde ısrarlı bir şeyhülislam portresi çizer, jurnalcileri makamına yaklaştırmaz.

1885’e gelindiğinde torun Üryanizade, molla payesini alır. O, 22 yaşında bir “Beşik Uleması”dır artık! Çok da iddialıdır: Sürdüğü Atkinson lavantanın şişesi üç altındır. İngiliz kumaşından başkasını giymez ve giysilerini “Mir et Coutereau”da diktirir. Tırnaklarına manikür yaptırır, enfiye mendilleri ise markalıdır.

Şeyhülislam dedesinden, yalının karşısındaki koruda, dosta düşmana parmak ısırtacak bir köşk yapmak için izin ister, izni koparır da…

Dedesi on yıl şeyhülislamlıktan sonra 17 Ocak 1889’da vefat eder. Ahmet Esat Efendi için İsviçreli mimar Fosatti’ye, Eyüp Sultan’da günümüzde de ziyarete açık olan Ampir üslubunda bir türbe yaptırılır.

Bir diğer İtalyan mimar Alberti ise, Cemil Molla Köşkü’nün yapımını üstlenmiştir. Cemil Molla, Sinyor Alberti’nin Batı tekniğine ve alafranga bilimine, Osmanlı görgüsünü ve ruhunu katarak, İstanbul’un en benzersiz, en farklı köşkünü inşa ettirmeyi düşlemektedir.

Başı hep açıktı Üryanizade Cemil Molla’nın ilk ve son eşi Emine Hanım (1873-1930). Niş Beylerbeyi Hafızoviç Ebubekir Bey’in kızı olup, başını hiç örtmemiştir.

Yakınları “Oldu olacak, Yıldız Sarayı gibi elektriğin, kaloriferin, telefonun da olsun!” diyerek ona takılırlar. Ama Cemil Molla ciddidir, padişahın yasağına rağmen köşkü Diesel motoruyla aydınlatır, kaloriferle ısıtır ve arayan olmadığı için hiç çalmasa da telefon bağlatır! Hatta hamamın mermerlerini alttan kaloriferle ısıttırır ki, Yıldız Sarayı’nda bile böyle bir uygulama mevcut değildir. İstanbullular bu hamama bir isim bile takmıştır: “Dünyanın Sekizinci Harikası!” Cemil Molla Köşkü’nün çatısı kapanırken, sahildeki Şeyhülislam Ahmet Esat Efendi Yalısı bir gece vakti yanar, kül olur. Cemil Molla, 38 kişilik ailesini beyaz kuleli köşkünün saçakları altına toplar. Molla’nın evinde her gün davet, cümbüş, şenlik vardır. Cemil Molla Köşkü, II. Abdülhamid döneminin gayri resmî kültür, sanat ve eğlence merkezidir artık. Piyano, ud, tambur, kemençe, klarnet… Alaturka, alafranga her tür müzik. Baudelaire, Hugo, Fuzuli, Gazali… Kaskadlarda soğutulmuş biralar, İstanbul’un çeşit çeşit rakıları.

Boğaziçi ne böyle kumara şahit olmuştur, ne böyle satranca, ne de böyle çılgınlıklara… Molla dedemiz, beyaz köşkün beyaz gecelerine ezberden divan şiirleri okuyarak başlar, gün doğarken Fransızca şiirlere geçer. Kendisi de ailesindeki birçok kişi gibi şiir yazar. İşte bu yüzden, Salah Birsel, Molla’yı “Bir Şiir Kralı” olarak adlandıracaktır.

Köşkte süren debdebeli hayat kıskançlıklara neden olsa da, Cemil Molla, Sultan Abdülhamid’in gözdesi ve dostu olmayı başarır.

Zevkü sefa Kış aylarında köşkteki akşam yemeklerine hanımlar abiye ve şık katılırdı, sofra düzeni daha da ağırlaşırdı.

Cemil Molla’nın çocukları özel hocalardan benzersiz bir eğitim alırlar. Babaannem Halet Üryani Ababay, rüyalarını Fransızca görürdü. Köşkteki “icat odası” ve laboratuvar sayesinde Feyyaz Dayı mucit olup çıkmıştı. Adnan Dayı on yaşına girmeden Kuran’ı hatmetmişti. Üryanizade Mescidi’nde namaz kıldırırdı. Babam da dahil, herkesin mescitte ezan okuma sırası vardı. Cemil Molla kürkünü giyer, bayram namazlarını kendisi kıldırırdı. Giyim kuşam ve mücevherat tasarımı ise Mehire Teyze’den sorulurdu.

Köşkte haremlik selamlık uygulanmazdı, kadınlar açık başlarıyla ailede erkekler kadar söz sahibiydiler, hatta daha fazla! Gerçekten de babaannem ilk eşini kendi beğenmiş, onu beğenmeyip boşamış. İkinci eşini yine kendi seçmiş, sonrasında iki çocuğuna rağmen ayrı yaşamış, sabahlara kadar Yıldız Şale Köşkü’nde kumar oynamış, hiç yemek ve ev işi yapmamış bir özgür kadın prototipiydi. Bugün bile hayretle karşılanacak feminist davranışlarda bulunurdu. Mesela Cemil Molla, Abdülhamidçiler’le birlikte Midilli’ye sürülünce, Halet Hanım erkek kılığında, kısacık kesilmiş saçlarıyla, tek başına adaya ulaşıp, babasını defalarca ziyaret etmişti. Bu nedenle, Salah Birsel, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi’nde onun maceralarını anlatmaya doyamayacaktır.

Cemil Molla, sürgünden döndükten sonra köşkteki renkli hayat yeniden başlar. Üryanizadeler’in “suare”lerine misafir olmak büyük ayrıcalıktır. Köşk, Paris soylularının salonlarına nazire yapılarak, “Salon de Molla” olarak anılır.

Ama İstanbul işgal edilince “Salon de Molla” kepenklerini indirir, yasa bürünür.

Rüyalarını Fransızca görürdü Cemil Molla’nın büyük kızı Halet Üryani Ababay bir ulema kızı olarak özgür ve modern Osmanlı kadınının prototipiydi. Rüyalarını Fransızca görür, eşlerini kendi seçer, Yıldız Şale Köşkü’nde tek başına kumar oynardı.

Cemil Molla, 1919’da Adliye Nazırı olur ve ertesi yıl da Şurayı Devlet Başkanlığına getirilir. Buna rağmen Mustafa Kemal’in başarısını dilemektedir. Onun bu tavrı sayesinde, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra yurt dışına sürülenler listesine bizzat Atatürk’ün isteğiyle ailemizin adı yazılmamıştır.

Başrolünde II. Abdülhamid ve Cemil Molla’nın yer aldığı şehir efsanesine dönüşmüş ilginç anektodlar Atatürk’ün de kulağına çalınmıştır. Molla’yla tanışmak için onu Dolmabahçe Sarayı’na çaya davet eder. Molla hastalığını mazeret göstererek davete icabet etmez. Ailesinin yetişkinlerine “Biz Osmanlılara hizmet ettik, yenilerin ayağına gitmek bize yakışmaz, ikbal arayışındayız sanılır” der; ailenin çocuklarını ise yemek salonunda toplar, onlara “Sakın ola, Atatürk’ü ziyarete gitmememden anlam çıkartmayın. O memleketi kurtardı, sizlere onu sevmeyi ve saymayı emrediyorum” der.

Cumhuriyet’le birlikte Cemil Molla artık sıradan bir emeklidir. Osmanlı terbiyesi gereği para lakırdısını ayıp sayar, biriktirmek aklına bile gelmemiştir. Aile o güne dek hiç çalışmamıştır, nasıl çalışılacağını bile bilmemektedir. Köşk personelinin sayısı azaltılmak istenmiş, ama Mürebbiye Matmazel Anjel, Cinci Hoca ve Madam, joker Cüce, Amerikalı zenci Musa ve ailesi, Habeş cariye Handan’la evlendirilen Amerikalı zenci Rıza, Rum ütücüler, Bolulu aşçılar, Arnavut bahçıvanlar, Boşnak orta yardımcıları yuva belledikleri köşkü terk etmemişlerdir.

Kısacası, ülkenin üstünde Cumhuriyet güneşi parlarken, beyaz köşkün tepesinde kara bulutlar dolanmaktadır. Önlerinde tek bir yol vardır; tatlı hayata son vermek, kemer sıkmak ve herkes gibi çalışmak.

Ailemiz bu yolu “çok sıkıcı” bulur ve kendi yolunu yaratır: Sat ve ye!

Köşkün girişindeki değerli taşlarla süslenmiş değerli saatin etrafında toplanırlar, saatin titaklarını dinlerler ve birbirlerine sorarlar:“Saat ne diyor?” Hep birlikte kahkahalarla yanıtlarlar: Sat-ye, sat-ye, sat-ye… Ve ilk önce o saati satarlar!

Ardından çiftlikler, dükkanlar, konaklar… satarlar da satarlar. II. Abdülhamid’in tüm Üryanizade kadınlarına taktığı Şefkat Nişanlarını bile rehin verip unuturlar. Keza aile erkeklerinin Mecidi ve Osmani Nişanları da aynı akıbete uğrar. Üryanizadeler sonraki nesillere yığınla boş mücevher kutusu bırakmayı da ihmal etmezler.

Küçükken sorardım, bunları satarken üzülürler miydi diye? “Asla” yanıtını alırdım hep.

Şöyle düşünürlermiş: “Niye üzülelim ki? Dünyanın en güzel köşkünde ailece mutlu mesut yaşıyoruz, çok eğleniyoruz, kendimizi geliştiriyoruz. Önemli olan mallar değil, biziz.”

Molla Adliye Nazırı Adliye Nazırı Üryanizade Cemil Molla (1864-1941) renkli kişiliği, köşkünde kurduğu debdebeli ve sofistike hayatla Osmanlı tarihinde iz bırakmış bir devlet adamıydı.

Büyüyünce de merak ettim, acaba maddi sıkıntılar içinde yaşlanırken pişman oldular mı diye?

Mesela, babaannem ölüm döşeğinde “çok pişmanım çok” demiş ve şöyle devam etmişti: “Elde kalanları satıp, Monte Carlo’da rulette 13 numaraya koyamadım ya, işte ona çok pişmanım!” Yıllar sonra, babaannemin dileğini ben gerçekleştirdim ve koyduğum parayı kaybettim.

İlerleyen yıllarda Cemil Molla’nın küçük kızı Mehire’nin evlilik çağı gelip çattığında artık satacak malları kalmamıştı. Büyük kızı babaanneme dillere destan bir düğün yapmış olan Cemil Molla, Mehire Teyze’yi de mahzun etmek istemedi.

Korudaki çiçekler içlerine döşenen minicik ampullerle aydınlatıldı, köşk onarıldı, hizmetliler de dahil herkes ‘haute couture’ giyindi ve Mehire Teyze çok güzel bir gelin oldu.

13 Şubat 1941’de Cemil Molla son suyunu içti, bardağını şimdi benim başucumda duran komodine bıraktı, “zengin” ve çılgın bir Osmanlı olarak kuş- tüyü yatağında sonsuz bir uykuya daldı.

O yıl bitmeden birikmiş borçlar yüzünden Emekli Sandığı köşke el koydu. Beyaz kuleli köşkün o güzel insanları, yanlarına yalnızca gelecek nesillere aktaracakları o güzel anıları alıp gittiler… 

Yıl 1930… Üryanizadeler’in “Sat – Ye” döneminin sonları. Molla yaşlanmış, köşk eskimiş, borçlar birikmiştir ama tüm bunlardan habersiz torun Meşhut Ababay koruda oyun oynamakta, dedesi sevgiyle onu izlemektedir

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler