İnce belli bardağı, desenli tabağı ve demlik-çaydanlığıyla günümüzde neredeyse Türkiye’nin simgelerinden biri olan çay, ülkemizde sadece 125 senelik bir geçmişe sahip. Osmanlı döneminde bir kahve ülkesi olan Türkiye, yaygın olarak cumhuriyetten sonra içilmeye başlandı.
Bugün Türkiye’de herhangi birine bu toprakların çayla ilişkisini sorsanız, çayın geleneksel bir Türk içeceği olduğu yanıtını almanız çok yüksek bir ihtimaldir. Oysa Osmanlı döneminden bu yana, burası her zaman bir kahve ülkesi olmuştur. Çay ise çok yeni bir içecektir. Bu yeni içecek kısa zamanda benimsenmiş, kahvehanelerde bile kahveden çok çay içilir olmuştur. İnce belli bardağı, kırmızı desenli çay tabağı ve Türk tipi çaydanlığıyla, şaşırtıcı derecede kısa sürede kendine ait bir kültür yaratan çay, bugün günde ortalama 240 milyon bardakla Türkiye’nin en çok tüketilen içeceğidir.
Tabii Türklerin Anadolu öncesi yerleşimlerinde, özellikle Çin’e yakın bölgelerde çayla tanışmış olma ihtimali çok yüksek. Örneğin, Kazan Tatar Türklerinden Abdül Kayyum Nâsırî’nin Favakihü’l-Cülesâ adlı kitabında çay içen ilk Türk’ün 12. yüzyılda Kazakistan’da yaşayan Hoca Ahmed Yesevî olduğu ileri sürülür. Rusya’da yaşayan Kazak Türklerinin de 19. yüzyıl ortalarında çaya çok düşkün olduklarını da biliyoruz.
Osmanlılara çayın ilk girişininse, Rusya ya da İran vasıtasıyla olduğu bilinmektedir. Özellikle Rusya’nın Kars’ı işgali sırasında çay kültürünü de taşımasına dair örnek olarak, Rus semaverinin önce Kars’a ulaşmasını ya da yine Ruslardan geçen çayı limonlu içme alışkanlığını verebiliriz. 1838 Baltalimanı Antlaşması sonucu Britanya’dan ithal edilmeye başlanan ürünler arasında çay da vardır. Çayı en çok gayrimüslimler ve varlıklı kesim benimsemiş, hatta zaman zaman çay partileri de verilmiştir.
Çayın bugünkü Türkiye topraklarında ilk yetiştirilişinin izini sürdüğümüzdeyse, arşivlerde çayla ilgili en eski belgeye II. Abdülhamid döneminde, 1894’te rastlıyoruz.Ancak bunun öncesinde, Mudanya Kaymakamı Hasan Fehmi tarafından İstanbul’da 1892’de yayımlanan Coğrafya-yı Sınai ve Ticari adlı kitapta, Bursa’nın ekolojik koşullarının çay yetiştiriciliğine uygun olmaması nedeniyle verimli bir sonuç alınamadığı belirtildiğine göre, ilk girişimler Bursa’da yapılmış. A. Fethi Açıl’ın 1973 tarihli Cumhuriyetin 50. yılında Türk Çayı ve Çaycılığımız kitabından, 1892’deki bu başarısızlıktan sonra çay ekimi girişimlerinin uzun bir süre rafa kaldırıldığını öğreniyoruz.
Çaya merakı nedeniyle “Çaycı” lakabıyla bilinen Adana Valisi Mehmet İzzet Efendi de 1890 yılında Çay Risalesi adında küçük bir kitap bastırmıştır. Bir çay tiryakisi olan Mehmet Arif’in 1910 yılında yazdığı Çay Hakkında Malumat’ı da bu alanda yazılmış bir başka Türkçe kaynaktır. 1924’te ise, Mustafa Nezih Albayrak imzalı bir kitapçık çıkıyor karşımıza: Kutu ve Paketlere Mahsus Çay Pişirme Tarifesi ve Çayların Envai.
1917’de botanik profesörü Ali Rıza Erten, Batum’un geri alınması sonrasında burada yaptığı araştırmalar sonucunda hazırladığı Şimali Şarki Anadolu ve Kafkasya’da Tetkikat-ı Zirai adlı raporunda, Batum’un iklim şartlarına benzerlik gösteren Doğu Karadeniz kıyılarında çay yetiştirilebileceğini ileri sürer. Savaş ortamında görmezden gelinen bu rapor, savaş sonrasında, Batum’un Gürcistan’a verilmesiyle, bölge halkının çalışmak için eskisi gibi buraya gidemeyişinin ve işe ihtiyaç olmasının da etkisiyle değerlendirmeye alınmış ve Rize’ye çay, mandalina, portakal ve bambu ekimi gerçekleştirmek üzere, zamanın Ziraat Umum Müfettişi Zihni Derin’in yönetiminde bir Bahçe Kültürleri İstasyonu kurulmuştur.
1938’de, Çay Araştırma Enstitüsünün kayıtlarına göre 135 kg.; 2015’deyse 1.327.984 ton yaş çay yaprağı toplanmıştır. Yetmiş yedi yılda neredeyse 10 bin katlık bir büyüme, çayın Türkiye için hayatiliğinin yanı sıra, Prof. Ali Rıza Erten ve Zihni Derin’in çalışmalarının isabetliliğini de gözler önüne sermektedir.
Türkiye, günümüzde çay tarım alanlarının genişliği bakımından dünyada üretici ülkeler arasında 8., kuru çay üretimi yönünden 5., yıllık kişi başına tüketim bakımından ise 4. sırada yer almaktadır. Ne var ki, üretilen çayın kalitesi aynı oranda yüksek değildir. İçim zevki açısından düşük bir seviyede olan Türk çayı, ihracat için de yeterli kıstasları sağlayamamaktadır.
II. ABDÜHAMİD’İN ONAYIYLA
Japonya’dan çay fidanı
22 Ekim 1894 tarihli belgede; çay bitkisinin Osmanlı memleketinde üretiminin yapılması için Japonya’dan çay tohumu ve fidanı getirtilmesi hususunun padişaha arz edildiği belirtilerek şöyle deniyor:
“Çayın şifa ve gıda verici özelliği dolayısıyla ticaret pazarında önemli bir mevki işgal etmesi üzerine bu bitkinin Osmanlı memleketinde de yaygın bir şekilde yetiştirilmesi konusunda padişah tarafından emir verilmiş ve nümune çiftliklerinde birer dönümlük arazide dikilerek tecrübe edilmesine karar verilmişti. Yetiştirilecek çay bitkisi için Japonya’dan yeterli miktarda tohum ve fidan sipariş edilmişti. Bu fidanların getirtilmesi ve dikilmesine ve bütün bu işler için gerekli olan paranın Ziraat Bankası’ndan kredi olarak alınmasına padişah Sultan 2. Abdülhamid tarafından onay verilmiştir”.