Kasım
sayımız çıktı

Gazi’ye çekilen özür telgrafları

İstanbul basınıyla Ankara arasındaki gerginlik, 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu ile sona erdi. Çünkü gazeteciler tutuklanarak Şark İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Mustafa Kemal’e çektikleri telgraflar sonucu affedildiler.

Millî Mücadele döne­minde basın, İstanbul hükümetleri ve Mü­dafaa-i Hukukçular arasında­ki çatışmanın kurbanı oldu. Örneğin Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hu­kuk-ı Milliye Cemiye­ti’nin İstanbul’daki sesi olan Hâdisât gazete­si Damat Ferid Paşa Hükümeti’nin hışmı­na uğrayarak kapatılır­ken, Erzurum Kongre­si sonrasında Selâmet gazetesinde Müdafaa-i Hukukçulara muha­lif yazılar yazan Ömer Fevzi Bey, tutuklan­maktan kurtulmak için Trabzon’dan İs­tanbul’a kaçmak zo­runda kalmıştır.

Anadolu zaferinden hemen sonra görülen özgürlük ortamı, İstanbul basınında Ankara’ya yöneltilen eleştiriler dolayısıy­la bozulmaya yüz tuttu. Cumhu­riyet’in ilanından sonra İstan­bul Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey, bir yazısı nedeniyle İstiklal Mahkemesi’nce beş yıl kürek cezasına mahkum edildiyse de sonra affedildi.

12 Ağustos 1925‘te Cumhuriyet’te,
gazetecilerin yargılanmasına
başlandığı haberi.

Basın özgürlüğü açısından dönüm noktasını, Şeyh Sait is­yanı oluşturdu. İsyan başladık­tan yaklaşık üç hafta sonra çı­karılan Takrir-i Sükûn Kanunu, TBMM’yi devre dışı bırakarak bakanlar kuruluna olağanüs­tü bir yaptırım gücü tanıdı. Bu kanuna dayanılarak bütün mu­halif gazeteler kapatıldı ve ara­larında Velid Ebüzziya, Ahmet Emin Yalman, Eşref Edip Fer­gan, Suphi Nuri İleri, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, İsmail Müştak Mayakon’un da bulunduğu ta­nınmış birçok gazeteci Şark İs­tiklal Mahkemesi’nde, Şeyh Sait isyanına yol açtıkları, isyancıla­ra cesaret verdikleri gerekçele­riyle yargılandılar. Mahkemeler, tabii, ciddi değildi; gazetecileri haftalarca kentten kente sürün­dürerek korkutmaktan başka bir amaçları yoktu. Nitekim bütün gazeteciler, Gazi Mustafa Ke­mal’e özürlerini sunan ve kendi­sinden af dileyen bir telgraf çek­tikten sonra beraat ettiler ve bir daha Ankara’yı eleştiren yazılar yayımlamadılar. 20. yüzyıl Tür­kiye basının en büyük isimlerin­den Ahmet Emin Yalman, ancak 1936’da, Atatürk’ün özel izniyle mesleğine dönebildi.

Aynı dönemde, Ankara’yı candan desteklemelerine ve Şeyh Sait isyanını İngiliz emper­yalizminin etkinliklerine yorma­larına karşın, Türkiye Komünist Partisi’nin yayınları da yasaklan­dı. Ancak, bu çevrelerin gazete­cileri, Ankara İstiklal Mahke­mesi’nce çeşitli hapis cezalarına çarptırılmaktan kurtulamadılar. Aynı mahkeme, 20. yüzyıl Tür­kiyesi’nin diğer bir büyük ga­zetecisi Hüseyin Cahit Yalçın’ı ise, Çorum’da müebbet sürgün cezasına çarptırdı. Ancak Yal­çın, bu kentte 1926 yılına kadar kaldı. 1933’e dek yazı yazma ya­sağı aldı.

Af telgrafını imzalamadı

Adana’da Toksöz gazetesini çıkaran Abdülkadir Kemali (Öğütçü) Bey, Takrir-i Sükûn Kanunu çıkmadan önce yazdığı yazılardan ötürü yargılanıp mah­kum edilmişti. Kanun çıkınca o da Şark İstiklal Mahkemesi’ne gönderildi. Duruşmaların son evresinde 13 Eylül 1925’te gazeteciler toplu halde Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek af edilmelerini istediler. Taha Toros, “Yaman Bir Muhalif” adlı makalesinde, aralarından sadece Abdülkadir Kemali Bey’in bu telgrafa imza atmadığını belir­tiyor. Daha sonra Taha Toros’a anlattığına göre Abdülkadir Kemali diğer gazetecilere şöyle demişti: “Bu telgraftan bize yöneltilen suçun zımnen kabulü manası çıkıyor. Oysa bizim yayınlarımızda bir suç unsuru yok. Ben imza etmem.” Sonuçta diğer gazeteciler aklanırken, Abdülkadir Kemali Bey Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gönderil­di, dört buçuk ay sonra siyasetle uğraşmayacağına dair bir senet vererek serbest bırakıldı.