Kasım
sayımız çıktı

Kan ve han bağı sona ererken

“Hanbazi” terimini, “oyun oynar gibi han atama; ‘jouer au khan’, ‘khan play” şeklinde dışarıdan gelen bir bakışaçısıyla bugünkü dilimize aktarabiliriz. Oryantalist Charles- Henri-Auguste Schefer, Histoire de l’Asie Centrale par Mir Abdoul Kerim Boukhary adıyla 1876’da Farsça metin ve Fransızca çevirisi ile yayımlanan eserinde, hanların meşruiyetine ihtiyaç duyulduğu ancak güçlerini yitirdikleri döneme işaret eder.

Bir zamanlar beğenmediğimiz, uygun bulmadığımız siyasi yapılar için ithal bir terim olan “muz cumhuriyeti” tabiri kullanılırdı; şimdi daha çok “aşiret devleti”den sözediliyor. Tarihte de benzer bir durum sözkonusudur. Kendisinden “devlet- i aliyye” diye sözeden Osmanlı yönetimi, hakimiyetin paylaşılmasına sıcak bakmamış ve “bir memlekette bir hükümdar olur” savı ile hareket ederek Orta Asya siyasi yapıları ile yazışmalarında da bunu açıkça belirtmek ihtiyacı duymuştur. Devletin bu bakışaçısı, sonunda siyasi kültürün bir parçası olmuş ve “Alicengiz oyunu” (#tarih 94) yazısında belirttiğimiz gibi “halkın görüşü” hâline gelmiştir.

Benzer bir terim de “hanbazi”dir. Osmanlı teşkilat tarihinin bir parçası olmadığı için hakkında bilimsel çalışmaların görülmediği bu terim, internette ilginç şekilde Orta Asya’ya özgü “hanbazi geleneği” diye karşımıza çıkmaktadır. “Oyun oynar gibi han atama; ‘jouer au khan’, ‘khan play” şeklinde dışarıdan gelen bir bakışaçısıyla bugünkü dilimize aktarabileceğimiz bu terimi, Orta Asyalı müverrihler 20. yüzyıla gelinceye kadar kendi sistemleri için kullanmamış görünüyor. Onlar sistemi kavramsallaştırmak yerine, içeriden bir bakışaçısıyla olayları tarif ederek ayrıntılı bilgi vermişler. Terim sanki Farsça imiş gibi bir izlenim vermekte ise de, Farsça lugatlerde görülmemekte. Farsça “-baz” eki ile biten kumarbaz, küfürbaz, düzenbaz türünden Türkçe sözcükler gibi “hanbazi” de bir küçümseme, aşağılama içermektedir.

Öte yandan “hanbazi” terimi, Orta Asya’da değil de 19. yüzyılda İstanbul’da yaşayan Abdülkerim Buhari adlı bir mü­verrih ile başlamış görünmektedir. Yazar çoğu kere elçilik heyetleriyle Orta Asya memleketlerini dolaştıktan sonra bir sefaret heyeti ile İstanbul’a gelmiş ve evlenerek vefatına (1830) kadar burada yaşamış- tır. Bu arada teşrifatçı Arif Bey’in isteği üzerine, gezip-gördüğü hanlıklardaki durumu anlatan bir eser meydana getirmiştir. Oryantalist Charles-Henri-Auguste Schefer bu notları Arif Bey’in terekesinden satın almış ve Histoire de l’Asie Centrale par Mir Abdoul Kerim Boukhary adıyla 1876’da Farsça metin ve Fransızca çevirisi ile yayımlamıştır.

Arif Bey gibi teşrifat ç ıla ınuz nyıllar “Asya-yı Vusta da (Orta Asya olan millet-i İslâmiye”d nge­len e lç ve tücca lard nbilgi a ldıklarıanla ılmak ta­dır . Ch Schefer’ ne erin gi işkısmın ave diğ bilgi­l re gör e ,Arif Bey d esözko usubölg elerdek idare is nıfınve ha kınailev dur mları,karakter eriv e yaş a mlar hakkında bilgi sa ibio manıny ararları­na inanmış bir diplomattı. Abdülkerim Buhari, Orta Asya hanlıklarındaki durum ve Hive Hanlığı ile ilgili bilgi verirken “kısaca hanbazi yapıyorlardı” ifadesini kullanmaktadır. Hive’de ancak Çinggis Han neslin­den gelenlerin han olabildiğinin vurgulandığı bu pasajda, Bu­hari bu tabiri Kazaklardan bir Çinggisli’nin Hive hanı olması dolayısıyla kullanmaktadır. Hanın bir taraftan ailesi ile bera­ber iç kalede nasıl mahpus tutulduğunu; diğer taraftan başta İnak (inandığı, dayandığı kişi, vezir) olmak üzere etrafındaki güç sahibi yüksek rütbeli ricalin hanın meşruiyetini tanıya­rak her gün “görünüş” merasimi için saraya geldiklerini; ele alınan konularda hanı bilgilendirdiklerini ama son kararı ken­dilerinin verdiğini anlatmaktadır. Böylece karar belgelerinde neden her iki tarafın da mühürlerinin olduğu anlaşılmaktadır.

Cuma namazlarındaki düzen de hakimiyetin paylaşılma­sının temsili gibidir. Namazdan önce herkes rütbesine göre hanın önünde otururken İnak onun yanında oturur; namaza giderken- dönerken hanın koluna girer, oturmasına ve kalk­masına yardım ederdi. Yazar bu “hakimiyeti paylaşma” işaret­lerini kavramsallaştırmaz; ama Kazaklar’dan gelen bu hanın Kazaklar’a geri gönderilmesi ve yenisinin tahta oturtulmasını anlatırken “kısaca, hanbazi yapıyorlardı” der. Bu sözlerle, san­ki Orta Asya’daki durumu herkesin bildiği bir Osmanlı terimi ile anlatır gibidir. Anlaşılan yazar o kadar İstanbul­lu olmuştur ki Farsçası da İstanbul Farsçası izleri taşır.

Müverrihin adına ve sözettiği konuya bakıp bu terimin Orta Asya’da kullanıldığını düşünmek bizi yanılgıya götürebilir. Burada hakimiyet paylaşımın­da, han meşruiyeti, rical ise gücü temsil etmektedir. Bu dönemde hakimiyet, nesep (şecere) ile güç ara­sında paylaşılmaktaydı. Kısacası sözkonusu dönem, gücü öne çıkarmak için daha hâlâ hanın meşruiye­tine ihtiyaç duyulduğu bir dönemdir. Bir süre sonra “güç” kazanacak ve beyler han olacaktır.