1885’te Tolstoy tarafından yayımlanan İnsan ne ile yaşar? kitabında ele alınan “Pahom’un hikayesi”, ünlü yazarın bugünkü Tataristan coğrafyasındaki izlenimlerinden kaynaklanır. Tarih, edebiyat, hikaye, internet ve kaybolan değerler, bağlantılar, anlamlar üzerine…
İnternet kullanmaya 1980’lerin ikinci yarısında başladım. Daha aradan 10 yıl geçmeden hevesli öğrencilerimi “İnternette her gördüğünüz şeye inanmayın, araştırın, doğru mu diye bakın” diye uyarıyordum. Bu uyarı bugün için de geçerli. Ancak WhatsApp, Facebook, Twitter gibi “sosyal medya” dediğimiz ortamlarda elden ele haber ulaştıralı beri farklı bir dönem yaşıyoruz.
Öncelikle, artık uzun mesajlar prim yapmıyor, kimse ayrıntı istemiyor. Bazen insanlar gönderdiklerini doğru dürüst okumadan mesajın genel havasına bakıp mesajı paylaşıveriyorlar; haberleşmede hız gerçekten önem kazandı. Öyle olunca da uzun uzun düşünmek değil, tepkiler üzerine hareket ediliyor. İşin ilginç yanı, gelip geçen bu mesaj ve haberlerin çoğunda yazar ismi göremiyorsunuz. Bazen bir video parçası oluyor, hoşunuza gidiyor, acaba kim yapmış diye düşünseniz bile bulmanız çok zor oluyor. “Ânı yaşa” deniliyor ya, burada da belleğimize düşen anlık mesajlardan söz ediyorum; onu ânında başkasına gönderdiğimiz zaman “misyon tamamlanmış” oluyor.
Kimi zaman yazarın da adı veriliyor. Aşağıda vereceğim örnekte, “doymak bilmeyen hırs” temalı hikayede de yazar adı var ama bağlam yok. İnternette “Pahom’un hikayesi” diye bakınca hikayenin özünü anlatan birçok site ile karşılaşırsınız: [Pahom] Uzak yerlerin birinde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, onun yanına gider. Reis Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek katettiğin bütün yerler senin olacak, fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım” der ve ilave eder: “Yoksa bütün hakkını kaybedersin”. Sonuç olarak hırsına yenilen Pahom bütün gün koşturur tam istediğine nail olacakken düşüp ölür; Pahom’u bir mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durup şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!” Güzel bir hikaye!
Hikaye elden ele dolaşırken, Tolstoy tarafından bir ahlak dersi vermek için yazılmış gibi algılanır. 1885’te İnsan ne ile yaşar? adıyla yayımlanır. Tabii işin içinde hırsın yerilmesi vardır; ancak Tolstoy’un bu konuya eğilmesinin sebebi acaba sadece etrafta gördüğü hırs mıdır? Hani tarih, zaman ve mekan işi denir ya… Hikaye 19. yüzyılın ikinci yarısında, Tolstoy’a hiç de uzak olmayan bir yerde geçer. Aslında bizim Tolstoy hikayesine katkımız bu “uzak yerlerin birinde” ifadesiyle başlar, “reis”i öne çıkarmamız ile devam eder. Olayın cereyan ettiği yer bize uzaktır ama hikaye Tolstoy’un çiftliğine yakın yerlerde geçmektedir. Tolstoy’un Moskova yakınlarındaki, bugün müze olan “Yasnaya Polnaya” adlı ikametgahından başka bir de Samara (bugünkü Tataristan’da) taraflarında bir çiftliği vardı. Bugün bu çiftlikte bulunan bir dikilitaş 1873’e işaret eder.
Tolstoy’un buralara ilk gelişi sağlık problemleri ile ilgilidir. Bünyesi zayıf düşen Tolstoy’un Başkurt kımızı içmesi tavsiye edilir. Samara’ya 130 km. mesafede Karalık suyu kenarındaki Başkurt obasının ileri gelenlerinden Muhammet Rahmetullin ile uzun yıllar sürecek bir dostluk kurar. Kımız içerken Başkurt köylüleri ile hasbıhal eden Tolstoy, onların eski göçebeliklerini geride bırakmış olduklarını ve artık saban sürdüklerini görerek zamanla kaybolan değerler üzerinde düşünür. Ayrıca etrafta dolaşan kolonizatör ve girişimci taifesinin de kendilerine durumdan vazife çıkarmaları da bu hikaye için bir dürtü olmuştur.
Tolstoy ayrıca Herodot’un İskitler hakkında yazdıklarından da esinlenmiş görünür. Öte yandan internette gökten zembille inmiş gibi ortaya çıkan “Reis” aslında bir Başkurt beyine işaret eder. Ancak Tolstoy, toplumsal gerçeklere uygun bir şekilde beyi değil köylüleri öne çıkarır; onların kımız içerek türküler söyleyerek geçen günlerini gözönüne serer; Pahom’un hırsı ile köylülerin sadeliğini karşı karşıya getirir. Pahom düşüp ölünce, köylüler kımız içmeyi bırakıp onun etrafında “tsı, tsı” diyerek dolanırlar. Ben hikayeyi basılı bir nüshadan okuduğum zaman Rusça’da “tsı, tsı” diye bir ses var mı diye sormuştum; olmadığını öğrenince Tolstoy’un yerel bir ses veya nida ile hikayesine bir nüans ve gerçeklik katmasına hayran olmuştum. Umarım hepimiz internete doyduktan sonra bağlam ve nüansın bize verdiği doyum ve hazzı tekrar hatırlarız.