Kasım
sayımız çıktı

Nefret söylemi ve medya: Estetize edilmiş fenalıklar

1980’lerin ortalarından itibaren tanımlanan “nefret dili”, son yaşadığımız deprem felaketinden sonra medyada ve sosyal medyada etkili oldu, oluyor. Bir tarafta geleneksel medyanın analitik, sorgulayıcı ve özeleştiri yapmaktan uzak dili. Diğer tarafta sosyal medyada anonimliğe izin veren iletişim sürecinin ayrımcı, saldırgan veya nefret söylemini yayan örnekleri barındırması.

SUHA ÇALKIVİK

Hayatım boyunca büyük depremlere tanık ol­dum. İlki 1967 Ada­pazarı depremiydi. Cumartesi günleri yarım gün mesai vardı o zamanlar. O Cumartesi baba­mın işyerinden çıkıp yaşadığı­mız lojmana doğru yürürken büyük bir sarsıntıyla yere ka­paklandık. Üst dişlerim kırıl­dı ve diz kapaklarım yara bere içinde kaldı. Yanımda yatan ba­bamın göğsü kırmızıya bulan­mıştı; kanaması var zannederek üzülmüş, ağlamaya başlamış­tım. Oysa elindeki domatesler ezilmiş kırmızıya bulamıştı giy­silerini; sadece küçük sıyrıkları vardı. 1.95 m. boyundaki devasa babamın, yere düşmesine rağ­men ağzından bir küfür ya da öfke sözcüğü çıkmamıştı. Yanı­başımızdaki caminin minaresi apartmanımızın üstüne devril­mişti. Evimiz yaşanamaz du­rumdaydı. 6 ay boyunca askerî sahra çadırında yaşamak zorun­da kalmıştık. Dev kazanlarda pi­şen karavanalar, çadırların ru­tubet kokusu ve gazyağı lamba­larının titreyen cılız ışıkları…

6 Şubat 2023 sabaha karşı 10 ilimizde yaşanan Kahraman­maraş merkezli depremler, beni 4 yaşımın travmasına götürdü. Büyük fay hatlarının geçtiği bir coğrafyada yaşamanın bir sonu­cu olarak depremlerle sarsılan hayatlar yaşıyoruz.

Büyük afetlerin sonrasında toplumun değişik katmanların­da, siyaset veya medya çevre­lerinde hedef gösterici, yafta­layıcı, nefret söylemi ve nefret suçuna zemin hazırlayıcı, kış­kırtıcı ifadelere rastlarız maale­sef. “Nefret” sözcüğü, “yalandan nefret ederim” ya da “bamya yemeğinden nefret ederim” gibi beylik cümleler dışında dilime pek uğramamıştır. “Nefret”, söz­lük anlamıyla bir kimsenin kö­tülüğünü ve mutsuzluğunu iste­me, tiksinme olarak tanımlanır. İnsanlar birçok şeyden nefret edebilirler. Örneğin, lağım fa­relerinden, matkap sesinden, pembe renkli yatak takımla­rından nefret edilebilir. Ancak nefret, “biz” tanımının dışında açıkladığı insan kitlelerine yani ötekine karşı olduğunda durum aynı değildir. Yani lağım farele­rinden ya da matkap sesinden nefret etmekle, örneğin, etnik kökene dayalı nefret aynı şey değildir.

Afet sırasında enkaza mikrofon uzatan ya da depremzededen mikrofon kaçıran basın mensupları gördüğümüz gibi, VOA’dan Mahmut Bozarslan gibi enkazın altına bakılması için kamerasını ekiplere veren gazeteciler de gördük.

1980’lerin ortalarından iti­baren ABD medya çevrelerinde ortaya atılan “nefret söylemi” kavramı 1997’de Avrupa Kon­seyi Bakanlar Komitesi’nin Tav­siye Kararı’nda şu şekilde ta­nımlandı: “Irkçı nefret, yaban­cı düşmanlığı, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi”.

Nefret söylemi, demokratik bir toplum ve barış kültürünün kurulması ve sürdürülmesinin önündeki en önemli engellerden biridir. Nefret söylemi, bir bi­rey veya gruba ırk, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim, din, mezhep, siyasi tercih, felsefe, sosyoekonomik durum, fiziksel özellikler, fiziksel yetersizlik ve­ya hastalık temelinde ayrımcılık yapmak olarak tanımlanmak­tadır. Homofobik nefret söyle­mi, etnik kökene dayalı ve ırkçı nefret söylemi, cinsiyetçi nefret söylemi, dinsel nefret söylemi, siyasal nefret söylemi ve çeşitli hastalıklara ve engellilere kar­şı nefret söylemi olmak üzere farklı alanlarda karşılaşıyoruz bununla.

Popüler anlamda nefret söy­lemi içeriklerine, en belirgin bi­çimiyle futbol medyasında rast­lıyoruz. Futbol medyasına, “kan, heyecan, korku, savaş, pat­lamak, gerginlik, provokasyon, hayat duracak, düşman, kan da­vası, yürek dayanmaz, kızışmak, daha kötü olacak, daha iyi olma­yacak, ölmeye geldik vb.” düş­manlaştıran sözler damgasını vurmuştur. 2012-2019 arasında yayımlanan ve adının açılımını Açık Mert Korkusuz olarak du­yuran AMK isimli gazete, çağrış­tırdığı sövgü sözü ile çeşitli kül­tür gruplarını yakalayarak tiraj artırmak için bu ismi seçmiştir.

Yeni medya ortamında da 2000’lerin başından itibaren ho­mofobi, transfobi, etnik milliyet­çilik, mizojini (kadın düşman­lığı) ve her türlü nefret söyle­mi katmerli olarak işlenmeye başlandı. “Travesti Bursa”, “i… Ankaragücü” gibi sosyal medya gruplarına rastladık. Etnik köke­ne dayalı ve ırkçı nefret söyle­mine İsrail takımlarıyla yapılan maçlardan sonra atılan manşet­lerde sık sık tanık olduk. Galata­saray’ın 2009’da UEFA Avrupa Ligi rövanş maçında eşleştiği Maccabi Netanya takımını yenmesinden sonra bir spor gazetesi “Aslanım, Netan­ya’ya çok güzel koydu” baş­lığını kullanmıştı. 2011’de Mavi Marmara baskını ile gündeme gelen Türki­ye-İsrail siyasi krizi sonra­sı Beşiktaş’ın İsrail takımı Maccabi Tel Aviv’i yendiği maçın ardından bir spor gazetesi “Kol gibi geçirdik” başlığıyla çıkmıştı. Ha­berin spotunda da “Mavi Marmara baskınında va­tandaşlarımızı katleden ve siyasi kriz yaşadığımız İsrail’e en güzel yanıtı Be­şiktaş verdi. (…) Osmanlı tokadını İsrail’in suratın­da patlattı” yazılmıştı.

Nefret söyleminin medyada ayrımcılık ya­pan diline 2011’de Van depremi sırasında da tanık olmuştuk. Bir te­levizyon kanalında ha­ber spikeri, “Türkiye bugün bir başka acı haberle sarsıldı. Her ne kadar Türki­ye’nin doğusundan, Van’dan gelmiş olsa da bu haber hepi­mizi gerçekten derinden sarstı ve üzdü” dediğinde gözlerimiz fal taşı gibi açık kalmıştı.

Yardıma giderken ırkçılığa çarptı
Türkiye’de yaşayan bir Suriyeli’nin TikTok üzerinden deprem bölgelerine yardım götürmek için yola çıktıklarını anlattığı video, daha sonra “Suriye sınır kapılarının açılmasını fırsat bilen insan kaçakçıları, Suriyelileri Türkiye’ye taşıma hizmeti veriyor” diye paylaşıldı.

Nefret söylemi üzerine ça­lışan biliminsanları, “küfür veya hakaret içeren her ifade, nefret söylemi olarak görü­lemeyeceği gibi içinde hiçbir küfür, hakaret veya kötü söz olmayan herhangi bir ifade de nefret söylemi içerebilir” gö­rüşünü savunur. Hrant Dink Vakfı’nın nefret söylemine ilişkin çalışmasında, Türki­ye’ye özgü dil ve kültür farklı­lıklarını da dikkate alarak be­lirlemiş olduğu nefret katego­rileri şöyle sıralanmış:

. Abartma / Yükleme / Çar­pıtma

. Küfür / Hakaret / Aşağı­lama

. Düşmanlık / Savaş söylemi

. Doğal kimlik ögesini nefret aşağılama unsuru olarak kul­lanma / Simgeleştirme

Yine Hrant Dink Vakfı ta­rafından hazırlanan Medya­da Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem 2018 Raporu’na göre hakkında en çok nefret söylemi üretilen gruplar şöyle sıralan­mış: Yahudiler, Ermeniler, Su­riyeliler, Yunanlar, Gayrimüs­limler, İngilizler, Fransızlar, Araplar…

Medya ve deprem

1999 Marmara depreminden bu yana Türkiye’de yürütülen ge­leneksel yayıncılık faaliyetleri üzerine yapılan akademik ileti­şim araştırmalarında, televiz­yon kanallarının deprem risk iletişimine dair içerik geliştire­medikleri saptanmıştır. Büyük depremlerden sonra yapılan ya­yınlarda estetize edilmiş, hikâ­yeleştirilmiş hatta bir yanıyla politize edilmiş kısmi bilgilen­ dirmelerin yapıldığı gözlenmek­tedir. İletişimbilimciler deprem sonrası dolaşıma sokulan ha­berlerin üçte birinin “hikayeleş­tirme/dramatizasyon” tema­sına dâhil edildiğini belirtiyor. Deprem anına yönelik görüntü­ler, ürküntü yaratan yıkıntı gör­selleri, enkazdan gelen imdat çağrıları, çığlıklar ve olay anına ait kurtarma ekiplerinin ses­leri, “enkaza mikrofon uzatan” ya da canlı yayınlarda deprem­zedelerin yardım çağrılarında “mikrofonunu saklayan” bazı muhabirlerin mizansen kokan ve depremzedelere hor bakan röportajları, içe işleyen enstrü­mantal (ney ve duduk ağırlıklı) müzikler ve korku ile paniğin öne çıktığı bu özel “deprem su­num biçimi”, depremin farklı formlarda estetize edildiğini ortaya koymaktadır. Gelenek­sel medyanın mevcut yayıncı­lık politikası; analitik, sorgu­layıcı ve özeleştiri yapmaktan uzak, merkezî otoritenin sa­hadaki çalışmalarını sorgusuz sualsiz tanıtmaya yönelik, ka­munun halkla ilişkiler faaliyeti görünümündedir. “Biz” dışın­daki herkesi “öteki” ya da “on­lar” bakışıyla “potansiyel birer düşman” olarak gören bir dil, geleneksel medyanın neredey­se tamamına hâkimdir.

Nefret söylemi çalışmaları­na ülkemizde öncülük eden ve farkındalık yaratılmasını sağ­layan Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, mevcut iktidar-med­ya ilişkilerini irdeleyerek şu saptamada bulunmuştur: “… çatışma ve kriz zamanlarında devletin medyadan, kendi icra­atını haklılaştıran ve meşrulaş­tıran bir tür ‘vatansever medya’ beklentisi vardır”.

Depremlerin ardından çalışmalara destek olmak için Türkiye’ye gelen İsrail Arama Kurtarma Ekibi’nin ülkelerine dönmesinin ardından çıkan haberlerden…

6 Şubat 2023 depremle­rinden sonra arama-kurtar­ma çalışmaları için ekiplerini gönderen 63 ülkeden biri olan Ermenistan kurtarma ekibi­nin Adıyaman’daki çalışmala­rı, çoğu haber kanalı tarafından görmezden gelindi, ülkenin is­mi bile anılmadı. Arama-kur­tarma çalışmalarında en etkin ekiplerden olup depremzede­lere yönelik yardımlar ve has­tane kurulması çalışmalarıyla göze çarpan İsrail ekipleri çoğu yerde yok sayıldı. Deprem böl­gesini ziyaret eden bazı politik figürlerin basın açıklamaların­da muhalif seslere karşı siya­sal nefret söylemine dair dile döktükleri nitelemeleri, yakış­tırmaları; yağma ve hırsızlık vakalarında düzensiz göçmen­lerin potansiyel suçlular olarak hedef gösterilmeleri ve LGB­Tİ+’ların deprem bölgesinde barınma alanlarında karşılaş­tıkları nefret dili ve linç edilme korkusuyla oralardan uzaklaş­mak zorunda kalmaları; afetle­rin yaşandığı dönemlerde nef­ret söyleminin ulaştığı boyu­tu göstermektedir. Ülkemizde geleneksel medyanın ve daha çok sosyal medyanın yeniden ürettiği nefret söylemi, elbette sokağa da katmerli bir şekilde yansımaktadır.

Geleneksel medyanın ge­neline hâkim olan tek seslilik ve merkezî otoriteye duyulan güvensizlik; haber ve bilgi akı­şının çarpıtılarak sunulacağı­na dair yaygın görüş; kitleleri sosyal medyaya ve de özellikle Twitter’a yönlendirdi. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen insanların konumlarının bildi­rilmesi, ihtiyaç listelerinin du­yurulması, yardıma gereksinim duyulan noktaların çoğaltıla­rak hızla paylaşılması, Twit­ter’ı öne çıkardı. Hatta muhalif kanaat önderleri ve gazetecile­rin takipçi yoğunluğundan ra­hatsız olan kamu otoriteleri bu mecrada bir gün boyunca bant daraltması ile iletişimi engel­lemeye bile kalktılar. Ancak bu mecranın anonimliğe izin veren iletişim süreci de kullanıcıları­nın son derece benmerkezci ve aşırı özgüven ile ortaya koyduk­ları ayrımcı, saldırgan veya sert dil de yer yer nefret söylemini pekiştirebilmektedir.

Nefret söyleminin bir sü­redir sosyal medya platformla­rında hızla yayılmaya başla­ması, zaten bu alanda hizmet sunan şirketlerin gündemin­deydi. İletişimbilimciler nef­ret söylemini daha iyi anla­mak için bu söylemleri kim­lerin ürettiğine de bakılması gerektiğini belirtiyor. İdeolojik sebeplerle ya da ekonomik ka­zanç nedeniyle nefret söylemi içeriğini üreten ve bunu yay­gınlaştıran profesyonel grup­ların da varolduğunu vurgulu­yorlar. Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, “nefret söylemi ile mücadele ederken ifade özgür­lüğünün korunmasının önemi­ni” vurguluyor ve “sosyal med­ya platformlarında kullanılan algoritmaların yanlı olma riski taşıdığını” belirtiyor.

Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu, Susan Benesch, Dr. Zeynep Burcu Vardal, Dr. Bahadır Avşar, Mehmet Varış, Dr. Hakan Irak ve Hrant Dink Vakfı’na teşekkür ederiz.