Vezir sözcüğü Farsça “yükü çeken, sırtlayan” anlamına gelir. Osmanlı Devleti’nde de 36 sultanın yanında tüm sorumluluğu, riskleri vezirler üstlenmişti. 600 yıllık saltanatta toplam 218 veziriazamdan kimi büyük başarılara imza atmış, kimi padişahları gölgede bırakmış, kimileri kesesini doldurmuş, kimileri yıllarca kimisi de sayılı gün ve saatlerde kalmıştı. “Geçmiş zaman başbakanları”nın parlak ve trajik öyküsünü, tarihçi Necdet Sakaoğlu anlattı…
#tarih – Vezirlik müessesesi Osmanlı sisteminde nasıl kurgulandı, sonrasında nasıl işledi hocam? Bu mevkideki insanlar nasıl, hangi kurallara göre seçilirdi?
Necdet Sakaoğlu – Osman Bey’in Orhan Bey’in, vezir sanı taşımayan, danışman, arkadaş denebilecek yardımcıları vardı. Sonraki süreçte babadan oğla birkaç kuşak veziriazamlığa getirilenler, terfiyle veya seçilerek, hatta kur’a ile atananlar olmuştur. Başlangıçta ulu vezir denirmiş. En yaygın unvanıyla sadrazamlar, öyle ya da şöyle, padişahtan sonra devletin en yetkilisi idi.
Bir dönem bu göreve Divan-ı hümayun üyesi olan vezirlerin en kıdemlisi, yani ikinci vezir atanırken 17. ve 18. yüzyıllarda bu kural bırakılmış. Adından uğur umulup atananlar dahi vardır. Sayıca rekor, Hz. Peygamber’le adaş Mehmed /Muhammed Paşalardadır. Bunlardan, müneccim yorumuyla ardarda veya aralıklarla sadrazam seçilenlerden III. Selim’in tercihleri, Hasan ve Mehmed Paşalarda olmuş. Cezayirli Gazi Hasan Paşa ölünce, “bir Hasan Paşa daha bulun” dediği tarih kayıtlarındadır. Listeler, peşpeşe üç Mehmed Paşa, üç Hasan Paşa örneği gösteriyor. Kur’a çektiren, istihraca, istihareye, tefeüle (fal açmak) de başvurduran padişahlar da olmuş.
# – Sadrazamın kelime anlamı nedir hocam?
Necdet Sakaoğlu, vezirlerle ilgili bir kaynağı tararken
NS – “Azam” büyük demek, “sadr” baş, baş taraf, üst mevki. Şu halde “sadrazam” başta oturan, büyük makamda oturan demekti. 17. yüzyıl ortalarına kadar asıl unvan “vezir-i azam”dı (baş vezir, büyük vezir). Bunun bir nitelemesi de sadrazamken, giderek sadrazam asıl unvan olurken veziriazam da arada kullanılmıştır. Padişahların, bu göreve atama fermanlarında “vezirim”/ vezir-i meâlî-semîrim (uğurlu, üstün nitelikli) hitabı usuldendi. Hatta Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında Türkçe “uluğ vezir” de denirmiş.
# – Osmanlılardan önceye giden bir geçmişi var galiba…
NS – Sadrazamlık Osmanlı Devleti’ne özel bir makam- mevkiydi ama, temeli Sasanilere dayanıyor. Vezir Farsça kökenli bir sözcük. Arapçaya da geçmiş. Anlamı, yükü çeken, yük götüren demektir. Yükü çeken, arabaya koşulan öküzse, devlet yükünü çekene de daha Abbasiler döneminde vezir denmiş. Halifeler ve hükümdarlar devletin doğru yanlış, haklı haksız her işini vezire yüklemeyi tercih etmişler. Kısa bir dönem, Abbasi halifelerinin vezirleri iki üç kuşak Bermekoğulları idi. Ani bir kararla yok edilmişlerdir. Son Abbasi veziri Alkamî ise ihanetiyle ünlenmiş ve öldürülmüştür.
Ortaçağ İslâm devletlerinde –unvanları farklı olsa da– vezirlik bir bakıma Abbasi mirası. Övülmek istenen başarılı vezirlere ise peygamber-hükümdar Hz. Süleyman’ın veziri Asâf’a benzetilerek “Asâf-ı zaman” denmiştir. Büyük Selçukluların ünlü vezirleri, Amidülmülk (devletin direği), Necmülmülk (devletin yıldızı), Nizamülmülk (devlet düzenini kuran kollayan) unvanlarıyla anılmışlar. Ortadoğu, Türk- İslâm devletlerinde vezirlerin “sahib-i devlet”, “ sahip” , “atabey” “pervane”… gibi unvanları var. Kimi sultanlar vezirlerine “lala” demişlerdir.
Osmanlıların ilk döneminde “bu yetkiyi kullanan vezir tek miydi veya birkaç vezir mi vardı?” tartışma konusudur. Osman Bey’in bu konumda bir yardımcısı bilinmiyor. Orhan Bey’in Alâeddin adlı hem kardeşi hem danışmanı bilge bir vezirden söz edilir. Orhan Bey’in yaşlılık döneminde de büyük oğlu Süleyman Paşa vezirlik etmiş. Orhan’ın son, Murat Hüdavendigar’ın ilk zamanlarında vezirlik yapan bazı isimler geçer.
# – Bu makam Osmanlı Devleti’nde nasıl kurumsallaştı?
NS –Osmanlı Devleti’nde vezirlik kurumunu başlatanlar, ataları Ankara’nın Cendere köyünden olan Candar/ Çandaroğulları’dır (Bu ailenin Kastamonu ve Sinop’taki Candaroğulları Beyliği’yle ilgisi yoktur). İlki Kara Halil HayreddinPaşa, Murat Hüdavendigar’a uzun yıllar vezirlik etmiş ama, veziriazam dendiğine dair bir kayıt yoktur. Bunun çağdaşı Hacı Paşa (Beşe), bir de Sinaneddin Yusuf Paşa biliniyor.
Vezirlik ve veziriazamlığın vazgeçilemez, temelli ve geleneksel bir makam oluşu, Murad Hüdavendigar’ın son, Yıldırım Bayezid’in ilk zamanlarındadır. Sistemi, bu aileden vezirler kurmuştur. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Candaroğulları kitabında bu ailenin, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunda, devlet yapısının işleyişini örgütlediğini anlatır. Bunlar sırasıyla Kara Hayreddin Halil Paşa, oğlu Ali Paşa, torunu İbrahim Paşa ile bunun oğlu (II.) Halil Paşa’dır. Adı geçenler, Osmanlı Beyliği’nin ilk 150 yılında dört kuşaklık bir vezir hanedanıdır. Devletin örgütlenmesinde, Yeniçeri ocağının kuruluşunda, savaşlarda Çandaroğulları’nın başarıları tartışılamaz. Sonuncu Çandarlı Halil Paşa, 20 yıl II. Murad’a, ilk saltanat yılında da Fatih Sultan Mehmed’e vezirlik etmiştir. II. Mehmed, Halil Paşa’yı İstanbul kuşatmasındaki muhalif siyaseti nedeniyle azledip Yedikule’de tutuklatmış, fetihten sonra da boğdurtmuştur. Osmanlı tarihinde idam edilen veya olaylarda öldürülen 40 dolayında veziriazamın ilki bu Halil Paşa’dır.
# – Çandaroğulları hanedanı bu idamla mı bitiyor?
NS – Evet. Ondan sonra, Fatih Sultan Mehmed kurmak istediği devlet örgütü için öngördüğü yapı içinde Divan-ı hümayunöne çıkıyor. Divanın başında da devşirme kökenli ilk veziriazam Hırvat veya Arnavut Mahmud Paşa yer almıştı. Sonraki dönemlerde Türk kökenli veziriazamlardan çok, devşirme veya türlü milletlerden vezirler görevdedir.
# – Çandaroğullarından sonra gelen veziriazamlar genellikle “düşük profilli” miydiler hocam?
NS – 16. yüzyıl sonlarına, daha doğrusu 1573’teki Sokollu suikastına kadar güçlü ve yetkin vezirlerdi. Kimilerinin soydaşlık akrabalık bağlarından da belki söz edilebilir. Fatih’in İstanbul’u alışından sonra ilk veziriazam olan Mahmud Paşa, payitahtın imarında paşaların almaları gereken görevleri belirlemiş, her semte bir paşanın bir camiyle Türk mahallesi kurmasına öncülük etmişti. O kampanyada görev alan İshak Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Rum Mehmed Paşa, Davut Paşa, Mustafa Paşa… bugün de cami ve semt adlarıyla anılmaktalar. İstanbul’da ilk medresenin kuruluşu ve programının hazırlanmasına da Mahmud Paşa öncülük etmiştir. Devşirme bir veziriazam olarak, İstanbul’un ilk camilerinden birini, ilk ticaret hanını, ilk büyük çarşı hamamını inşa ettirmiş, çarşıları örgütlemiş, İstanbul’daki, ilk şer’i mahkemeyi de kurmuştur.
17. yüzyılda ve sonrasında vezirlerin yönetim ve sefer başarıları, donanımlarındaki eksiklikler nedeniyle düşmüştür. Mesela Nevşehirli İbrahim Paşa’dan önce III. Ahmed’in atadığı sadrazamlardan bir Hoca İbrahim Paşa vardır, balıkçılıktan gemicilikten gelme. Her nasılsa sadrazam yapılınca Edirne Sarayı’nda bir iç odasında, gemici sarığı çözülerek başına sadrazam kavuğu konulurken odayı kötü kokular sarmış, kibar saraylılar bayılacak gibi olmuşlar! Bu adam, Edirne sokaklarında kadınlara laf atmaya başlayınca Sadaretinin, 21. gününde idam edilmiş. Değerli ama isyancı kapıkulları tarafından öldürülen sadrazamlar da yok değil.
# – Bu dönemden itibaren azletmeler ve idamlar arttı. Sizce bunun sebebi neydi?
NS – 36 padişahın toplam 622 yıllık saltanatında 218 sadrazam var. Her padişaha ortalama 7-8 sadrazam düşüyor. Buna karşılık II. Selim’in sekiz yıllık saltanatı, babasından devraldığı kendi damadı Sokollu’nun sadaretinde geçmiş. II. Selim, Sokollu’yu oğlu III. Murad’a devretmiş. Onun saltanatının ilk beş yılında da Sokollu makamında. Mütercim Rüşdî Paşa’nın 1876’daki aylarla sınırlı dördüncü sadaretinde Abdülaziz tahttan indirilmiş, V. Murad üç ay padişahlık ettikten sonra tahttan indirilmiş, II. Abdülhamid tahta çıkmış. Yani Rüşdî Paşa hepi topu yedi sekiz ay zarfında 2 hall, 2 cülus olmuş. Sadareti 15 yıl sürenlere karşılık günlerle sınırlı kalanlar da var. Ahmet Vefik Paşa’nın ikinci sadrazamlığı sadece iki gündür.
# – Ancak öyle isimler var ki hocam, dediğiniz gibi Sokollu veya daha öncesinde Pargalı İbrahim Paşa gibi… Bunlar neredeyse padişah kadar, bazen padişahın da önüne geçen inisiyatifler kullanmışlar…
NS – Yetkilerini kapsamlı tutan Köprülü Mehmet Paşa da unutulmamalı. Çocuk padişah IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan’a koşullar dayatarak yönetim sorumluluğu almış. Padişah ve valide sultanı, yönetime karışmamaları için Edirne Sarayı’na göndermiş. Beş yıllık sadrazamlığında Çanakkale Boğazı’ndaki Venedik ablukasını kaldırmış, Anadolu’daki Celalî eylemlerini sindirmiş. Ölüm döşeğinde IV. Mehmed’e sadarete oğlunun getirilmesini öğütlemiş. Oğlu Fazıl Ahmet Paşa, 27 yaşında genç bir müderrisken, Edirne’ye çağırılıp sadaret mührü verilmiş. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın sadrazamlığı 1661’den 1676’ya kadar onbeş yıldır ve devletin son güçlü dönemidir. Yani baba oğul toplam 20 yıl sadrazamlık yapmışlar.
Köprülülerin üçüncüsü Mehmet Paşa’nın manevi oğlu ve damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, dördüncüsü küçük oğlu Fazıl Mustafa Paşa’dır. Köprülülerin iktidarı 1651’den 1710’a kadar altmış yıl demektir. Aynı dönemde Fransa’da Kardinal Mazarin’in, İngiltere’de Cromwell’in de iktidar yılları vardır.
Sadrazamlığın rastgele ona buna verilmesinin örnekleri ise, Şimşirlik’te ve Kafes Kasrı’nda yıllarca kapalı kalan şehzadelerin tahta oturtuldukları 1620’lerden 1808’e kadarki iki yüzyılda sıkça görülmüştür. .
# – Yani padişahların niteliği düştükçe, sadrazamlarınki de düşüyor…
NS – Evet. Seferlere gitmiş, ülkeler tanımış, okuyan yazan, yasalar düzenleyen Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazam seçmedeki öngörüsü ile çocuk yaşta tahta çıkan veya taşrayı hatta İstanbul’u tanımayan, donanımsız, örneğin 4 yaşından 55 yaşına kadar haremde tutuklu yaşamış, sonra tahta oturtulmuş III. Osman’ın sadrazam atama-azletme ölçütü kıyaslanabilir mi?
III. Osman, babası II. Mustafa’nın Edirne Sarayı’ndaki hareminde 1698’de doğmuştu. Babası tahttan indirilince, Osman ve ağabeyi Mahmud, Edirne’den İstanbul’a getirilip Saray Şimşirliği’ne hapsedildiler. Önce amca III. Ahmed’in, sonra ağabey I. Mahmud’un toplam 51 yıllık saltanatlarında Osman hapis yaşadı. 55 yaşında tahta oturtuldu. Üç yıl kadar padişahlığı var, ama dört kez sadrazam atamış, azletmiş. Deneyimli paşaların karşısında hanedan mensubu olmak dışında bir özelliği yok! Ezik bir adam, dünyayı bilmiyor, siyaset bilmiyor. Ama padişah! İstiyor ki yetkisini sonuna kadar kullansın.
Meşhur öyküdür: Deneyimli veziriazamlardan Hekimoğlu Ali Paşa’ya bir gün çıkışmış: “Şimdi seni azleder, Hamallarbaşı Ali Ustayı vezir edinirim!” deyince aldığı yanıt şu olmuş: “Elbette hünkârım. Ama o vakit kendisine Hamalbaşı Ali Paşa denir”.
# – Hocam bu 218 sadrazamın kaçı azledildi, kaçı katledildi?
NS – 38 sadrazam idam edilmiş. Ayrıca asker tarafından linç edilerek öldürülenler var, suikaste kurban gidenler var, hatta öldü gösterilen ama zehirlenerek öldürülenler dahi var. Gerçek şu: İyi kötü, bu 218 kişilik kadro, 36 padişahın buyruğunda imparatorluğun en büyük yükünü çekmişlerdir. Timur’un neden olduğu Fetret Devri de dahil, bütün zamanlarda devleti temsil etmiş ve yönetmişlerdir. Yanlışları, aymazlıkları olanlar yanında fevkalade başarılı olanları, zafer kazananları, savaşta ölenleri vardır.
Daha genel bakıldığında, Sasaniler döneminden Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar geçen kabaca 2.500 yıllık zamanda, vezirler Ortadoğu’nun asıl yöneticilerdir. Halifeler, sultanlar, padişahlar, sorumlulukları vezirlerin boynuna sararak saltanat sürmüşlerdir. Bu bakımdan Ortadoğu vezirleri üzerine esaslı çalışmalar yapılmalıdır. Bunlar arasında yüklendiği görevin bedelini canıyla ödeyenler çoktur.
İdamlarında bile anlamlar vardır. Başının baltayla, kılıçla uçurulması hakaret, boynuna kement geçirilerek boğulması ise suçuna karşın kendisine saygı da duyulduğunu gösteriyordu. Boğulmak, kişiye suçlu olmasına karşın hizmetlerinin de bilindiğinin işaretiydi. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa böyle idam edilmişti. Buna karşılık, II. Osman’ın Yedikule’de öldürülüşüne sebep olan sadrazam Kara Davud Paşa, bir padişahın katline sebep olduğundan sarayın avlusunda teşhir edilerek boynu kılıçla vurulacakken adamları tarafından kaçırılmış, sonra yakalanıp Yedikule’de idam edilmiştir.
# – Veziriazamların azledilmesi nasıl gerçekleşiyordu?
NS – Azil işleminde, padişah mühr-i hümayun denen mutlak vekillik mührünü ya doğrudan istiyor veya bir saray görevlisine aldırıyordu. Bunun için kendisine “seni azlettim!” içerikli bir yazı gönderilmesi gerekmezdi. Ama göreve atanan yeni sadrazama ya bizzat padişah mührünü verir veya gönderir, ayrıca bir de saraydan hatt-ı hümayun (atama fermanı) yazılırdı. Yeni veziriazamın sarayda padişahın huzurundan çıktıktan sonra vezaret alayı denen bir kortejle Paşakapısına/Bâbıâli’ye gelmesi, buradaki merasimde atama hatt-ı hümayununun okunması âdetti. Son Mâbeyn-i hümayun Başkâtiplerinden Ali Fuad Bey (Türkgeldi), derlediği veziriazam atama fermanlarını bir yazmada toplamıştır.
Azledilen eski vezirazamı ise konağında oturmak, sürgüne gönderilmek veya idam edilmek gibi bir yazgı beklerdi. İdam ve sürgün infazı Bostancıbaşının göreviydi. Azledilenin durumuna göre özel önlemler de alınırdı.
Sadrazamların yaşamları başlı başına birer uzun öyküdür. Örneğin Pargalı İbrahim Paşa, yirmili yaşlarda atandığı bu görevde 15 yıl kalmış ve uykuda boğdurulmuştu. Sofu Mehmet Paşa ise 80 yaşında atanmış dokuz ay görevde kalmış ve o da boğdurulmuştur. Sultan İbrahim’i tahttan indiren sonra boğdurtan ekiptendi.
# – Hocam, beğenelim beğenmeyelim ama, bir yerde devletin ağır yükünü bu insanlar üstlenmiş…
NS – Osmanlı sadrazamlarından bize ne kaldığı önemli. Aralarında rüşvet düşkünleri, entrikacılar var. Kanuni Süleyman’ın damadı Veziriazam Rüstem Paşa bunların başında anılır ve imparatorluğun en zengin veziri bilinir. Sonuçta Rüstem Paşa’dan bize kalan, serveti değil yaptırdıklarıdır. İstanbul’da Sinan yapısı bir külliye ve cami, Edirne’deki büyük kervansaray, Bilecik’teki kervansaray, imparatorluğun çeşitli yerlerinde daha bir dizi eser… Mesela Sokollu Mehmed Paşa’nın da İstanbul’da ve Balkanlar’da Drina Köprüsü’ne kadar yaptırdığı anıt eserlerin çoğu bugün de ayakta. Bunların yapılışındaki sermaye, iyi niyet, kötü niyet sorgulamaları her zaman olacaktır ama bunlar kültürel mirasımızın önemli parçalarıdır.
Unutmamalı ki ister idam edilsin, ister eceliyle ölsün, ister azledilsin, vezirlerin bütün malvarlığı, konağı, serveti, çiftlikleri devletin sayılıyor ve müsadere ediliyor çocuklarına da devlet yetimi denerek aylık bağlanıyordu. Bu uygulama Tanzimat’a kadar devam etmiştir ve salt sadrazam için değil, vezirler, devlet ricali için de geçerliydi. Bundan dolayı çoğu devletli, edindiği serveti, cami, medrese, köprü, han-hamam yaptırıp bunlar için vakıf kurarak kurtarmaya çalışmış, bu sayede Osmanlı kentleri bir bakıma imar görmüştür.
# – Peki bu bir servet kaçırma değil mi?
NS – Evet, buna “hileli vakıf” deniyordu ama, memleket için faydalı olmuştur. Müsadere edilip hazineye aktarmak yerine, hazineden beş kuruş harcanmayan ülkede imar çalışmaları bu yoldan mümkün olmuştur. Arşivlerde bu konuda belge çoktur. Taşradaki vezirler için de aynı durum söz konusuydu. Taşrada ölen bir paşanın malvarlığına el koymak için Turnacıbaşı (mübaşir) çıkartılıp sayım yaptırılır, ölenin neyi var neyi yok paraya dönüştürülerek hazineye götürülürdü. Ölenin yetişkin çocuklarından biri, gelen mübaşirle pazarlığa girişerek İstanbul’daki devletlilere rüşvetler önerir, kabul edilirse babasının vezirliğini ve görevini üstlenirdi. Örnekleri çoktur. Bu yoldan rütbe ve görev alanlar, verdikleri rüşvet parasını kazanmak için zulüm ve soyguna girişirlerdi. Bunun bir örneğini, yıllar önce Anadolu Derebeyi Ocaklarından Köse Paşa Hanedanı, adlı, arşiv belgelerine ve sözlü tarih derlemelerine dayalı kitapta anlatmıştım. Bu kitapta, babası Vezir Köse Mustafa Paşa’nın 1802’de ölümü üzerine oğlu Veli Bey’in babasının vezirliğini ve malvarlığını elde etmek için, mübaşir aracılığıyla Sadrazam Yusuf Ziya Paşa ile yaptığı pazarlığın safahatı yazılıdır.
Sonuçta “kazanan memleket” olmuş diyebilmek için olayların doğru incelenmesi gerekir. Bugün “ecdadımız yapmış” diye övündüğümüz kimi eserlerin bu tür pazarlıkların sonucu olduğunu unutmamalıyız. Ecdadımızın çok iyiliksever, vatansever/hayırsever olduklarını söylüyoruz ama, geçmişte işlerin nasıl becerildiğini, servet kaçırma, rütbe elde etme pratiklerini bilmeden!..
# – Demin Rüstem Paşa demiştiniz hocam. Bu tür akçeli işleri olan başka vezirler var mı?
NS – Rüstem Paşa’nın 16. yüzyıl ortasında çevirdikleriyle, çok övdüğümüz Mustafa Reşid Paşa’nın 19. yüzyıl ortasında servet edinimi için başvurduğu yöntem arasındaki benzerlik veya koşutluğun ayırdında olmayabiliyoruz. İkisi de kendi zamanlarına göre birer yol bulmuş. Rüstem Paşa’nın çevirdiklerini yazan tarihçiler var. Mustafa Reşid Paşa’ya gelince… Baltalimanı’ndaki sahilhanesi bugün ayakta. 1850’lerde kişisel servetiyle yaptırmış. Sonra ne yapmış? Oğlu Galip Paşa’nın Sultan Abdülmecid’in kızı Fatma Sultan’a namzet (damat adayı) olmasını sağlamış. Padişah kızı almak kolay değil, şahane düğün yapmak için çok para gerekiyor. Padişaha sızlanarak sahilhanesini Hazine-i Hassa’ya 250 bin altın liraya satmış! Devamı daha ilginç: Fatma Sultan’la Galip Paşa evlenirken padişah aynı sahilhaneyi kızıyla damadına hediye etmiş. Yani sahilhâne eski sahibine iade edilmiş. Olay, Sultan Abdülmecid’in deyimiyle sirkat-i müevvil” (örtülü hırsızlık) örneği, yani kılıfına uydurularak hazineden para yürütmek. Bu da bir Tanzimat icraatıdır! Büyük Mustafa Reşid Paşamızın ölümünde düzenlenen tereke defteri de ilginçtir. O kadar borcu ve alacağı olan bir paşa o kritik dönemde devlet işlerine ne kadar eğilebilmiştir? Şaşmamak olanaksız. Böyle bir adam ancak bankerlik edebilirdi.
Geçmişi değerlendirirken sadece bir yönden bakıyoruz. Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ı ilan etti, şöyle yaptı diyoruz da onun ailesi, iç dünyası, alacağı-borcu, akrabaları, ilişkileri neydi merak etmiyoruz. Bu paşa 58 yaşında ani bir krizle ölüverince, Banker Zarifi ilk duyanlardan biriymiş, “eyvah ne olacak alacaklarım!” diye dövünüp durmuş.