Ünlü şair-yazar Oktay Rifat’a (1914-1988) soyadı olarak adeta yapışan “Horozcu”, 1930’lu yılların ortasında amcası Ali Rifat (Çağatay) Bey’in tepkisine ve iğnelemelerine neden olmuştu. İlk defa yayımlanan mektupta, Oktay Rifat’ın “Horozcu” soyadını almak istemesi üzerine ileride başına gelebilecekleri anlatan Ali Rifat Bey’in satırlarına tanık oluyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devrim kanunlarından Soyadı Kanunu, 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edildi; 2 Temmuz 1934 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlandı ve 2 Ocak 1935’te yürürlüğe girdi. 15 maddelik bu kanunun ilk iki maddesi “Her Türk öz adından başka soyadını da taşımağa mecburdur. Söyleyişte, yazışta, imzada öz ad önde, soyadı sonda kullanılır” şeklindedir. Soyadı Kanunu’nun Resmî Gazete’de yayımından yaklaşık 5 ay sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oybirliği ile Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verilmişti.
Kanunun kabulü ile resmen yürürlüğe girişi arasında yaklaşık 6-7 aylık bir süre sözkonusudur. Bu zaman zarfında kimi aileler alacakları soyadlarını belirledi; nüfus müdürlüklerine başvurdu. Kimi ailelerin soyadları ise nüfus memurları tarafından belirlendi; bunlar meslekleri veya fiziksel özellikleri ile ilgili soyadları seçti.
Soyadı Kanunu ve soyadı seçimi ile ilgili araştırma, anket ve sorgulama yoluyla önemli bir çalışma yapan Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, bunu Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikayeleri (Doğan Kitap, 2013) başlığıyla yayımlamıştır. Naskali’nin çalışmasında soyadlar daha çok sözlü bilgiye dayanmaktadır. Naskali’nin çalışmasından öğrendiğimize göre Soyadı Kanunu’na karşı çıkan, eleştiren kişilerden biri de Nihal Atsız’dır. Sülale isimlerinin “Çiftçioğlu” olduğunu ve Türklerde soyadının isimden önce geldiğini savunur, tepki olarak “Atsız” soyadını aldığını belirtir. İbnülemin Mahmut Kemal Bey de Son Asır Türk Şairleri isimli eserinin sonunda “Kendime Dair” başlığıyla yazdığı biyografisinde “isimlere soy adlarının ilavesi hükümetçe tekarrür ettiği esnada -gazetelere derc edilen- adlar arasında “Emin” sıfatının mukabili olan “İnal” kelimesi gözüme ilişti. Künyemle münasebeti olmasından dolayı bunu ailece soy adı ittihaz ettik” demektedir.
Bütün bunlar 1934’te “soyadı” konusunun Türkiye’nin gündeminde yer alan önemli konuların başında geldiği göstermektedir. Elimize Samih Rifat (1875-1932) arşivinden gelen mektuplar ise bu konudaki yazılı belgelerin nadir bir örneğidir.
Besteci, udi, çelist, icracı ve yazar olan Ali Rifat Bey (1869-1935) İstiklal Marşı’nın ilk bestecisi ve ünlü dilci ve şair Samih Rifat’ın ağabeyidir. Küçük kardeşi Samih Rifat’ın, yeğeni müzisyen Hatif Rifat’ın erken ölümlerine şahit olmuştur. Bestelediği İstiklal Marşı 1930’a kadar icra edilmiştir. Türk müzik tarihinde önemli bir şahsiyet ve bir teorisyen olan Ali Rifat Bey’in müzik üzerine çalışmaları, Musiki Yazıları (Vakıfbank Kültür Yayınları, 2021) adıyla Nilgün Doğrusöz ve Celal Volkan Kaya tarafından yayımlanmıştır.
Erken yaşta vefat eden Samih Rifat, bilindiği gibi ünlü şair ve yazarımız Oktay Rifat’ın (1914- 1988) da babasıdır (Oktay Rifat da oğluna Samih adını vermiştir: Samih Rifat (1945-2007). Oktay Rifat’ın Ankara’da okurken soyadı alma konusu ile ilgilendiği, aile tarafından benimsenmeyen hatta unutulması istenen “Horozcu” soyadını dillendirdiği ve bu durumun amcası Ali Rifat Bey’in kulağına gittiği elimizdeki belgelerden anlaşılıyor. Oktay Rifat tarafından pek önemsenmeyen ama aile büyüklerinin çok ciddiye aldıkları “Horozcu” soyadının kabul edilme tehlikesi üzerine, Ali Rifat Bey’in 1934 sonlarında kaleme aldığı mektup çok keyifli ve samimidir. Kendisinin alacağı soyadının “Çağatay” olacağını vurgular ve Oktay Rifat’a da bu yönde telkinde bulunur. Bu konuya pek iltifat etmemiş gibi gözüken Oktay Rifat ise soyadı olarak “Rifat”i kullanır; fakat 1934’te ortaya çıkan bu “Horozcu” soyadı, Oktay Rifat’ın sonraki yıllarda adeta üzerinde kalmıştır.
Murat Uraz, Edebiyat Antolojisi V, (1940); Fahir Onger, Antoloji- Bugünkü Şiirimiz (1946); İsmail Ali Arar, Yeni Şiir Antolojisi (1949); Hüseyin Karakan, Türk Edebiyatında Yeniler (1955); Kemal Yerdelen, Yeni Şiirimizden Seçmeler (1955) antolojilerinde Oktay Rifat maddesi “Horozcu” diye kayıtlıdır. Halbuki “Horozcu” nüfus kayıtlarında bulunmadığı gibi, ailenin de kullanmadığı bir soyadıdır.
Soyadı Kanunu ve ailelerin soyadı alması konusu, araştırıldıkça ilginç bilgilere ulaşılacak hâlâ bakir bir alandır.
ALİ RİFAT BEY’DEN OKTAY RİFAT’A
‘Oğlum Oktay! Adının başına bir de ‘Horoz’ kelimesini ilave edersek hâlin haraptır’
Oğlum Oktay
Soyadı olarak ben Çağatay kelimesini intihab ediyorum. Bu kelime hem tarihidir hem de çok ahenklidir. Vecdi’ye yazdım. Senin de hoşuna giderse bu ismi bütün aileye teşmil edelim. Hatta merhum kardeşime de bu ismi verelim. Kendisi Çağatay lisanını çok bilir ve severdi. Gözlerinden öperim yavrum Oktaycığım.”
3 Kanunevvel (Aralık) 1934
“…
Oğlum Oktay Çağatay!
Be hey horoz akıllı herif, be hey yirmi yaşında bunak, evinizi değiştirirseniz, yeni adresinizi bana bildirmezsen ben mektubumu nereye yazayım? Gerçi sersemlik rekorunu kıran Ankaralı Oktay demek kâfi ise de senin bu şerefli sıfatını mektup zarfına yazmağa münasib görmediğim için Hasan Beyefendi’yi taciz etmek mecburiyetinde kalıyorum.
Demir çelik gibi maden isimlerini alanlar, göl, deniz, ırmak isimlerini seçenler var. Biz de ailemize ebedî bir sıfat olarak horozu seçersek büyük bir marifet yapmış olmayız. Vaktiyle bize Horozcuzadeler derlermiş. Çürük manasına gelen (horoz işi!) ve (horoz akıllı) gibi nüktelerle karşılaşmamak için bugünden itibaren o lakabı tarihe karışmış addedelim ve kendimize tarihî bir isim olarak Çağatay’ı ittihâz edelim. Anladın mı kel horoz!
Sen ki lâ-teşbih şâir ve yanlış şeyler yapmakta son derece mâhirsin. Adının başına bir de “Horoz” kelimesini ilave edersek halin haraptır.
Senin gibi horoz akıllı bir herif de çıkar soyadı olarak “Sansar” kelimesini intihab ederse ömrün oldukça bucak bucak kaçmağa mecbur olursun. Horoz kelimesinin genç kızlar üzerinde tesiri iyi olur dersin ama karşısına bol papelli bir horoz daha çıkarsa yine hapı yutarsın. Ma’lup horoz da doğrusu bir amele yaramaz! Eğer horoz ismini almakta ısrar edersen üşenmez Ankara’ya kadar gider ne kadar arsız çocuk varsa ellerine beş kuruş verip, senin peşine takar, arkandan kümese, “kümese, kümese!” diye bağır bağır bağırtırırım. Anladın mı herif.
Ulan kerata, adresini yaz ki ara sıra bu iltifatlarıma nail olasın.
8 Kanunevvel (Aralık) 1934
Ali Rifat Çağatay
Ninen ve büyük hanım gözlerinden öpüyorlar.”