0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Sultan İbrahim: Deli değil, ‘psikopat’

Osmanlı hanedanında ilk dönemin atası Ertuğrul oğlu Osman; ikinci evre padişahlarının atası Osman’ın 15. kuşak torunu Sultan İbrahim’dir. 8.5 yıllık saltanatında isabetsiz ve dönemi için dahi kabul edilemez kararlar alan sultan, sonunda ulema ve kapıkulunun ortak hareketiyle tahttan indirilip sonra idam edilmiştir. Sonradan yakıştırılan “deli” sıfatını hak etmese de sıklıkla çılgınlık nöbetleri geçirdiği doğrudur. 

4 EKİM 1615 – 18 AĞUSTOS 1648

SALTANATI: 8 ŞUBAT 1640 – 8 AĞUSTOS 1648

Sultan İbrahim Padişahı kürk-samur modasına uygun giysiler içinde gösteren portresi.

Osmanlı padişahları Osman Gazi’den I. Ahmed’e kadar, babadan oğula 14. kuşakta indi. Ahmed’in genç yaşta (27) ölümü, saltanat akışını tökezletti. Kaldı ki babası III. Mehmed onu ve öteki şehzadelerini sancağa göndermeyerek hanedan hukukunu bozmuştu. Vezirlerin ve ulemanın saltanat geleneğine müdahalesi, daha kökten bir kırılma yaşatarak “Taht babadan oğula geçmez, hanedanın yaşça büyük şehzadesinin hakkıdır” kararı düzeni bozdu. 

I. Ahmed’in, üçü padişah olan yedi şehzadesinin akıbetleri de şöyle: Birini (Mehmed) ağabeyi II. Osman, üçünü (Bâyezid, Süleyman, Kasım) diğer ağabey IV. Murad boğdurmuş. Osman ve İbrahim, ayaklanmalarda tahttan indirilip öldürülmüşler. Sadece IV. Murad eceliyle, o da 29 yaşında –içkiden ölmüş. Osmanoğulları’nın 1617-1648 arası kritik bir evredir. Bu 31 yılda 6 cülus, 4 tahttan indirme, ihtilaller, sadrazam idamları da vardır. Dönem sultanlarının yazgıları benzer veya farklı birer trajedidir. Saltanat sürelerinin sona erdiği tarihler dikkate alındığında ömürleri ortalama 27, padişahlıkları 9 yıldır. Sağduyu yoksunluğu, ruhsal zihinsel- rahatsızlıklar, cinsel davranışlar, bu çocuk-genç şehriyarların ortak sorunları olmuştur: Aşırı mutaassıp, öfkeli I. Ahmed’e ardıl olan kardeşi I. Mustafa anormal–deli; I. Ahmed’in oğullarından II. Osman deneyimsiz ama hırslı-acımasız, kardeş katili, IV. Murad sadist, hunhar, ayyaş, üç kardeşinin katili, sonuncu Sultan İbrahim eserekli, seks müptelası idi. Kısacası 1402-1413 evresinden daha tehlikeli ve uzun bir fetret yaşanmıştı. Bu dönemin başlangıcında Sultan “Deli” I. Mustafa’nın, kapanışında Sultan (Deli) İbrahim’in yer alması da bir rastlantıdır. Bu fetrette, saltanatın hanedan büyüğünden yürümesi de kurallaştı. Osmanoğulları’nın ilk 317 (1300-1617) yılında14 padişah yer alırken, 274 yıl (1648-1922) süren ikinci evrede 22 padişah tahtta boy gösterecekti. Hanedanın ve ilk dönemin atası Ertuğrul oğlu Osman, ikinci evre padişahlarının atası Osman’ın 15. kuşak torunu Sultan İbrahim olmuştu. Diğer yandan önceki padişahlar sancağa gönderdikleri şehzadelerinin, ergenlik çağına erişince değerli hediyelerle birlikte güzel cariyeler de göndererek harem yaşamına alışmalarını da gözetirlerken, İbrahim ve ağabeyleri sancağa çıkmaktan da yoksun kalmışlar; dahası İbrahim, IV. Murad’ın (1623-1640) saltanatında sürekli öldürülmek korkusu yaşamıştı. 25 yaşında tahta çıktığında kendisinden başka varis konumunda bir Osmanlı şehzadesi yoktu. Asırlar sonra deli kimliği yakıştırılan 18. padişah Sultan İbrahim, I. Ahmed ile Rum (?) asıllı, cariye kökenli Kösem Mahpeyker Sultan’ın küçük oğlu, I. Mustafa’nın yeğeni, II. Osman’ın anadan üvey, IV. Murad’ın öz kardeşiydi. Büyük babası III. Mehmed 37, babası I. Ahmed 27, ağabeyi IV. Murad 29 yaşlarında ecelleriyle ölürken, ağabeyi II. Osman 18, İbrahim kendisi de 33 yaşında öldürüldüler. Babası I. Ahmed’in ölümünde (1617) iki yaşında olan İbrahim’in kısa ömrü, saray yaşamının en çalkantılı ve korkulu dönemine rastladı. Çocukluk, bülûğ ve gençlik yıllarındaki “kafes hayatı” (tutukluluğu) 23 yıl sürdü. Bu durumda düzenli bir öğretim gördüğü de söylenemez. Ağabey padişahlardan II. Osman’ın öldürülmesi; IV. Murad’ın genç yaşta ölümü; II. Osman’ın kardeşi Mehmed’i, IV. Murad’ın da kardeşleri Süleyman, Bâyezid ve Kasım’ı 1838 de boğdurtmasından sonra, İbrahim IV. Murad’a ardıl tek şehzade kaldı ve salt annesi Kösem Sultan’ın korumacılığında yaşama tutundu.

İbrahim, Darüssaade ağası tarafından tahta davet edildiğinde, öldürüleceği korkusuyla odasından çıkmak istememiş, Murad’ın ölüsünü gördükten sonra Has Oda’ya geçip tahta oturmuş; Veziriazam Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ile diğer önde gelenler Has Oda’da biat etmişlerdi. Umum biati denen asıl cülus, ertesi gün yapıldı. 

‘Divane kafam budala hazlara meyilli’

Olasılıkla bir ozanın İbrahim’i tanımlayan dörtlüğü İngilizce olarak çevrilmiştir. Türkçesi: Bir zindandan çağrıldım bir tahta çıkmak için, Divane kafam budala hazlara meyilli, Deniz savaşlarının nahoşluğundan nefret ederek, Ve çıldırarak ele avuca sığmaz görevlerle, Önce ben düşüyorum, Kendimin, sonra da halkımın şehvetine esir olarak.

IV. Murad’ın onca korku uyandırmasına karşın yolsuzluklar ve karaborsa devam ediyordu. İlk fermanını İstanbul Kadısı’na gönderen İbrahim, zulümlerin önlenmesini rüşvetten sakınılmasını, narh nizamına uyulmasını emretti. Veziriazama buyruğunda da: “Kıtlık vardır deyü söylenir. İstanbul Efendisine muhkem tembih eyle. Narh ahvaline ziyade dikkat etsin. Yoksam kendi bilir” uyarısında bulundu. IV. Murad döneminde moda olan “tarz-ı levandâne” giyim kuşamı da yasakladı. Ocak ağalarını değiştirdi; sefahat ve zulümlere katkısı olanları, bu arada Emirgûne Yusuf Paşa’yı idam ettirdi. 

Saltanatının ikinci ayında Galata’da yangın çıktı. Bir geminin barutluğu ateş alınca infilak oldu. Söndürme çalışmalarını izleyen Veziriazam Kara Mustafa Paşa’nın yüzü yandı, vezirler yaralandı. İstanbul’a Karadeniz’den zahire gemilerinin gelmemesi, Kazakların şaykalarla kıyıları vurması önemli bir sorundu. Yakalanan korsanlar kazığa oturtuldu. 2 Ağustos 1640’taki kasırgada dükkân kepenkleri, kubbe kurşunları uçtu. Bir yangın da Balat kapısında çıktı. Rüzgâr, yangını Haliç boyundaki yalılara ve surlardan içeriye yaydı. “Harik-i azim” (büyük yangın) Fethiye, Dırağman, Sultanselim semtlerini kül edip ertesi gün Çukurbostan’da söndü. 

Halk felaketleri İbrahim’in uğursuzluğuna yoradursun, Naimâ’nın yazdığına göre, “erkân-ı devlet ve âyan-ı saltanat” birer cariye gönderip padişah hazretlerini “tevâlüd ve tenâsül”e (döl-dölek sahibi olmaya) teşvik ettiler. 1641’deki para operasyonu pahalılığa neden oldu. 1 Kuruş 125, 1 altın 250 akçe iken yeni. Kuruş 80 akçeye, altın 160 akçeye düştü, fiyatlar yükseldi ve 1 kuruşa 11 okka et alınırken artık 8 okka et alınabilir oldu. Aydın taraflarını haraca kesen Kınaoğlu, 1642’de İstanbul’a getirtilip Ayasofya Çarşısı’nda asıldı. Yol kesen haydutlardan yakalananlar İstanbul sokaklarında gezdirildikten sonra idam edildi. 30 Temmuz 1641 günü şiddetli bir deprem oldu. 1642’nin ilk günü (1 Ocak) Şehzâde (IV.) Mehmed’in doğması, ertesi gün Ramazan Bayramı, İbrahim’e çifte mutluluk yaşattı. Şenlik ve donanma yapıldı. 

Sadrazâm Kemankeş Kara Mustafa Paşa, İran’la barışı, donanmanın Azak’ı kuşatması, piyasa denetimi sorunlarıyla uğraşırken; İbrahim de çılgınlık derecesinde harem yaşamına dalmış; annesi Kösem Sultan hanedanının geleceği için oğlunun cinsel gücünü arttıracak macunlar hazırlattırıyordu. Bu durum İbrahim’in iç dünyasını sarstı. Dengesiz ve duygusal davranışlarının kendisi de farkındaydı. Kara Mustafa Paşa’ya şöyle yazmıştı: “Sancı deyü yaturum, kâh arkama gelür, irkülürüm. Kulaklarum tıkalur. Şöyle sıkılmam var ki ölüyorum. Gayetle hâlim yaman olmuşdur. Eski hastalığım ziyadelendi. Ne kollarum, ne başum vardur. Ziyade elemdeyim”. Naimâ’nın, padişahın ruhsal rahatsızlığı konusunda: “Şehzadeliğinde hapishanede hafakan ve sihrübâz sevdası illetine mübtelâ olmuş idi” demesi ka

Üç kıtanın hükümdarı İbrahim’in üç kıtaya hükmettiğini gösteren üç tuğlu minyatürü. 

dar, çare bulamayan hekimlerin, okuyup üflemenin iyi geleceğini önerdiklerini açıklaması da ilginçtir. Cincilik yapan Safranbolulu Hüseyin Efendi, İbrahim’e daha şehzadeliğinde okuyup üflemesi için saraya çağrılmış, sözde iyi etmişti. İbrahim padişah olunca “nefesi kuvvetli” Hüseyin Efendi’yi kendisine hoca atadı.

“Nasuhpaşaoğlu binlerle askerle geliyormuş!” haberi İstanbul’u karıştırdı. Çarşılar evlere taşındı, karaborsa aldı yürüdü. Ahaliyi sindirmek için zindanlarda ölüme terkedilmiş mahkûmlar üçer beşer sokaklarda asıldı. İstanbul’a yürüyen asiye karşı,

Hüseyin Paşa’ya karşı birkaç yüz bostancı ve kuloğlu, İzmit’e gönderilip hendekler kazdırılarak yol kapatıldı. Muhtesip ağa, Kazdağı’na levent (milis) toplamaya gönderildi. Serdar atanan Osman Paşa, Hüseyin Paşa kuvvetlerine yaklaşmaktan çekinerek bir konak geriden izlemekle yetindi. Dahası, Hüseyin Paşa’ya haber gönderip “Dile geldim, başım tehlikede. Yarın yapmacıktan savaş edelim!” dedi. Ertesi günkü bu danışıklı “dostluk karşılaşması”nda kumanda ettiği birlikler bozulup dağıldı.

Hüseyin Paşa iki bin milisle Üsküdar’a yakın Bulgurlu’da Seyran Tepesi’ne konup ordugâh kurarak padişahtan veziriazamlık mührünün gelmesini beklemeye başladı. Üsküdar’a toplar ve asker geçirten Veziriazam Mustafa Paşa, sanki savaşa katılacakmış gibi padişaha da Üsküdar Bahçesi’nde otağ kurdurdu. Bu bir gözdağı, âsileri gafil avlama oyunuydu. Hüseyin Paşa, o geceki ani baskında bozguna uğrayıp kaçtı, ama yolda yakalanıp İstanbul’a getirilerek işkenceyle öldürüldü.

Sultan İbrahim de bu galibiyetten sonra 1643’te Sarayburnu’nda Sepet Kasrı adı verilen köşkü yaptırdı. Hüseyin Paşa vakasında birinin duası, diğerinin önlemleri gözardı edilmeyerek, Cinci Hüseyin Efendi ile Silahtar Yusuf Paşa’ya da hazine parasıyla birer saray yaptırıldı.

27 Ocak 1644’te Yalı Köşkü’nde İbrahim’in huzurundaki dava sonunda Rumeli Beylerbeyi Faik Paşa boğduruldu. 31 Ocak günü, Veziriazam Kara Mustafa Paşa’yı Bağdat Köşkü’nde azarlayan padişah, bostancıbaşıya “Al şunu!” deyip hızla köşkten çıktı. Bostancıbaşının “mührü alacağını sanmış” perdelemesiyle ilişmediği Mustafa Paşa, sarayına gitti. Kıyafet değiştirilip Paşakapısı beylik ahırının, ot yığınları arasına saklandı ama bostancılar tarafından bulundu. Hocapaşa Çarşısı’nda Cellat Kara Ali tarafından boğuldu. Ölüsü, İbrahim’e gösterildikten sonra Çarşıkapı’daki türbesine gömüldü. Konağında bulunan kürsü ve resimlerin büyü olduğuna inanıldı. 

Kara Mustafa Paşa, 1638-1644 arasında “atabeg-i saltanat” olarak ve geniş yetkilerle veziriazamlık yapmış; İbrahim’in saltanatının ilk dört yılı da onun yönetiminde nispeten iyi geçmiştir. İbrahim, Mustafa Paşa’nın sert üslubundan hoşlanmıyordu. Bir seferinde harem kethüdasının odun gereksinimi için Mustafa Paşa’yı divandan çağırtmış, o da böyle basit işler için veziriazam oturumdan kaldırılmalı diyerek İbrahim’i kızdırmıştı.

Yeni Veziriazam Civankapıcıbaşı Sultanzâde Mehmed Paşa, Şam’dan gelinceye kadar, Kenan Paşa sadaret kaymakamı atandı. 17 Şubat 1644’te ölen Şeyhülislam Şair Yahya Efendi’nin cenaze namazı Fatih Camii’nde kılındı. Kaptanıderya, 13 Mart 1644’te i rüşvet aldığı gerekçesiyle Yalı Köşkü’nde padişahın ve Cinci Hoca’nın önünde boğuldu. 

24 yıl süren Girit Seferi Sultan İbrahim döneminin en önemli askeri harekatı, 1945-1669 arası 24 yıl sürerek Girit’in fethi sürecinin başlatılması olmuştu. 

Temmuz 1644’te avlanmak ve eğlenmek için Edirne gezisine çıkan İbrahim, seyahatinin 2.günü konakladığı Haramideresi Bahçesi’nde çırağan eğlencesi düzenletti. Arkadan gelen veziriazam ve devlet adamlarını, “Ahali başımıza üşüşür ve eğlenceme mani olurlar!” diyerek kovdu. Kavaklı Köyü’ne gelindiğinde Ereğli naibini “Dilediğim yere konarım. Su yoktur bahanesiyle konaklamama nasıl karşı çıkarsın?” diyerek payladı. Bunu duyan Çorlu kadısı korkup kaçtı. Alayla Edirne’ye girişinde hırsızlarla soyguncular sokaklarda asılarak garip bir gösteri sergilendi. İbrahim, Edirne’nin odununu beğenmedi, “İstanbul’un odunu eyi, ateşi vâfir (çok) idi. İstanbul’dan odun getürülsün!” dedi. 

Payitahtta sokak eylemleri başladığı, halkın ayaklanmaya çağırıldığı haberi gelince İbrahim döndü ve suçlu suçsuz birçok insanı idam ettirdi. Kırklareli-Çatalca yolunu kesen haydut Molla Aynî avanesinin, yakaladıkları çiftlik sahiplerini şişe geçirip kuzu gibi çevirdikleri, kadınları-kızları kızgın saca oturtup kalçalarına kızdırılmış nal çaktırdıkları haberleri İstanbulluları korkuttu. Eşkıyadan yakalanıp İstanbul’a gönderilenler meydanlarda kazığa oturtuldu. 

20 Ekim 1644’teki galebe divanında Sultan İbrahim, huzuruna çıkan Avusturya elçisine öylesine telaşlı sorular sordu. Elçi gerginlikten evirip çevirdiği yüzüğünü düşürdü. 

30 Nisan 1645’te Yusuf Paşa donanma ile Girit seferi için İstanbul’dan ayrıldı. 26 Haziran günü çıkan yangın, Bayezid külliyesi çevresini, Yahnikapan Sarayı’nı kül etti. Simkeşhane Çarşısı’na, Langa’ya ve Kumkapı’ya yayılarak surlara dayandı. Kumkapı meyhaneleri, “kefere” (gayrimüslim) mahalleleri, kiliseler, kereste mağazaları, çingene barakaları yandı. 

Bir ay sonra yangın yerlerini dolaşan İbrahim, yarı yanmış kiliselerdeki fresk ve freskoların ne olduğunu sordu, kilise ve dinî resimlerin onarılmasını emretti. Türlü hediyelerle, rüşvetlerle mevkiini koruyan Veziriazam Sultanzâde Mehmed Paşa, yangın yerlerini imar ettiremediği için, 17 Aralık 1645’te azledildi. 

Sultan İbrahim’in katledilişi

İbrahim’in veziriazam ve şeyhülislam gözetiminde Cellat Kara Ali tarafından boğuluşunu gösteren meşhur gravür.

Hanya’nın fethi müjdesiyle Haliç’te, donanma düzenlendi ama, Sultan İbrahim, Hanya fatihi Yusuf Paşa’nın kendisine bir şey sunmamasına içerledi. 1646 Şubat’ında bir gün Yusuf Paşa’yı çağırarak hemen hareket edip Girit’in tamamını almasını emretti. Yusuf Paşa, bunun hazırlık ve mevsim gerektirdiğini söyleyince, “Sen kendini bir hizmet mi ettin sanıyorsun? Hazinemi sarf edip bir alay dinsizi öldürtmeyip mallarıyla memleketlerine yolladın!” diye çıkıştı. Yusuf Paşa’nın “Büyük bir kaleyi fethettik. Küffarı katletmek bir iş değildi, lâkin sonu vahim olurdu” yanıtı padişahı iyice çileden çıkardı. Yusuf Paşa’yı oracıkta boğdurttu. Sonra ölüye bakıp: “Ne güzel, kırmızı elma gibi yanakları varmış, yazık oldu, kıydım!” demesi meşhurdur.

Deli Hüseyin Paşa’yı Girit serdarlığına atayan İbrahim’in son yılları iyiden iyiye ruhsal bunalımlarla geçti. Hekimler “yürek sıkılması” tanısı koyduğundan, şeyhleri, üfürükçüleri dolaşmaya başladı. Bir yandan da çocuk yaştaki kızlarını “surî” (göstermelik) düğünlerle vezirlerle evlendiriyordu. 1645’te damat adayı seçtiği Kaptanıderya Yusuf Paşa ile kızı üç yaşındaki Fâtıma Sultan’ın düğününde azman düğün nahıllarının geçmesi için, evlerin saçakları, cumbaları yıktırıldı. Ertesi yıl Yusuf Paşa’yı idam ettirince dört yaşında dul(!) kalan Fâtıma Sultan’a bu kez Musahip Fazlı Paşa namzet seçildi. 

Bilinç bozukluğu artan İbrahim, ne zaman nereye gideceği meçhul, masum insanları idam ettiren IV. Murad’dan da korkutucu bir kimliğe büründü. Naimâ, bu hali için “bir tür delilik” der. İbrahim, aklına esip de gideceği şeyhe bir an önce ulaşabilmek için, İstanbul’da arabayla dolaşılmasını yasakladı! 16 Eylül 1647 günü üfürükçüye giderken önüne araba çıkınca öfkelendi. İkindi divanından kaldırılıp getirttiği Veziriazam Salih Paşa’yı kuyu ipiyle boğdurttu. 

Sadaret mührünü Kaptanıderya Kara Murad Paşa’ya göndermişken, Ahmed Paşa padişahı mührü götürenleri denizden çevirttirdi ve kendisi veziriazam oldu. Yeni veziriazam ilk iş eyalet paşalarından, para istedi. Sivas Valisi Varvar Ali Paşa, yoksul halktan vergi toplamayacağını; padişahın, güzelliğini duyduğu İbşir Paşa’nın namuslu karısını da zorla alıp gönderemeyeceğini bildirerek ahaliyi zulümden kurtarmak için ayaklandı. Buna karşılık namusunu koruduğu İbşir Paşa serdar olarak üzerine gönderildi!

28 Haziran 1648’deki depremde Minareler ve yüzlerce ev yıkıldı. Müneccimler deprem, padişahı uğursuzluğa yordular. Ağırlaşan dış sorunlar, sınır güvensizliği, Girit seferi, Anadolu’daki ayaklanmalar başkenti yeni bir karışıklığa taşımaktaydı. Donanma, Çanakkale Boğazı’ndaki Venedik ablukası nedeniyle Marmara’dan çıkamıyordu. 

Veziriazam Ahmed Paşa’nın kethüdası Arnavut Ahmed’in başını çektiği zorbalardan işkence görmeyen esnaf kalmamıştı. Zenginlerin mallarını müsadere ettiren veziriazam, yeni konak ve köşk yaptırıyordu.

Topkapı’da çinili Sünnet Odası Topkapı Sarayı Sofa köşelerinden Sultan İbrahim’in yaptırdığı, içi dışı çini kaplı Sünnet Odası’nın kapı cephesi. 

Sultan İbrahim’in son tutkusu “samur” oldu! Geceleri padişaha Binbir Gece Masalları anlatan Yahudi kızının, bir akşam “Evvel zaman içinde bir padişah varmış. Sarayının her tarafını samurla kaplatmış…” diye başladığı masal İbrahim’i büyüledi. Masaldaki padişah olmak istedi! Eyalet valilerinden samur ve seks gücünü artırmak için amber istendi. Zenginlerden samur ve amber bedelleri alındı. Harem odaları birer ikişer samurla kaplandı. Ozanlar, gün gelip domuz kafasının da kıymete bineceğine ilişkin şiirler yazdı: 

“Ol kadar rağbeti var samurun / Oldu tahsili ânın emr-i asîr

Böyle kalursa olurdu zî-kıymet / Nâfe-i kelb ü kafa-ı hınzır”

(Şair Vecihî) 

Herhangi bir vergi ödemeyen ilmiye sınıfına da samur vergisi kondu. Bundan cesaret alan ulema, ocak ağalarıyla temasa geçti. 

Harem eğlencesine dalan İbrahim havuzda, murassa kayığının dümen başına oturuyor, sazendeler oyun havaları çalıyor, havuzdaki yarı çıplak cariyeler ellerinde serpme ve sepetlerle balık yakalayıp padişahtan bahşişler alıyorlardı. İstanbul’un ünlü çengi kolları sırayla hareme çağırılıyordu. İbrahim, Akide kolunu pek beğeniyor, Süğlün Şah’ın, Mahmud Şah’ın, Çerkes Şah’ın, Nazlı Yusuf’un kıvrak figürleri karşısında kendinden geçiyordu. 

İbrahim, nikâhladığı 8. hasekisi Hümaşah’ın dairesini kürkle döşetmek istedi. Veziriazama gece yarısı Bedesten’i açtırtarak dükkânlardan ipekli kumaşlar, samur ve vaşak kürkleri toplattırdı. Hümaşah’ın kürkle döşenen odasını İbrahim beğenmedi. Defterdarı azletti. 

Mücevherle işli bir saltanat kayığı yapılması için esnaftan, ulemadan, ocak ağalarından ve devlet adamlarından vergi toplanması kararı; Veziriazam Ahmed Paşa’nın oğlunun düğünündeki içkili, çalgılı, eğlenceler, kaçınılmaz sonu çabuklaştırdı. Samur ve amber vergisi vermemekte kararlı Ocak Kethüdası Kara Murad Ağa, kendisinden vergi almaya gelen bakıkulunu, “Ben Girit’ten geldim. İnce perdaht barut ile yağlı kurşundan gayrı nesnem yoktur. Samur ve amberin adını biz elden işitiriz, görmemişiz!” diyerek kovdu. 

Ocak ağaları ayaklanma kararını aynı gece (7 Ağustos 1648) Etmeydanı’ndaki Orta Camii’nde, ulema Fatih Camii’nde aldılar. Sabahleyin Ocaklılar silahlanarak Fatih’i doldurdular. Durumu haber alan Veziriazam Ahmed Paşa korkup kaçtı. Sofu Mehmed Paşa camiye çağrılıp veziriazam ilan edildi. Mehmed Paşa, İbrahim’e, ayaklanmanın önlenmesi için Ahmed Paşa’nın yakalanıp idam edilmesi gerektiğini söyledi. Padişah, “Bre köpek koca! Veziriazam olmak içün kulu tahrik ettin. Bu cemiyet bertaraf olsun senin hakkından gelürüm!” dedi. 

İstanbul yine bir ayaklanmalar öncesi görüntüdeydi. Çarşılar açılmadı, Kapıkullarından padişaha “Böyle gafletle padişahlık olmaz. Ayak divanı isteriz!” haberi geldi. İbrahim, Bostancılara sarayın sur ve burçlarına toplar yerleştirtti.. Askerler, geceleyin konağını yağmaladıkları Ahmed Paşa’yı, Sofu Mehmed Paşa’ya getirdiler. Cellat Kara Ali işini bitirdi. Ertesi gün parça parça edildiğinden, bu veziriazam ölümünden sonra Hezarpâre (bin parça) Ahmed Paşa diye ünlendi. 

Kösem Sultan ve oğulları İbrahim’in annesi Kösem Mahpeyker’le üvey oğlu II. Osman’ı gösteren yabancı bir resim. 

8 Ağustos sabahı başta Şeyhülislam Abdürrahim, ulema topluluğu, Ocak ağaları ve kapıkulları, Atmeydanı’na geldiler. Cinci Hoca kaçarak kurtuldu. Topluluk, Kösem Sultan’a haber göndererek Şehzâde Mehmed’i göndermesini, camide cülûs yapılacağını bildirdiler. Kösem Valide’nin, “camide cülûs görülmüş şey değildir, saraya gelmeleri gerekir” uyarısı üzerine saraya yöneldiler.

Ulema ve Ocak ağaları Harem-i Has dehlizine geldiklerinde, Kösem, başında siyah ibrişim dest-mâl örtülü, göründü. Topluluk, Muslihiddin Ağa, padişahın davranışlarının şeriatla ve akılla bağdaşmadığını, ortalığın karıştığını, düşman gemilerinin İstanbul yolunu kapattığını, sınır kalelerinin elden çıktığını, padişahına eğlenceden başını alamayıp rüşvet için her yola başvurduğunu anlattı. Ulemanın fetvasıyla, şehzâde (Mehmed) tahta layıktır dedi. Eski kazaskerlerden Hanefi Efendi, Ayasofya müezzinleri ezanı şaşırır. Bedesten basılıp tüccarın malları gasp edildi. Avretlere tasallut eksik olmaz. Ümmet-i Muhammed ırz ve can korkusuna düştü” dedi. Kösem Sultan “Ya sâbiden padişah olur mu?” diye sorunca şeyhülislam “akıldan yoksun büyüğün hükümdarlığı câiz değildir. Akıllı çocuk hükümdar olabilir” karşılığını verdi. Bunun üzerine Kösem Valide “Öyleyse içeri varayım, sarıcığın sardırıp çıkarayım” deyip hareme girdi.O gün Babüssaade önünde kurulan tahta IV. Mehmed oturtuldu. 

Hal’ heyeti, bulunduğu köşke giderek İbrahim’e tahttan indirildiğini açıkladı. “Ben padişahım!” yanıtı karşısında Abdülaziz Efendi “Hayır padişah değilsin. Cihanı haraba verdin. Küffar Bosna’yı istila etti. 80 kalyon Boğaz’ı tutmuş. Senin haberin yok!” diyerek hakaretlerde bulundu. Silahdar ve çuhadar, İbrahim’in koluna girerek hapsedileceği Kafes Kasrı’na götürdüler. Kapı önüne gelindiğinde İbrahim’in “Elhamdülillah, hele bir cemaat başı oldum!” demesi, “Osmanlı hanedanının sonraki kuşaklarının atası olacağı iması” sayılarak ermişliğine yorumlanmıştır. 

9 Ağustos günü Sofu Mehmed Paşa, şeyhülislam, vezirler ve ulema sarayda toplandılar. Mimar getirtilip hapsedildiği harem kasrının kapısı ve pencereleri tuğlayla ördürüldü. İbrahim’in çığlıklarını duyan Enderun halkı, “Bu olur mu, bir padişahı tahttan indirip tut ki diri mezara gömdüler. Bir mâsumu cülus ettirdiler. Biz onun çok iyiliğini gördük. Hemen anlaşıp “Tahta cülûs ettirelim!” dediler. Bu kez İbrahim’in boğulması kararlaştırıldı. 

18 Ağustos 1648’de saraya gelen sadrazâm Sofu Mehmed Paşa, Şeyhülislam Abdürrahim Efendi, örülen kapıyı yıktırarak yanlarında cellat Kara Ali ve yamağı ile kasra girdiler. Elinde Kur’an olan İbrahim, şeyhülislama dönüp: “Bak Abdürrahim! İşte Kitabullah. Beni ne hükümle öldürtürsün?” diye bağırırken cellatlar kement atıp boğdular. Namazı kılındıktan sonra Ayasofya’da, eskiden vaftizhane olan, I. Mustafa’nın da gömüldüğü yere defnedildi.

İbrahim’in 8.5 yıllık saltanatında, Girit seferi, Azak kuşatması, Rumeli ve Anadolu’nun Karadeniz kıyılarına Kazak korsanlarının baskınları, Anadolu’da Celâli ayaklanmaları, Bosna’da sınır olayları, yangın, deprem felaketleri, ekonomik sıkıntılar,yangınlar, kuyrukluyıldız doğması, sıcak yağmur yağması yaşanmış, bunlar İbrahim’in uğursuzluğuna yorumlanmıştı. 

İstanbul hem kürk ve samur ticaretinin, hem üfürükçülüğün merkezi oldu. Ülkenin her tarafından muskacılar, şeyhler İstanbul’a akın ederlerken kentte sık sık yasaklar uygulandı. İbrahim, sarayının sahil köşklerine inip cariyeleriyle halvet düzenlediğinde, haremağaları makrama ve yağlık sallayarak açıktan geçen gemi ve kayıkları geri döndürürlerdi. Vezirazâma hatt-ı hümayun yazıp yeni cariyeler isteyen İbrahim’in, bir kriz anında haremdeki bütün kadınları boğdurtup denize attırdığını Penzer yazmışsa da doğru değildir. 

Topkapı Sarayı’nda Bağdat Köşkü önündeki İftariye ile Sünnet Odası da denen çini kaplı çeşmeli köşk ve Sepetçiler Kasrı, Sultan İbrahim dönemi eserleridir. Galata’da Kurşunlu Mahzen’e yakın Andon Kilisesi de camiye çevrilmiştir. 

İbrahim’e “Deli” nâmını yakıştıran II. Meşrutiyet dönemi (1908-1918) tarihçilerinin gerekçeleri, harem yaşamına ve eğlenceye aşırı düşkünlüğü, düşünce ve sağduyu kıtlığı, aceleciliği, yönetim bilgisinden ve kitabi kültürden yoksunluğu ve ruhsal rahatsızlıklar olmuştur. Bu görüşü, çağdaşı Evliya Çelebi’nin musahipleri, hocaları, dilsiz harem kadınlarının“bu saf padişahı nice bin tatlı dille ‘urukuna (damarlarına) girip türlü çeşitli hevâ ve hevese düşürdüler” diye yazması bir bakıma doğrular. 

Sultan İbrahim’in eş ve gözdelerinden adları bilinenler: Turhan, Dilâşûb, Muazzez, Hümâşah (Telli Haseki), Şivekâr, Şekerpâre, Zafire, Hubyâr, Ayşe, Mâhienver, Saçbağlı, Sakızula, Hanzâde Kızı (?), Muid Ahmed Kızı (?), Binnaz’dır. Oğullarından üçü ardıl padişahlar (IV.) Mehmed, (II.) Süleyman, (II.) Ahmed’dir. Diğerleri şehzade iken ölen Orhan, Osman, Bayezid, Selim ve Murad’dır. Kızları ise Gevherhan, Fâtıma, Beyhan, Atike, Kaya Sultan’la, adları bilinmeyen iki hanımdır. 

SULTAN İBRAHİM’İN HAREMİ

Cariyeler, şovlar ve büyük rüşvet ağı

İlmiye ve ordu görevleri açıkartırmayla satılmaya başlandı. İbrahim koynuna aldığı cariyeleri gönlü geçince bir vezire ya da beylerbeyine verip yüksek bedeller almakta, saraydan çıkma cariyelerle evlenenleri de rüşvet işlerinde görevlendirmekteydi. 

Bu konu, yerli ve yabancı tarihçiler kadar, harem yaşamı meraklısı okurlar için de ilk sıradadır. Harem kadınlarının şivekârlıklarına (cilvelerine) ve aşk gösterilerine aşırı düşkün İbrahim’i, cariyeler türlü oynaşma-sevişme hünerleriyle kendilerine öylesine bağlamışlardı ki, hazine gelirleri harem kadınlarına sarfedildiğinden askere ulufe verilemez olmuştu. Derken ilmiye ve ordu mansıpları (görevleri) açıkartırmayla satılmaya başlandı. Taşra âyanları, eyalet beylerbeyleri ise saraya rüşvet ve hediye akıtmaktan yoksul düştüler. 

Padişaha zamanında kar göndermeyen Bursa kadısı idam korkusuyla Keşiş Dağı’na (Uludağ) çıkıp kar kestirirken, Anadolu’da ünlü Celâli Haydaroğlu halkı soyuyor; İbrahim ise olanlardan habersiz, bir hasekisinin mücevher toplu arabasıyla Davudpaşa Bahçesi’ne gidişini İstanbul halkının izlemesi için buyruklar veriyordu. İbrahim, saray geleneklerinde aykırı bir yönteme daha başvurarak bir cariyeyi nikâhlı eş seçip saray düğünü düzenletti. Bütün devlet erkânını “ay yüzlü cariyeler, cevahir takılar” hediye etmekle görevlendirdi. Bunu, saray hareminde yeni nikâh törenleri ve düğünler izledi.

İbrahim koynuna aldığı cariyeleri gönlü geçince bir vezire ya da beylerbeyine çırağ edip yüksek bedeller almakta, saraydan çıkma cariyelerle evlenenleri de rüşvet işlerinde görevlendirmekteydi. Veziriazam Ahmed Paşa’nın kardeşi İbrahim Ağa da rüşvet aracılığı yapıyordu. Bu İbrahim Ağa, gece gündüz içip eğleniyor, sarayla ilişkisini ise eşi Hubyar Kadın yürütüyordu. İbrahim Ağa padişahın gönderdiği Bostancıyı içki meclisinde başına tabak vurup yaralayacak denli korkusuzdu. Kumkapı semtinde “sebû-berdûş” (şarap destisi omzunda) gezen ayak takımının cümlesi adamlarıydı. Doğrular, namuslular şaşkın ve korkak, reziller cesur olmuştu. Yahudi Bezirgânbaşı Harun da sarayın bir başka rüşvet aracısıydı. 

İbrahim’in musahibesi Şekerpâre’nin sürgün edilmesinden sonra mallarına da el konulmuş, ortaya 16 sandık dolusu cevahir, altın ve gümüş çıkmıştı. İbrahim’in önünde açılan sandıklardaki altın gümüş ve mücevherleri görünce “Hay kâfir kahpe. Bana, ‘ekmek alacak akçem yokdur’ deyü yemin ederdi!” dediğini tarihçi Naimâ yazar. Evinde, beyaz, sarı zerbaft kaplı kürkler, 200 yorgan, inci işli zerduz örtüler, 200 kese de nakit bulunan Şekerpâre’in rüşvet işlerini çeviren kâhyası Aksaray Çarşısında asılırken, Şekerpâre de Mısır’da sürgünde öldü. Eyüp’teki türbesi boş kaldı.

PADİŞAH’TAN İNCİLER…

‘Bre hainler, her birinize ihsanlar etmedim mi?

Sultan İbrahim 

. Huzuruna çıkan sadrazam Sofu Mehmed Paşa’ya: “Bre köpek koca! Veziriazâm olmak için kulu tahrik ettin. Bu cemiyet bertaraf olduktan sonra hakkından gelirim!” 

. Oğlu IV. Mehmed’i tahta oturtanlardan Sadrazâm Sofu Mehmed Paşa, şeyhülislam Abdurrahim efendi ve Ocak ağaları, hal’ edildiğini bildirmek için Revan Köşküne geldiklerinde “Bre hainler, bre pezevenkler! Bu nasıl iştir? Her birinize ihsanlar etmedim mi? Şimdi havanıza tâbi olmadığım için mi beni kaldırıyorsunuz!” 

. Sofu Mehmed Paşa ve şeyhülislam Abdürrahim efendi cellatla kendisini boğmaya geldiklerinde: “Bak Abdürrahim! Yusuf Paşa bana senin için ‘fettan dinsizdir, tepele’ demişti. Seni öldürmedim, Meğer sen beni öldürecek imişsin. İşte Kitabullah(elindeki Kur’an’ı göstererek), beni ne hükm-ile öldürürsünüz zâlimler?” 

(Bu alıntılar ve Sultan İbrahim’in saltanatının şaşırtıcı sahneleri ve diyalogları için, Ahmet Refik’in Samur Devri ve Hoca Nüfuzu, Ziya Şâkir’in Cinci Hoca’sı okunabilir) 

Devamını Oku

Son Haberler