SAKARYA MUHAREBESİ: DÖNÜM NOKTASI
23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasındaki Sakarya Muharebesi, Kurtuluş Savaşı içinde bir dönüm noktasıydı. Ağustos sonuna kadar Ankara’ya 50 km. mesafeye kadar yaklaşan Yunan taarruzları, Türk Ordusu tarafından kademe kademe yumuşatılarak durduruldu. Türk Ordusu, Eylül başında fedakarlık tarihine geçecek karşı saldırılarla düşman kuvvetlerini Sakarya Nehri’nin batısına atacaktı.
Sakarya’daki başarının öyküsü, Eskişehir-Kütahya muharebelerinde yenilen Türk ordusunun Sakarya Nehri’nin doğusuna gayet hızlı bir biçimde çekilmesiyle başlar. Unutulmaması gereken çok önemli bir nokta, Yunan Ordusu’nun Eskişehir’e girdiği 19 Temmuz’la Sakarya’daki muharebelerin başladığı tarih olan 23 Ağustos arasında 1 aydan fazla bir zaman olduğudur. Bu zaman zarfında Yunan Ordusu da kendisini tazelemiş, cepheye yeni birlikler taşımıştı tabii. Ancak asıl önemlisi, bu 5 haftalık sürenin Türk Ordusu’na kendi eksiklerini tamamlama, yeniden moral kazanma ve Yunanlara karşı Ankara’yı başarılı bir biçimde koruyabilecek duruma gelme imkanını sağlamış olmasıdır. Türk Ordusu’nun hızla doğuya çekilmiş olması, ayrıca iki kuvvet arasındaki mesafeyi açarak Yunan Ordusu’nun lojistik açıdan biraz daha zorlanması sonucunu doğuruyordu.
Türk kuvvetlerinin Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmesi 25 Temmuz’da tamamlanmıştı. Mustafa Kemal Paşa her ne kadar Polatlı’ya yerleşen Batı Cephesi Karargahı’na giderek ordunun durumu hakkında etraflıca bilgi edindiyse de, Temmuz sonlarında işi başından aşmış bir durumdaydı. TBMM’de, Yunan Ordusu’nun ilerleyişi karşısında Ankara’yı terkedip Kayseri’ye taşınma konusu görüşülüyordu. Ayrıca, Ocak ayında çıkan Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’nun (bkz. #tarih, sayı 79) Türkiye’yi cumhuriyete götüren yeni bir anayasa olup olmadığına ilişkin tartışmalar hâlâ devam etmekteydi.
Öte yandan, Mustafa Kemal Paşa’nın TBMM’deki bazı milletvekilleriyle birlikte Mayıs ayında kurduğu Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun (bkz. #tarih, sayı 83) ne anlama geldiğine ilişkin sorgulamalar ve tartışmalar da sürüyordu. Ancak, ordunun istendiği gibi geri çekilmesinin tamamlanmış olması Mustafa Kemal Paşa’yı rahatlatmıştı. Buna bir de milletvekillerinin cepheye temsilciler göndererek askerî durumun ne halde olduğunu kendilerinin görmek istemesi eklenince, alınacak tedbirlerin tartışmaya açılması Ağustos başlarını buldu.
Cepheden dönen milletvekillerinin hazırladıkları raporun 2 Ağustos’ta Meclis’te okunmasıyla başlayan görüşmeler, iki gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutan atanmasını gündeme getirdi. 5 Ağustos’ta çıkartılan bir kanunla da Mustafa Kemal Paşa, 3 aylığına “başkumandan” atandı. Aynı gün Fevzi (Çakmak) Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa’nın yerine Genelkurmay Başkanlığı’na; İçişleri Bakanı Refet (Bele) Paşa ise bu görevine ek olarak Savunma Bakanlığı’na getirildi. Birkaç gün sonra Malta’dan dönecek olan Ali Fethi (Okyar) Bey, 2 ay sonra Refet Paşa’dan İçişleri Bakanlığı’nı devralacaktı.
Bu üçlünün aldığı ilk önemli tedbir, Anadolu Savaşı’na sivil halkın katkısını sağlayarak, savaşı topyekûn bir seferberliğe dönüştüren Tekâlif-i Milliyye emirlerini hazırlamasıdır. 7-8 Ağustos günlerinde, “TBMM Reisi, Başkumandan Mustafa Kemal” imzasıyla yayınlanan toplam 10 emir, bütün yönetsel birimlerde birer “Tekâlif-i Milliyye Komisyonu” kurulmasını mecbur tutuyordu. Vali, mutasarrıf ve kaymakamların başkanlığında, askerî ve malî yetkililerle birlikte belediye teşkilatları ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri temsilcilerinin de yer alacağı bu komisyonlar; adlarından da anlaşılacağı gibi, olağanüstü vergileri toplamak, bunları gerektiği gibi depolamak, ellerindeki miktarları Savunma Bakanlığı’na bildirmek ve gerektiğinde bölgelerindeki askerî yetkililere teslim etmekle yükümlüydü.
Karşılıkları daha sonra ödenmek üzere makbuz mukabilinde alınan ilk vergi, her hanenin “birer takım çamaşır ve birer çift çarık ve çorap” vermesi biçiminde gerçekleşti. 7 Ağustos’ta çıkan 3 Numaralı Emir, komisyonların herkesin elindeki “çamaşırlık bez, Amerikan, patiska, pamuk, yıkanmış yün, yıkanmamış yün, tiftik, fantezi kumaşlar hariç olmak üzere erkek elbisesi imaline yarayan her nevi yazlık ve kışlık kumaşlar, kalın bezler, kösele ve iğne, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin, sahtiyandan yapılmış yemeni, çarık, botin, çarık imaline mahsus deri, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç iplikleri, nallık demir veya yapılmış nal, mıh, yem torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, gübre ve sicim ve urgan”ın yüzde 40’ına makbuz karşılığında elkoymasını istiyordu. Sonraki emir, aynı oranları aynı koşullarla “buğday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek ve kasaplık hayvanat, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay, mum” gibi maddelere uyguladı. 8 Numaralı Emir, bunlara “benzin, vakum, gres, makine, don, saatçı ve balık yağları, vazelin, otomobil ve kamyon lastiği, solüsyon, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, pil, çıplak tel” gibi maddeleri de ekledi.
Bütün bu toplananları nakliye aracı sahipleri herhangi bir maddî karşılık almadan ayda 100 kilometre taşımak mecburiyetinde olacak; taşıma sırasında bunların yeme-içme masrafları ordu tarafından karşılanacaktı (5 Numaralı Emir). 8 Ağustos tarihli 7 Numaralı Emir, savaş sonunda geri verilmek üzere, av tüfekleriyle tabancalar haricinde kalan bütün ateşli silahları cephaneleriyle birlikte istiyordu. Kasaturalar, süngüler ve özel bir kıymeti olanlar hariç olmak üzere pala ve kılıçlar da toplanacaktı. Taşıma konusunda bazı sıkıntılar yaşanacağı düşünülmüş olmalı ki, 10 Numaralı son emirde dört tekerlekli olan bütün yaylı arabalarla at, öküz ve kağnı arabalarının ve yük hayvanlarının yüzde 20’sine gene makbuz karşılığında elkonacağı söylenmiştir. Görüldüğü gibi Ankara, kendisini savunacak olan ordunun her türlü ihtiyacını karşılamaya ve bunları cepheye mümkün olduğu kadar çabuk yetiştirmeye çalışıyordu.
Yunan Ordusu’nun Eskişehir’e girmesinden 1 hafta sonra yapılan bir toplantıda, Harekât Dairesi sorumluları, Türk Ordusu’nun toparlanmasına fırsat verilmeden saldırının sürdürülmesini önermiş; buna karşılık levazım sorumluları bunun cephane zaafı yüzünden hemen yapılmasının mümkün olmadığını, yapılacağı zaman ise ulaşım zorluklarını dikkate alarak çok ihtiyatlı davranılması gerektiği hatırlatmasını yapmıştı.
Sonuç olarak Sakarya’daki Türk mevzilerine doğru Yunan ileri harekatı 14 Ağustos’ta başladı. Üç kolordudan oluşan Yunan kuvvetlerinin stratejisi Temmuz ayındakinin aynısıydı. Cephenin kuzeyinde bir tümenle Polatlı yönünde baskı uygulanırken, 8 tümenle Türk Ordusu’nu güneyden sarmaya çalışılacaktı. 23 Ağustos’ta başlayan çarpışmalar tümüyle Türk tarafının aleyhine gelişti. Birçok mevziin Yunan ordusunun eline geçmesi nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa 26 Ağustos’ta Refet Paşa’ya yolladığı bir telgrafla Meclis’in ve hükûmet dairelerinin Kayseri’ye taşınmasını istedi; ancak durumun görece dengelenmesi üzerine ertesi günü bu isteğinden vazgeçti.
25 Ağustos’tan 2 Eylül’e kadar 8 gün boyunca Yunan Ordusu hem Türk mevzilerini geri atmaya devam etti hem de güneyden dolaşıp doğuya kayarak Türk kuvvetlerini sarmaya çalıştı. Türk savunması ise bu iki hareket karşısında, bir yandan kaybedilen arazinin gerisinde yeni bir mevzi tutarak, bir yanda da sarılmamak için sürekli doğuya kayarak tutunuyordu.
Sakarya Nehri üzerinde batıya dönük cephe, Haymana Ovası’nın güneyinde, güneye dönük bir duruma girmişti. 2 Eylül’de Yunan ordusu Polatlı’nın güneyindeki Çal Dağı’nı ele geçirdi ve Ankara’ya 50 kilometrelik bir mesafeye geldi. Ancak Türk piyadesinin üstüste gelen süngü hücumları bir yanda, süvari güçlerinin de Yunan Ordusu’na takviye sağlayan ulaşım hatlarına verdirdiği kayıplar diğer yanda; Yunan Ordusu’nun saldırı kabiliyeti giderek tükendi. 4 ve 5 Eylül günlerinde kalkıştığı ve geri püskürtülen genel taarruz sonrasında, Yunan birliklerine yeterince güçlenene kadar yerinde durması emri verildi. Bu konum, Yunan Ordusu’nun Anadolu’da varabilmiş olduğu en uç nokta olarak kalacaktır.
Yunanların durmuş olduğunu farkeden Türk Ordusu, 6 Eylül’de bir yoklama taarruzu yaptı. Bu harekatın başarılı olduğu görülünce buna benzer taarruzlar 3 gün boyunca sürdürüldü ve bunlar da başarılı oldu. Bunun üzerine 10 Eylül günü Türk Ordusu bütün cephe boyunca karşı taarruza geçerek Yunan Ordusu’nu batıya doğru itmeye başladı. Birkaç yerde direnmeye çalışsalar da Yunan kuvvetleri Sakarya Nehri’ne doğru sürülüyordu. 12 Eylül’de Çal Dağı geri alınmış, Ankara üzerinde herhangi bir baskı kalmamıştı. O gece Yunan Ordusu, birçok yerde Ankara demiryolunu ve Sakarya üzerindeki köprüleri tahrip ederek nehrin batısına çekildi. 13 Eylül’de nehrin doğusunda hiç Yunan askeri kalmamış, 3 hafta süren muharebe sona ermişti.
Sonuçlarına bakıldığında, Sakarya Muharebesi’nin TBMM Ordusu açısından büyük bir askerî zafer olduğunu söylemek zordur. İki ordu da aşağı yukarı aynı sayıda kayıp vermiştir. Hatta Türk Ordusu’nun biraz daha fazla yıprandığı söylenebilir, zira piyadeyi süngü hücumlarına kaldıran küçük rütbeli subaylar arasında şehit sayısı çok yüksekti. Bu bakımdan Sakarya Muharebesi için, “subay savaşı” da denmiştir. Öte yandan, Yunan Ordusu’nun çekilmesi görece kayıpsız gerçekleştirilmiş ve Türk tarafına önemli bir savaş malzemesi bırakılmamıştı. Son olarak, bazı Türk süvari birliklerinin Sakarya’nın batısında da görülmesine karşın; takati kalmayan Türk Ordusu’nun çekilen Yunan Ordusu’nu kesin yenilgiye uğratacak bir taarruza kalkamamış olduğunu eklememiz gerekir.
Bütün bunlara karşın Sakarya Muharebesi, Ankara Hükümeti açısından bir siyasal zaferdir. Bunun birkaç nedeni var. Birinci ve en önemli neden, Sakarya’da yapılan savunmanın Ankara Hükümeti’nin savaş yoluyla dize getirilemeyeceğini göstermiş olmasıdır. Unutulmaması gerekir ki, Yunan ileri harekatı başladığında bütün dünya başkentlerinde Türklerin Yunan Ordusu karşısında tutunamayacağı sanılıyordu. Sakarya’daki başarılı savunma, hem bir süredir Ankara Hükümeti’ne yardım etmekte olan Bolşevik Hükümeti’nin keseyi daha da açmasını sağlayacak hem de Fransa’nın ertesi ay Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Sèvres Antlaşması’nı kesin olarak devre dışı bırakması sonucunu doğuracaktır.
İkinci ve yine çok önemli bir neden, bu muharebeyle Anadolu savaşında hem inisiyatifin hem de üstünlüğün artık Türk tarafına geçmiş olmasıdır. Yunan Ordusu Sakarya’dan sonra bir daha taarruza kalkamayacak, bulunduğu hattı tahkim ederek beklemeye başlayacaktır.
Üçüncü bir neden, Doğu ve Batı Anadolu’dan sonra Orta Anadolu halkının da gerçek savaşla tanışması ve Anadolu Savaşı’nın tam anlamıyla ulusal bir savaşa dönüşmüş olmasıdır. Nitekim Sakarya Muharebesi bittikten yalnızca 1 gün sonra Mustafa Kemal Paşa, o zamana kadar TBMM’nin almaya cesaret edemediği, belki de almak istemediği bir karar alarak genel seferberlik ilan edecek, Misâk-ı Millî’nin tüm bir ulusun amacı haline gelmesini sağlayacaktır.