0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Tur, Tura ve Turan’dan Türklere uzanan tarih

Öntarih Türkleri olan Sakaların yaşadığı Tur/Tura ülkesi ile ilgili bilgiler sözel döneme, yani MÖ 5. yüzyıla değin geriye gitmektedir. Zerdüşt’ün MÖ 551’de, Ateş tapınağında kurt kılığına girmiş bir Turanlı olan Bratrok- Rech tarafından öldürülmüş olması, Türk varlığının MÖ 6. yüzyılda Tur, Tura ya da Turan kelimesi temelinde izlenebilmesine olanak sağlamaktadır. 

Erken Türk tarihi bugüne değin arkeolojik yönden fazla irdelenmemiştir. Avrasya, Horasan, Orta Asya, Kafkasya, İran ve Anadolu’da yapılmış kazılarda açığa çıkan Demir Çağı ve öncesine tarihlenen bulguların İslâmiyet öncesi Türk tarihi çerçevesinde akademik yöntemlerle değerlendirilememiş olmasının ana nedeni, Erken Dönem Türk Arkeolojisi konusunda uzmanlar yetişmemiş olmasıdır. 

2007’de başlayan Amasya-Oluz Höyük kazıları, Anadolu arkeolojisinde pek dikkati çekmemiş ya da kısmen farkedilmiş bazı Asyalı ögelerin Erken Türk tarihi ile ilişkili olabileceğine işaret etmeye başlamıştır. Bu önemli gelişme, bugüne değin varlığı bile bilinmeyen Türk Protohistorik (Öntarih) Dönemi’nin Anadolu’daki varlığının anlaşılması temelinde bir kırılma noktası olmuştur. 

Öntarih Türklerinin ilk yerleşim coğrafyası. 

Olağan arkeolojik yöntemleri bilmeyen ve tanımayan, arkeoloji temel eğitimi almamış araştırmacıların kullandıkları bilinçsiz terminoloji nedeniyle, İslâmiyet Öncesi Türk Tarihi ve arkeolojisi günümüzde büyük sorunlar içindedir. Yerel düzeyde yapılan bilimsellikten uzak, yerel milliyetçi heveslere hizmet eden, Troyalılardan Hurriler’e kadar herkesi Türk zanneden uydurmaca kuramlar, uluslararası düzeyde hiçbir karşılık bulmamaktadır. Göbeklitepe döneminde (günümüzden 12.000 yıl öncesi) bile Türk olduğunu iddia edecek kadar bilgisiz araştırmacıların oluşturduğu arkeolojik kirlenme, günümüz Erken Türk Tarihi önündeki en önemli sorundur. Bu çevreler tarafından ortaya atılan “Öntürk” kavramının içi boş olduğu gibi, bunun kronolojik ve arkeolojik kimlik sorunları da bulunmaktadır. 

Saka kültürü Altın aplik, MÖ 5-4. yüzyıllar. Sibirya. Atları ile birlikte ağaç altında dinlenen Saka savaşçıları. Tunç alem başı, MÖ 5. yüzyıl. Saka kültürünün en önemli kurgan mezarlığı olan Pazırık’ta bulunmuş geyik biçiminde alem başı (altta). 

Türklerin derin tarihi Protohistorik (Öntarih) yöntemler ile izlenebildiği yere kadar tanımlanabilmektedir. Öntarih sürecinde yazısı olmayan Türk toplulukları, yazıya sahip komşu kültürlerin yazılı kaynaklarında ve arkeolojik bulgularında görülebilmektedir. Yazı ve kimliklendirilebilen arkeolojik bulgu çok değerlidir; tarihsel arkeolojinin temelidir. Bunların dışında kalan herhangi bir bulgu herhangi bir ulusla ilişkilendiriliyorsa, bilimsel sorunlar taşıdığı bilinmelidir. 

Bugüne değin Türk adının ortaya çıktığı tarih üzerinde önemli yanlışlar yapılmıştır. Öz yazılı belgelerimiz ışığında kendilerine Türk diyen ilk toplum Göktürkler’dir. Bu gelişmeyi yansıtan yazılı kaynaklar 8. yüzyılın başlarında kaleme alınmıştır. Oysaki bunlar en erken Türk yazıtları değildir, onlardan daha önce yazılmış olan Barlık (Yenisey) yazıtlarında Türk değil, Oğuz adı geçmektedir. Bu durum Oğuzların Türk olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Buna karşın, Türkler ve Türk adı üzerindeki en önemli bulgular İran’da Geç Demir Çağı’ndan itibaren gözlenebilmektedir. Behistun yazıtı ile Persepolis Apadanası’nda yer alan Saka savaşçı figürleri, fiziksel özellikleri ile Öntarih Dönemi Türklerinin varlığını kanıtlayan en önemli arkeolojik bulgulardır. Bu doğrultuda, özellikle Persepolis Apadana Sarayı’nda Akhaimenid Kralı Büyük Darius’a hediyeler getirirken betimlenmiş olan Saka (Doğu İskit) elçi heyetlerinin tarihsel Türk tipiyle olan büyük benzerliği temelinde yaptığım değerlendirmeler yazılı kaynaklarda da karşılığını bulmaya başlamıştır. 

Zerdüşt dininin kutsal kitabı Avesta’da anlatılan Tur/Tura Ülkesi, Demir Çağı’nda Saka haomavarga (Haoma içen Sakalar) ve Saka tigrahauda (Sivri başlık giyen Sakalar) toplumlarının yaşadığı topraklara karşılık gelmektedir. Tarihsel Horasan (Uvarazmi) bölgesi ile aynı yer olan Tur/Tura ülkesi, Firdevsi’nin Şehnamesi’nde, Türklerin yurdu Turan adıyla anılmaktadır. Tur/Tura/Turan, Türk adının 8. yüzyıldan çok daha önce belirmeye başladığını göstermektedir. 

Tek tanrı-peygamber-vahiy sisteminin Önasya’daki ilk örneği olan Erken Zerdüşt dininin özellikle Erken Akhaimenid Dönemi (MÖ 550-400), Anadolu yayılımında Mogların tek ruhban sınıf olduğu anlaşılmaktadır. Bu süreç Mogların, yani Magi ruhban sınıfının, kendilerini Zerdüşt dininin sahipleri, temsilcileri ve mirasçıları olarak hissetmelerini sağlamıştır. Durum öyle bir hale gelmişti ki, Mog olmak için ruhban sınıfı içinde doğmak gerekiyordu, yani sonradan ve dışarıdan Mog olmak imkansızdı. Bu süreçte, Zerdüşt dininin kutsal bilgileri babadan oğula geçen bir sistemde ruhban sınıfı dışına sızdırılmayan dogmalar haline gelmiş olmalıdır. Böylece MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Moglar, Erken Zerdüşt dininin tek sözcüleri olmuş ve sözel geleneğin yaşatılmasında hayati bir rol oynamışlardır. Bu bağlamda Erken Zerdüşt dininin MÖ 5. yüzyılda henüz kitabı olmayan sözel bir dönem yaşamış olduğu anlaşılmaktadır. 

Buzda korunan tarih Deri Eyer. MÖ 5. yüzyıl. Günümüzden 2500 yıl önce Güney Sibirya ve Altaylar 8-9 ay süren uzun kışlara sahipti. Kurganlardaki eserler buz içinde günümüze sağlam ve bozulmamış biçimde ulaşmıştır. 

Sonrasında bilinmeyen bir dönemde yazıya geçirildiği anlaşılan ilk Avesta’nın MÖ 330 yılının Ocak ayında Büyük İskender tarafından yokedilmesi süreci, kutsal kitaptan kalanların Sasaniler tarafından 7. yüzyıl civarında biraraya getirilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu süreç bize Öntarih Türkleri olan Sakaların yaşadığı Tur/ Tura ülkesi ile ilgili bilgilerin sözel döneme yani MÖ 5. yüzyıla değin geriye gittiğine işaret etmektedir. Zerdüşt’ün MÖ 551’de, Ateş tapınağında kurt kılığına girmiş bir Turanlı olan Bratrok-Rech tarafından öldürülmüş olması, Türk varlığının MÖ 6. yüzyılda Tur, Tura ya da Turan kelimesi temelinde izlenebilmesine olanak sağlamaktadır. 

Yunanlıların ve bugün Batılıların İskit dediği Sakalar, çok geniş bir coğrafyada genellikle de göçebe olarak yaşıyorlardı. Eski Yunan dünyasının tarihçisi Herodotos’un bu göçebe insanlar hakkında sağladığı bilgilerin bazıları, onun yalnızca Karadeniz’in kuzeyine yaptığı seyahati boyunca toplanmıştır. Herodotos, İskitlerin tek bir dil konuşmadıklarını, onlarla ancak yedi tercüman aracılığı ile anlaşılabildiğini yaklaşık 2450 yıl önce tarihe not düşmüştür. Herodotos’un İskit Ülkesi’nde konuşulan dillerin sayısı hakkında verdiği bilgi hem çok değerli hem de İskit toplumlarının arkeoetnisitesinin anlaşılması noktasında hayatidir. Arkeolojik bulgular ve tarihsel kaynaklar Avrupa coğrafyasına yakın İskitler ile Doğu İskitlerin birbirlerinden çok farklı olduklarına işaret etmektedir. 

Bozkır sanatı ve keçe Keçe. MÖ 5. yüzyıl. Sakalar tarafından soğuk iklimde yaşayabilmek için icat edilmiştir. Bölgenin endemik hayvanı olan geyik, bozkır sanatının vazgeçilmez ögesidir. 

Rusya-Altay Cumhuriyeti’nde bulunan Pazırık kurganlarında yapılan kazılar, Sakalar ile İskitler arasındaki kültürel farklılıkları yansıtmaktadır. Karadeniz’in kuzeyindeki İskit kurganlarında eski Yunan yapımı eserler sıklıkla bulunurken, Sakalar’ın MÖ 6-5. yüzyıllardan itibaren egemenliği altına aldığı Altaylar ve Güney Sibirya’daki kurganlarda bozkır kültüründe gelişmiş sanatı yansıtan bulgular ele geçmiştir. 

Herodotos görmediği halde Doğu İskitlerini yani Sakaları da tanımlamaya çalışmıştır; “… Yüce dağların ayaklarında ikamet eden insanlar, herkesin -kadınların ve erkeklerin ikisi de- doğuştan kel, düz burunlu ve oldukça uzun çeneli olduğu söylenen insanlar (var)… Her biri bir ağacın altında ikamet ediyor ve kışın ağacı kalın beyaz keçeden bir örtüyle kaplıyorlar. Onlara Agrippaeans diyorlar” (Tarih, IV, 23). Herodotos’un bildiği, farklı olduğunu hissettiği, buna karşın görmeden tanımlamaya çalıştığı “kel” insanlar, Pazırık kurganlarında açığa çıkarılan duvarları keçe örtüler ile kaplanmış yurtlarda oturan, Sakalardan başkası değildir. 

Persler tarafından Saka olarak anılan, Persepolis Apadana Sarayı kabartmalarında kültürel ve fiziksel karakterleriyle resmedilmiş olan Doğu İskitlerin ırksal açıdan Avrupa’ya ve Hint-Avrupalı topluluklara uzak olduğu antropolojik görünümlerinden rahatlıkla anlaşılabilmektedir. 

7 bin yıllık çizme Deri bot/çizme. MÖ 5. yüzyıl. Pazırık’ta bulunan deri bot, soğuk iklime ve at binmeye uygun bir hayat tarzına işaret etmektedir. 

İskitler ile Sakalar arasındaki bariz görünüm farklılıklarının ifade edilmesinde bir sorun yoktur. Karadeniz’in kuzeyindeki kurganlarda bulunan eserlerde gözlenebilen İskitleri nasıl eski Yunan sanatçıları yapmışsa, Persepolis Apadana Sarayı’ndaki tüm kabartmaları da İran’a davet edilen eski Anadolu ve eski Yunan kökenli sanatçılar resmetmiştir. Apadana Sarayı Saka savaşçısı elçilerinin tarihsel Türk tipiyle olan benzerliğini Avrupa’ya yakın coğrafyada yaşayan İskitlerin ise Türklerle olan farklılıklarını ortaya koymak ve olağan yöntemler çerçevesinde ayrıntılı stil-kritik çalışmaları gerçekleştirmek arkeolojinin eski Türk tarihine yapacağı en büyük katkı olacaktır. Bu bağlamda Demir Çağı’nda İran coğrafyasına komşu olan Hazar Denizi’nin doğusundaki geniş topraklarda Hint-Avrupa ailesine mensup olmayan, Turanî ırka mensup göçebelerin yaşadığı arkeolojik bir gerçekliktir. 

Pers döneminde Uvarazmi, Antik Dönemde Chorasmia, Geç Antik-Erken Orta Çağ’da Tur, Tura, Turahya, Turan, Horasan ve Erken İslâm Dönemi’nde Maveraünnehir olarak anılan Batı-Orta Asya’nın Türklerle ilgili ilk tarihsel kimliklendirmenin yapılabildiği coğrafya olduğunu söyleyebiliriz. 

Bugün, tarihsel Horasan ve Maveraünnehir’de yaşayan Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’da yaşayan halkların neredeyse tamamı Turani ırka sahiptir ve Türk soyludur. Sözkonusu coğrafyada halen az da olsa yaşanmakta olan çoban göçebelik yine Türk soylu toplumlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Persepolis Apadana Sarayı’nda betimlenmiş Sakaların tarihsel yüz tiplerine sahip Türkmen, Kazak, Özbek ve Kırgızların kültürel varlıkları, yaşam sistemleri ve dilleri, bu insanların Saka haomavarga ile Saka tigrahauda toplumlarının mirasçıları olduğuna işaret etmektedir. Türkiye Türklerinin de ataları olan Sakaların Türklüğü yalnızca gen araştırmalarında değil, aynı zamanda devlet kültüründe, ata duyduğu sevgide, icat ettiği pantolonda ve İskit tipi ok ucunda da gizlidir. 

Dağ keçisi figürü Ahşap aplik. MÖ 5-4. yüzyıllar. Geyik gibi dağ keçisi de bozkır sanatının esin kaynaklarından biriydi. 

Devamını Oku

Son Haberler