Kasım
sayımız çıktı

Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları

Ezidiler yanlış tanınmanın faturasını her zaman ağır ödedi. Ama bugün tarih boyunca hiç olmadıkları kadar saldırıya açık bir durumdalar. Ellerini güneşe doğru açıp dua eden Ezidi’nin arkasında bu sefer ölüm, utanç, açlık ve keder var. 

AMED GÖKÇEN

Ortadoğu’da birkaç dağın arasına sıkışmış bir yaşama mahkum olan Ezidiler ve Ezidi inancı tarih boyunca hiç olmadığı kadar görünür ve tartışılır bir hal almış durumda. Haziran’da Irak’ta kapsamlı bir saldırı başlatan Irak-Şam İslâm Devleti geçen ay Ezidileri hedef almaya başladı, yüzlerce insan öldürüldü, tutsak edildi, binlercesi evlerinden oldu. Dolayısıyla ne yazık ki ellerini güneşe doğru açıp dua eden Ezidi’nin arkasında bu sefer ölüm, utanç, açlık ve keder var.

Kısa bir yazıyla anlatılamayacak denli karmaşıklaştırılan bir inanç var karşımızda. Aslında Ezidiliğin özünde var olan tarihsel figürleri anlamak, onların izini sürmek zor da olsa mümkündür. Ama araştırmacıların topluluktan uzak bir şekilde masa başında kaleme aldığı yazılar zaten var olan kargaşayı içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Böylece topluluğun kendisini adlandırdığı isim bile farklı yorumlara kurban giderek değiştirilmiş, kutsal günlerin ve simgelerin manasına varıncaya kadar her ibadetin neredeyse iki farklı tanımı oluşmuştur.

Bunlardan birincisi topluluğa aittir. Diğer anlatılar ise tamamen araştırmacılar tarafından ortaya atılmış iddialardan müteşekkildir. Bu kargaşanın ne derece genişlediğini üç örnekle değerlendirmek mümkün: mevcut örneklerin birincisi topluluğun kendisini adlandırmasına ilişkindir.

Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları
KAVURUCU SICAKTA YÜZLERCE KİLOMETRE Irak’ın Haftanin bölgesinde toplanan Ezidi mülteciler, Şırnak’ın Uludere ilçesi Roboski (Ortasu) köyü civarında bulunan Beyaz Tepe (Koxe Spi) yer alan 15 Nolu Sınır Taşı bölgesinden giriş yapıyorlar. Fotoğrafta görülen Ezidiler, sınıra ulaşmak üzereler. Fotoğraflar : ULAŞ YUNUS TOSUN

Ezidiler kendilerini Êzidî, Êzdî, Ezidi dinlerini ise Ezdiyatî veya Êzdîti olarak adlandırır.

Bu tanımlamanın birçok araştırmacı için bir manası olmasa da topluluğun en önemli mitolojik anlatılarının başında gelen Dünyanın Yaratılışı’nda bu tanımlamaların nasıl ve nerede ortaya çıktığına ilişkin hatırı sayılır ipuçları verilmektedir. Dünyanın Yaratılışı’nda ve tüm dinî ve kültürel anlatılarda Tanrı “Xuda” olarak adlandırılmaktadır. “Xu” Kürtçede “kendi” anlamına gelir; “da” ise vermek, yapmak, oluşturmak anlamıyla eştir. Dolayısıyla Kürtçe anlamıyla Tanrı kendini yaratan, kendini oluşturan, kendini var eden’dir. Yaradılış anlatısında yer alan Tanrı ve Melek Tavus’un üçüncü karşılaşmalarında Melek Tavus’un Tanrı’ya söylediği “Sen Xuda’sın, ben Ezda; sen yaradansın, ben mahlûkat” sözleri ise topluluğun kendisini adlandırırken kullandığı “Ezidi” tanımının da kaynağını oluşturur. “Ez” Kürtçede ben anlamına gelir, “da” ise yukarıda da belirtildiği gibi vermek, yapmak, oluşturmak anlamındadır. Dolayısıyla “Ezda” yaratılan, var edilen, mahlûkat anlamına gelir. Topluluk, Ezidi adıyla, kökenini ilk yaratılmış olan’a, Tanrı ve Melek Tavus’un üçüncü karşılaşmasına ve Âdem’in ilk oğlu Seyyid bin Car’a dayandırır.

Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları
SINIR ÇİZGİSİNDE MOLA Kayanın üstünde yatan Ezidi kızın fotoğrafı, sınırı geçe- bilenlerin dinlenme molası verdiği tam sınır çizgisinin olduğu tepede çekildi. Biraz dinlenenler Silopi’deki kamplara yerleştiriliyor. Haftanin’den çıktıktan kısa sure sonra yolda doğan ve şans eseri hayatta kalan Ezidi bebek.
Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları
Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları
Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları

İkinci önemli örnek ise Ezidi kutsal kitaplarıyla ilişkilidir. Mushaf-ı Reş/Mishafa Reş (Kara Kitap) ve Kitab-ı Cilwe (Nurlar Kitabı) olarak bilinen iki kitabın tüm kopyalarının Osmanlı ordusunun, yerel Türkmen ve Kürt aşiretlerinin saldırıları sonrasında yakıldığı veya alındığı iddiası, Ezidi topluluğu tarafından sıklıkla dile getirildiği gibi Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki mevcut birçok belgede de bu soruna ilişkin yazışmalar görmek mümkündür. Halihazırda bir kitabın olmaması sebebiyle Ezidi topluluğu tüm dinî ve kültürel anlatılarını sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarmaktadır. Böylece kaybolan kitapta yazılanları kendi zihinlerinde yaşatmayı tercih etmiş ve sonraki yıllarda da hiçbir şekilde bunu yazılı bir metin haline dönüştürmemişlerdir. En basit saha çalışmasında dahi bunu görmek mümkünken birçok akademik çalışmada halen Kara Kitap ve Nurlar Kitabı’nın kopyası olduğuna inanılan metinlere yer verilmekte ve bu kopyalarda yer alan tanımlar üzerine Ezidi topluluğunun dinî ve kültürel tarihi değerlendirilmektedir.

Üçüncü ve en önemli sorun ise Ezidilerin “kötülük meleği”ne taptığına ilişkin yaygın inanıştır. Genel geçer dinî bilgiler etrafında şekillenen bu yanlış tanım, Ezidi topluluğunu anlama çabasında olmayıp onları herhangi bir şekilde tanımlama gayretinde olan gazetecilerin, araştırmacıların ve tarihçilerin ürünüdür. Tıpkı diğer tektanrılı inançlar gibi Ezidiler de yerde ve gökte söz sahibi, kadir-i mutlak olan tek bir Tanrı’ya inanır. Ezidilerin “kötülük meleği”ne taptığına ilişkin var olan inanışın esas kaynağı ise meleklerin -özellikle baş meleğin, isyancı melek de denebilir- Tevrat, İncil ve Kur’an’da belirtilenin aksine özelliklere sahip olmasıdır. Tawusî Melek, Cebrail-i Emin olarak da bir çok Ezidi duasında geçen esas melek, Ezidi inanışına göre dünyanın yaratıcısı değil yürütücüsüdür. O’na bu görev Tanrı’nın en sadık kulu olması sebebiyle bizzat Tanrı tarafından verilmiştir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, tüm doğanın ve meleklerin belirli özellikleri olduğu inancından yola çıkarak bazı simgeleri daha ön plana çıkarmışlardır. Bunlardan biri de Güneş’tir. Güneş’e tapılmaz. Güneş Ezidiler için kutsal bir figür olan Şeyh Şems’in suretini temsil ettiği için ona dönülür. Genel yargı bu yöndedir.

Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları
EN ÇOK ÇOCUKLAR ZORLANDI Çoğu yaşadığı yerden daha önce hiç ayrılmamış olan Ezidiler, kavurucu sıcakta kilometrelerce mesafeyi aç-susuz yürüyerek katetmek zorunda kaldı. En çok zorlananlar yine küçük çocuklar oldu, 250 çocuğun yollarda zehirlendiği iddia edildi.

Tarihin hiçbir döneminde devletleşememiş ve herhangi bir yerde egemenlik kuramamış bir topluluk olan Ezidileri değerlendirirken genel bir “Ezidiler” başlığı atmadan önce geniş bir sayfa açmak gerekmektedir. Suriye, Irak, Türkiye, Gürcistan, Ermenistan, Rusya, Sibirya ve özellikle Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde ikamet eden toplam sayıları 1 milyonu geçmeyen Ezidilerin birbirinden farklı kültürler ve dinlerle komşu olduğu, farklı dillerde eğitim aldığı gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır.

Bir yüzyıl önce topluluk daha küçük bir alanda etkileşime kapalı bir şekilde yaşamaktaydı ve böylesi sorunlarla karşılaşmamaktaydı. Fakat artık Sibirya’da yaşayan bir Ezidi ile Almanya’da veya Suriye’de yaşan bir Ezidi için güneşe dönmek aynı manayı taşımamaktadır. O sebeple Ezidi ibadetlerini ve geleneklerini anlayabilmek için Ezidilerin yaşadığı her ülkeyi farklı bir biçimde değerlendirmek gerekmektedir. Yine de her nerede yaşarsa yaşasın –değişmez bir şekilde— her Ezidi’nin uyması gereken belirli kurallar vardır. İmanın Şartları (Ferzên heqîqetê) ve Dinin Şartları (Ferzên terîqetê) olarak adlandırılan bu kurallar Ezidi toplumunu birleştiren en önemli unsurlardır. İmanın Şartları şunlardır: Her Ezidi beş farzla imanına bağlıdır. Bu bağlılık her Ezidi’nin bir şeyh, pîr, hoste, mirebbî, yar ve ahret kardeşi sahibi olması şartında vücut bulur. Dinin Şartları ise dua etmek, oruç tutmak, Zekât vermek, hacca gitmek (Irak, Laleş), Sünnet olmak ve Tokê Êzî’dir. Fakat özellikle Avrupa ve Kafkaslarda yaşayan yeni kuşak Ezidiler açısından bu şartların düzenli bir şekilde uygulandığını söylemek mümkün değildir.

Nihayet, Ezidilerin birkaç yüzyıl önce Mardin’de, Diyarbakır’da, bir yüzyıl önce Halep’te ve bugün de Irak’ta karşı karşıya kaldıkları vahşetin esas kaynağı onlar hakkında dillendirilen yanlış bilgilerdir. Bu topluluk hakkında değerlendirme yapmadan önce Ezidilerin nasıl bir tarihsel süreklilik içerisinde bu topraklara yayıldığını ve orada ne tür bir hayat yaşadıklarını bilmek gerekiyor. Kitapları yakılan, adları dahi yanlış bilinen bir topluluğun milyon kere yanlış bilinen inançları sebebiyle öldürülmesine zerre kadar şaşırmamış olmalıyız. Uygulanan katliamın halen yeterince engellenememesinde bu insanların inancının etkisi olduğu çok açık bir şekilde ortada.

Yanlış tanınmanın değişmez kurbanları
‘Şanslı’ Ezidiler Onlarca Ezidi, Musul’un batısındaki Şengal’deki IŞİD zulmünden kaçarken yollarda öldü. Silopi’de kurulan geçici kampa ulaşabilen “şanslı” Ezidiler.