Kasım
sayımız çıktı

Usmanbaş 100 yaşında: ‘Her dem taze’ besteci

KLASİK MÜZİKTE ULUSLARARASI BİR SANATÇI-HOCA

Her zaman düşünceleriyle ve yaptığı bestelerle genç kalan bir sanatçı… Akustik çalgılarla yeniçağın yeni seslerini duyuran bir büyük usta… Eserleri 60 yıldır dünya çapında yankı uyandıran müstesna bir öncü. Müziği düşünen, irdeleyen bir filozof… Ve hiçbir şeyi abartmayan, dingin, alçakgönüllü tavrıyla, kendini toplumdan soyutlamadan çalışan bir insan.

İlhan Usmanbaş ile ilk defa 1973’de İstanbul Radyosu’n­da tanıştım. O sıralar “Çağ­daş Müziğin Öncüleri” başlıklı program dizileri hazırlıyordum ve onu uzaktan çok iyi tanıyor­dum. Kapının girişinde şöyle de­dim: “Stüdyo bir çağdaş müzik bestecisinden bir çağdaş müzik programcısına geçiyor”. Hemen doğrulayıcı bir yanıt geldi: “Ha­yır, bir müzik tarihi programcı­sından bir çağdaş müzik prog­ramcısına” dedi. Çünkü o sırada İlhan Bey “Çağlar Boyunca Mü­zik” başlıklı bir program hazır­lıyordu.

Neyse, kendi adıma çok he­yecanlı bir an yaşadım. Kısa sü­re sonra Soyut dergisinin Nisan 1977 sayısı için onunla ilk söy­leşimizi yaptık. Nasıl bilebilir­dim daha sonra İlhan Bey için üç biyografi kitabı yazacağımı ve şimdi 100 yaşına bastığında en nüktedan, en bilgi yüklü dostum olacağını? Bilemezdim.

Usmanbaş 100 yaşında: ‘Her dem taze’ besteci
Tablo gibi nota kağıtları Türkiye’de grafik notalamayı ilk kullanan Usmanbaş olmuştu. Elyazısıyla yazdığı nota sayfaları adeta modern bir tablo…

Müzik tarihimizde Usman­baş bir kırılma noktasıdır. Çağ­daş müziğimizin ilk kuşağı olan Türk Beşleri (Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Ahmed Adnan Saygun ve Necil Kazım Akses) Türk folklo­runun aksak ritimlerini, klasik Türk müziğinin makamsal yapı­sını ve teksesli geleneğini ulusla­rarası polifonik teknikle işlemiş­lerdi. İkinci kuşak ise, Beşler’e zıt olarak diyalektik bir gelişimin temelini atmıştı: Bülent Arel, İl­han Usmanbaş ve daha sonra­ları İlhan Mimaroğlu bu soyut atılımın öncüleri oldu. Başlan­gıç noktaları, Ankara Devlet Konservatuvarı yatakhanesiy­di. Usmanbaş ve Arel, başlarına çektikleri battaniyenin altında bir transistörlü radyo ile Avrupa müzik kanallarını dinliyorlar­dı. Her gece yeni bir isim, yeni bir yapıtla tanışıyorlardı. Arel ve Mimaroğlu yaratıcılıkları­nı sonradan elektronik müzikle sürdürdüler. Usmanbaş ise hep akustik çalgılar içinde yeniçağın yeni seslerini duyurdu.

Bugün sayısı 100’e varan bestesiyle kendinden sonra ye­tiştirdiği birkaç kuşak besteci­nin de öncüsü oldu. Usmanbaş, kendinden önceki kuşak ve ken­di kuşağındaki bestecilerin çoğu gibi yurtdışında değil, Türkiye’de aldığı eğitimle bestecilik yolcu­luğuna çıkmıştı. Konservatuvar yıllarında bestelediği “Küçük Gece Müziği” ve “Birinci Senfo­ni” gibi yapıtlarla az çok hocala­rının izindeydi. 1950’lerle bütün dünyada yaşanan köklü değişi­mi kendi müziğine uygulamaya koyuldu. 1952’de ABD’ye gitme­si, çağdaşı bestecilerle yüzyü­ze tanışması ona yeni müziğin kapılarını iyice açacaktı: 12-ton müziği, dizisellik, özgür çağrı­şımlar…

Usmanbaş 100 yaşında: ‘Her dem taze’ besteci
En önemli özelliği: içtutarlılık Usmanbaş’ın dingin, kavgasız, sertleşmeyen, kendini kimseyle kıyaslamayan, reklamdangösterişten kaçınan ve beyefendiliğinden hiç ödün vermeyen kişiliğinde başköşede içtutarlılık yeralıyor.

1955’te, konservatuvarın son sınıfında bestelediği “Yaylı Dör­dül ’47” Fromm Müzik Ödülü’ne değer bulunur; Amerika’nın bir­çok köşesinde çalınır ve plak ya­pılır. 1957’de iki yıllığına Ameri­ka’ya gittiğinde artık çağdaşları­nın yanında adı geçen, saygın bir bestecidir. Çevresinde Cowell, Babbitt, Carter, Feldman gibi çağ müziğine yön veren dostları vardır. O sırada Tangelwood’da “Music With a Poem” ile Kous­sewitzky ödülünü alır. 1960’ta Tokyo’daki “East-West Music Encounter” kongresine davet edildiğinde en yakın dostu Xe­nakis’tir.

Usmanbaş’ın kazandığı ödül­ler arasında en ilginci, 1966’da Polonya’daki 3. Wieniawski ya­rışmasında aldığı birinciliktir. 22 ülkeden 44 bestecinin katıldığı yarışmada Usmanbaş’ın “Boşlu­ğa Atlayış” başlıklı yapıtı ilk defa birinciliğe değer bulunmuştur. Daha önceki yarışmalarda hiç birinciliğe değer yapıt çıkma­mıştır. Aynı yarışmada, üçüncü gelen Jan Kapr (1914-1988) adlı bir Çek besteci sonradan ünlü bir isim olarak uluslararası mü­zik ansiklopedilerine geçer. Oy­sa o yarışmanın birincisi İlhan Usmanbaş’ın hemen Poznan’da seslendirilen “Boşluğa Atlayış” adlı yapıtı ancak 2007’de, beste­lendikten 41 yıl sonra kendi ül­kesinde (Bilkent’te) çalınabile­cektir! Aslında Usmanbaş, yapıt­ları çalınmıyor diye sızlanan bir besteci değildir. Ancak 1990’da yaptığımız bir söyleşide bu yapı­tın hiç çalınmamış olmasına bi­raz sitem etmişti: “Yaratılan bu yapıtları ben Mısır ehramlarına benzetiyorum. İçlerinde besteci­lerin gömülü olduğu. Belki ilerde turistler develere binip gezebi­lirler bu ehramları. Amerika’da, Polonya’da, İsviçre’de kazanmış olduğum ödüller ancak biyogra­fimde geçiyor. Wieniawski ödül­lü yapıtımı Türkiye’de henüz kimse çalmak istemedi” diyordu.

1969’da Cenevre Bale Ya­rışması’nda “Bale İçin Müzik” ödül kazanır ve 1971’de koreog­raf Jean-Marie Sosso tarafın­dan Cenevre Grand Théâtre’da sahnelenir. Duygu Aykal 1975’te aynı yapıtı “Oluşum” başlığı al­tında Ankara’da sahneleyecek­tir. Yurtdışından nice solist ve topluluk Usmanbaş’a yapıt ıs­marlamış, bu yapıtları defalar­ca çalmışlardır. Usmanbaş için bunların hepsi doğal bir akıştır. Hiçbir şeyi abartmayan o dingin, alçakgönüllü tavrıyla, kendini toplumdan soyutlamadan, dost toplantılarından ayırmadan, öğ­rencilerinden ve ailesinden ko­partmadan besteciliğini son yıl­lara kadar sürdürmüştür.

Yeni ses, yepyeni bir oluşum mudur? Bu yepyeni bir müzik anlayışı mıdır? Türkiye’de grafik notalamayı ilk kullanan Usman­baş olmuştur. O güzelim elyazı­sıyla her bir nota sayfası ayrı bir tablodur. Ona göre yerel-evren­sel, Osmanlı-cumhuriyet gibi karşıtlıkların sanatta yeri yoktur. Sanatçı her yerde, her dönemde sanatçıdır. Çokyönlü bakışıyla resim ve şiir gibi sanat dallarıy­la da alışverişe girmiştir. Cemal Süreyya’nın Bakışsız Bir Kedi Kara’sı, İlhan Berk’in Şenlikna­me’si, Behçet Necatigil’in Ka­reler-Aklar kitabı Usmanbaş’ın müziğindeki soyuta evrilmeye, çağlar boyu egemen olmuş de­ğerlere karşı çıkmaya eşdeğerdir.

Usmanbaş 100 yaşında: ‘Her dem taze’ besteci
İLHAN USMANBAŞ: ÖLÜMSÜZ DENİZ TAŞLARIYDI
EVIN İLYASOĞLU

Onun müziğini hiç dinleme­miş dahi olsanız, derin düşünce­sini, mantık yapısını öğrendikçe yapıtlarını merak edersiniz. Ya­pıtları dinledikçe çokyönlü görü­şünün ışığı altındaki iç tutarlılığı keşfedersiniz. Dingin, kavgasız, sertleşmeyen, kendini kimseyle kıyaslamayan, reklamdan-göste­rişten kaçınan ve beyefendiliğin­den hiç ödün vermeyen kişiliğin­de bu iç tutarlılık başköşeyi alır.

Usmanbaş’a göre geniş kitle­nin beğenisini kazanmak uğru­na sanat yapmak, bilinen şeyleri tekrarlamak, dolayısıyla ucuza kaçmaktır. Kulağın alıştığı yön­temleri kullanmak, bestecinin kişiliğini silmesidir.

Usmanbaş, eseri bestele­yip bitirdikten sonra artık ona yabancılaştığını, seslendirildi­ği zaman da iyice uzaklaştığını söyler. Öte yanda yorumcusuna her zaman büyük değer vermiş, eserinin yeni yorumlarını da il­giyle izlemiştir. Bunun en güzel örneğini şöyle anlatır:

“Eserlerimin icralarını din­lediğimde, bazen o kadar bek­lemediğim şeyler çıkıyor ki, şa­şırıyorum. Mesela Amerika’da plağa alınan bir ‘Yaylı Dördül ’47’ yorumu var. İlk bölüm ina­nılmaz bir dinamizm içinde. Sonra plakta üstüste dinledikçe alıştım, onu daha doğru bulma­ya başladım. Çalıcının yaşayan katkısını hiçbir zaman inkar edemezsiniz. Ve işin garibi ba­zen çalıcı sizin besteniz üstün­de düşünmediğiniz şeyleri orta­ya çıkartıyor.

Çalıcı doğrudan doğruya tı­nının kendisiyle uğraşır. Siz besteci olarak global bir şekilde eserin tüm yapısıyla uğraşırsı­nız. Onlar o tını uğruna kılı kırk yarıyorlar. Ve beklemediğiniz bir sonuç çıkıyor. Çünkü piyanoda yazdığınız ‘do’ sesi her piyano­ya dokunanın çıkarttığı ‘do’ sesi değildir. Sizin kulağınıza ne ka­dar ideal biçimde de olsa hiçbir şekilde ideal olamaz çünkü çalı­nan piyano bile o çalanın getirdi­ği bir yorumla çok farklı oluyor. Yorumun dışında o tını üstün­de uğraşmasının farkı. Mesela Kâmuran Gündemir, benim iki büyük piyano parçamı çalmış­tır. ‘Ölümsüz Deniz Taşlarıydı’ ve ‘Soruşturma’. Onlar üzerin­de benim beklediğimden o kadar fazla araştırma yaptı ki, pedal oyunları, tınıların, titreşimlerin sürmesi, kapanması, gibilerden. Bu ayrıntıları ancak çalan insan elde ediyor. Gerçi o da notaya bakarak bunları elde ediyor. Ve diyor ki, sen şunları burada dü­şünmüşsün! Düşündüm mü diye biraz düşünüyorsunuz”.

Usmanbaş 100 yaşında: ‘Her dem taze’ besteci
Hem besteci, hem entelektüel
İlhan Hoca’ya göre, besteci eseri çalındığında sahneye çıkıp selam vermelidir; çünkü dinleyici bestecinin nasıl birisi olduğunu görmelidir. O da yalnız bir besteci değil, bir entelektüel, kendini eğitime ve yeni arayışlara adamış bir bilge olarak alkışlandı.

Önce Ankara Devlet Kon­servatuvarı’nda sonra da yıllar boyunca İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuvar’ında hocalık yaptı Usmanbaş. Yıllarca hazırladığı radyo programlarıy­la müziğin tarih içindeki yerini anlattı. Konservatuvar’da, Bil­gi Üniversitesi’nde ve İTÜ-Mİ­AM’daki (Müzik İleri Araştır­malar Merkezi) derslerini son zamanlara kadar sürdürdü. “En yeni kuşak Türk bestecileri”ni anlatıyordu. Böylece genç kuşak bestecileri, genç kuşak öğrenci­lerine tanıttı.

İlhan Hoca’ya göre, besteci eseri çalındığında sahneye çıkıp selam vermelidir; çünkü dinle­yici bestecinin nasıl birisi oldu­ğunu görmelidir. Biz de onu sah­nede yalnız bir besteci değil, bir entelektüel, kendini eğitime ve yeni arayışlara adamış bir bilge olarak alkışlarız.

Sevgili İlhan Bey, sizin zen­gin ve derin kültürünüzden biraz daha yararlanabilmek için hâlâ size sorular hazırlıyorum. Son bir konuşmamızın kaydından notlar almışım:

. “Cesaret” diyorsunuz, “sa­natçı kendini yetiştirirken cesa­ret göstermeli, buluş yapacaksa cesaretle yapmalı”.

. Müzik-resim yakınlığından sözederken, “notanın bir çeşit resim olduğunu” söylüyorsunuz. Grafik notalarınız bunun kanıtı değil mi?

. Yetiştirdiğiniz öğrenciler Türkiye’de yeni kuşakların ön­cüleri oldu ve dünyanın çeşitli merkezlerinde adlarını duyur­dular. Onların özgeçmişlerinde İlhan Usmanbaş’ın çok özel bir yeri var. Sizin yetiştirdiğiniz ku­şaklar sizler kadar cesaretli mi?

. “Oyun”dan söz ediyorsunuz. “Sadece çocuklukta değil, güncel yaşamda da çalmak, oynamaktır demişsiniz. Çalgı=oyuncak. Mü­zik=kafa oyuncağı. Yaşamınızın her döneminde bunu böyle mi algıladınız?

Usmanbaş ile özel olarak onun müziğini konuşmak, genel olarak müziği konuşmak ya da sanatçının genel işlevine değin­mek, toplum-sanatçı ilişkisini irdelemek size katman katman zenginlikler sunar.

İnanıyorum ki onun aydın­lığı uzun yıllar sonra daha geniş alanları ışıtacak.