Farsçadan gelen siyah ve beyaz doğrudan doğruya renkleri belirlerken, ak ve kara daha geniş, daha derin ve mecazi bazen de efsanevi boyutlara taşır bizi. Bugün “kara” sözcüğünü daha çok matem, karanlık gibi olumsuz diyebileceğimiz sıfatlarla algılarız; ancak tarihte bu hiç böyle değildi. Karahanlılar ve kutsal “kara”nın göksel ve insani özellikleri.
Türkçede “ak-kara” ve “siyah-beyaz” tabirlerinin farklı şekillerde kullanıldığını biliriz ama bu bilgimiz bilinçli değildir. Daha doğrusu beyaz peynir yerine ak peynir, siyah şapka yerine kara şapka demeyiz; veya bugünlerde sık kullandığımız maskelerin siyahına “kara maske” demiyoruz. Türkçe öğrenmekte olan bir yabancı “beyaz akçe, siyah gün içindir” derse düzeltiriz ama, neden öyle olmadığını açıklamamız biraz zordur. Bu örneklerden görülebileceği gibi Farsçadan gelen siyah ve beyaz doğrudan doğruya renkleri belirler. Ak ve kara ise daha geniş, daha derin ve mecazi bazen de efsanevi boyutlara taşır bizi.
Bugün “kara” sözcüğünü daha çok matem, karanlık gibi olumsuz diyebileceğimiz sıfatlarla algılarız; ancak tarihte bu hiç böyle değildi; hatta bugünkü Türkçemizde bile bazı kullanımlar “kara”nın olumlu algılanabileceğine işaret eder. Ben “kara”nın berrak anlamına da geldiğini ilk defa Konya’nın Hadim kazasında Göksu ve Karasu’nun birleştiği yerde öğrenmiştim. Göksu göğün rengini alarak renk değiştirirken, Karasu dibindeki en ufak taşların bile açıkça görülebildiği bir berraklıkta idi. Daha sonraki yıllarda Moğol rakısı diyebileceğimizi berrak kımıza da “kara kımız” dendiğini öğrenecektim.
Öte yandan “kara”, dağların güneş görmeyen karanlık yamaçlarının kuzeyde olması, kuzeyin kökü olan “kuz” sözünün de kuzeye (şimal) işaret etmesi ile Karahanlılarda başkent Balasağun, Kuzordu adını da taşımıştır. Ayrıca Demir Kazık-Kutup Yıldızı’nın yüce bir yol gösterici olmasıyla kendisine atfedilen değerlerle kuzey (kuz ve kara) kutsallık kazanmıştır. Bu sebeple eski Uygurların başkenti Karabalgasun (yani Karaşehir), Tangutların başkenti Kara-hoto (Karaşehir), Ögedey Kağan’ın başkenti Karakurum (Karaduvar, Karasur) adını taşır. “Kara” aynı zamanda 10.-13. yüzyılda Orta Asya’da hüküm sürmüş ilk Müslüman hanedanın hanlarının da unvanlarından biridir.
Karahanlı hükümdarlarının kullandığı diğer bir unvan olan Tabğaç/Tavgaç adının Çin ile alakalı olduğu bilinir. Öte yandan Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Luğat-it-Türk’ünde “tavğaç” sözcüğünün bir şeyin eskisi için kullanıldığı belirtilirken, hükümdarlar için de “Tavğaç Han” yani “azim ve kadim Han” kullanımına işaret edilir. Herhalde Zeki Velidi Togan’ın “kara”yı azamet, yükseklik ve üstünlük şeklinde tanımlaması Kaşgarlı Mahmud’a dayanmaktadır.
Bu görüşlere ilaveten Robert Dankoff’un eseri yeniden yayımlarken “kadim” sözcüğü için “inveterate” (müzmin, değişmez) sözcüğünü kullanması benim ufkumu açmış oldu. Bu çerçevede Kaşgarlı Mahmud’un ifadesinin “azim (büyük) ve kadim (ezelden beri varolan) hükümdar” olarak anlamak gerektiği kanısındayım. Bu bağlamda da Hakaniye sülalesini herhangi bir kabileye mensup olmaktan çok, ezelden beri var olan hükümdar sülalesi diye anlamak gerekir. Bu tanım onların “Âl-i Afrasiyab” şeklinde efsanevi hükümdarlara bağlanmasına uygun düşmektedir.
İşte tam burada “kara” unvanı bizi aydınlatmakta. ‘Kara”nın kutsallığı aynı zamanda eski Uygur Türkçesi ile yazılmış bir “ırk”ta da şöyle ifade edilir: “Dağın arka tarafında (kuzey) Tngri kapısı açıldı” (Kidin taytïn bulungda, tngri qapïyï ačïltï). Diğer bir deyişle kutsallık yalnız Kutup Yıldızı ile ilgili değildir; dağın kara yamacından gidilen Kuzey aynı zamanda “Tngri kapısı” olarak algılanmaktadır. “Siyah” değil de “kara” kelimesi işte bu anlamda bizi başka boyutlara taşır. Kendilerine Hakaniye diyen Karahanlı hükümdarları, ezelden beri varolan Tngri’ye yakın ve semavi bir hükümdarlık kavramının parçası olduklarını “kara” sözcüğünü kullanarak ifade etmişlerdir. Bunu belki bizdeki “kırat” örneği ile ifade etmek yerinde olur; “kırat”a “beyaz at” dediğiniz zaman onun efsanevi yönü yokolur.