Aralık
sayımız çıktı

Hasretin başlangıç noktası

Bugün Ayrılık Çeşmesi dendiğinde, İstanbul Anadolu yakasında bir metro durağı anlaşılıyor. Oysa geçitlerin, yolların arasına sıkışmış, kaderine terkedilmiş bu 400 yıllık tarihî çeşme, bir zamanlar Hac yolculuğunun, askerî seferlerin, Doğu’ya giden kervanların çıkış noktasındaydı.

Bugün Ayrılık Çeşmesi de­nince ilk akla gelen Mar­maray ve metro durağı olur. Oysa Ayrılık Çeşmesi, Os­manlı devrinde yüzyıllar boyun­ca sefere giden orduların, hacca giden Surre Alaylarının topla­nıp yolculuğa başladıkları yer olmuştur. “Gidip de dönmemek, dönüp de bulamamak” deyimi­nin hayatın bir gerçeği olduğu zamanlarda, aylar belki yıllar sü­ren yolculuklarda uğurlama me­rasimlerinin yapıldığı Haydar­paşa Çayırı’ndaki bu törenlere Ayrılık Çeşmesi tanıklık etmişti.

Kadıköy Çeşmeleri, Kadıköy Belediyesi Yayınları

Söğütlü Çeşme ve Ahmed Ağa Çeşmesi adıyla da bilinen Ayrılık Çeşmesi, Haydarpa­şa’dan İbrahim Ağa’ya giden yol­da, eski demiryolu köprüsü al­tından geçildikten sonra karşını­za çıkan bir meydan çeşmesiydi. İstanbul’un ve Osmanlı gelene­ğinin kadim ve zengin hatırala­rıyla dolu bir tarihi eser…

Çeşmeyi ilk yaptıran Kapıa­ğası Gazanfer Ağa’dır. 1603’te vefat eden Gazanfer Ağa’nın bu çeşmeyi inşa tarihi 1590-1600 yılları arasında olmalıdır. Zaman içinde harap olan çeşme 1741’de yine sarayın önde gelen görevli­lerinden, I. Mahmud’un Kapıa­ğası Ahmed Ağa tarafından ta­mir edilmiş ve çeşmenin kemeri altında günümüze ulaşan kita­besi bu tamirde konmuştur. Ki­tabenin son satırı olan “Pâk ih­ya eyledi Ahmed Ağa” ile ebced hesabı ile çeşmenin tamir tarihi düşürülmüştür (Hicri 1154).

Tarihî bir mekan

Bu kitabenin hemen altında daha yeni görünen diğer bir mermer kitabe ise çeşmenin ikinci defa tamir edildiğine işaret etmektedir. İkinci ki­tabede sade bir dil ve yazıyla sadece: “Dürriye Sultan’ın ru­hiyçün elfatiha 1340” (1922) yazmaktadır.

Dürriye Sultan, Sultan V. Mehmed Reşad’ın büyük oğlu Mehmed Ziyaeddin Efendi’nin kızıdır. Mehmed Ziyaeddin Efendi, babası Sultan Reşad’ın yaptırdığı Haydarpaşa Çayırı’nın üst tarafındaki köşkte ikamet ediyordu. Bu köşk, çeşme yakı­nında bugün içinde bir AVM’nin ve apartmanların bulunduğu son derece geniş bir arazideydi. Dürriye Sultan daha 18 yaşında iken vefat edince, babası şehza­de Mehmed Ziyaeddin Efendi kızının hatırasını yaşatmak için köşkün yakınında bulunan ha­rap durumdaki çeşmeyi tamir ettirerek bu kitabeyi çeşmeye koydurmuştu.

Ayrılık Çeşmesi’nin bir kö­şesinde bulunduğu Haydarpaşa Çayırı, Surre Alaylarının ve se­fere çıkan orduların, kervanların uğurlandığı, ayrılıkların başladı­ğı mekandı. Osmanlı dinî gelene­ğinin önemli merasimlerinden birini oluşturan Surre Alayları, her yıl Hac zamanından birkaç ay önce Recep ayının 12. günü Topkapı Sarayı’ndan (sonradan Dolmabahçe Sarayı’ndan) şaşa­alı törenlerle yola çıkardı. Bizzat hacca gidemeyen padişahlar her sene tertip ettikleri muhteşem alaylarla, Mekke ve Medine aha­lisinin en ileri gelenlerinden en yoksuluna varıncaya kadar dağı­tılmak üzere para ve çok çeşitli hediyeler gönderirlerdi. Surre Alayı saraydan çıktıktan sonra Üsküdar’a geçip oradan Haydar­paşa Çayırı’na gelip konaklardı. Burada Surre Alayı’na katılacak hacı adaylarıyla buluşulur, hac­ca gidenlerin eşi dostu akrabası bu çeşmenin etrafında toplanır, Medine ve Mekke’ye kadar uzun bir yolculuk başlardı.

Haydarpaşa Çayırı aynı zamanda ordunun Doğu’ya ya­pacağı seferlerde de toplanma ve uğurlanma yeriydi. İlk ola­rak IV. Murad 1638’de Bağdat seferine çıkarken ordusunu burada toplayarak devlet erkâ­nı ve İstanbul halkı tarafın­dan uğurlanmış ve bu tarihten itibaren de buradan başla­yan yola “Bağdat Yolu/Cad­desi” adı verilmiştir. Günü­müzdeki Bağdat Caddesi’nin Ayrılık Çeşmesi’nden başla­dığı 1930’lu yıllarda hazırla­nan Pervititch haritasında da gösterilir.

Sefere çıkan ordunun yanı­sıra, Anadolu’daki vilayetlere tayin edilen paşaların kalabalık maiyetleriyle buradan görkemli alaylar tertip ederek yola çıkma­ları da kadim geleneklerdendi. 1813’te Sivas Valiliğine tayin edi­len Baba İbrahim Paşa’nın muh­teşem alay törenini görmek için devrin padişahı II. Mahmud teb­dil-i kıyafetle Ayrılık Çeşmesi’n­de merasimi bizzat izlemişti.

Dünden bugüne suyu kesilen tarih Ayrılık Çeşmesi erken Cumhuriyet dönemine kadar kullanılan, suyu akan bir mahalle çeşmesiydi (üstte). 1930 tarihli Pervititch haritasında “37” numarayla işaretlenmişti (solda üstte). Bugün ise sadece bir metro istasyonunun adı olarak biliniyor (altta).

İstanbul Çeşmeleri kitabın­da çeşmeyi tanıtan İbrahim Hilmi Tanışık, 1940’lı yıllar­da çeşmenin bazı parçaları­nın düşmüş, tamire muhtaç olduğunu yazmaktadır. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklo­pedisi’nde (1960) çeşmeyi an­latırken; “Susuz, harap olmaya, yıkılmaya mahkum bırakılmış bir halde, lülesi kopmuş, tek­nesi yanındaki yalakları taş ve toprakla dolmuş” diye yazmış, çeşmenin hemen arka tarafın­da bulunan tarihî namazgâhın da yokolmak üzere olduğunu eklemiştir.

Tarihî çeşmenin kaderi ma­alesef günümüzde de değişme­miş, hatta daha kötülemiştir. Bakımsızlık, ilgisizlik yüzünden çeşme neredeyse toprak altında kaldığı gibi, arka tarafında bu­lunan namazgâh da gecekondu­ların istilasına uğramış, üzerine bir ev kondurulmuştu. Marma­ray çalışmaları sırasında şan­tiye alanı içinde kalan çeşme, 2010’da Kadıköy Belediyesi ta­rafından bir proje kapsamında ele alınarak onarıldığı gibi, ar­kadaki namazgâhın bulunduğu yerde arkeolojik kazı yapılarak namazgâhın taş duvar kalıntı­ları ve çeşmenin toprak altında kalan üç yalağı ortaya çıkarıldı.

Kadıköy Belediyesi’nin bu takdire değer çalışmasıyla orta­ya çıkarılan çeşme ve namaz­gâh, her nedense aradan geçen 5-6 yıl içinde yine ihmal edil­miş. Bugün Marmaray’la bera­ber yapılan demiryolu hattı ile alttan ve üstten geçen yollar, köprüler arasında kıskaca alın­mış daracık bir alanda, etrafını çeviren bir tel örgü ile sanki ce­zalandırılmış, acınacak bir hal­dedir. Bir zamanlar çeşmenin yukarısında bulunan Halit Ağa Caddesi’ne adı verilmiş olan, III. Selim’in Darüssaade Ağası Halid Ağa’nın Çamlıca’dan ge­tirttiği suyla yolcuları serinle­ten çeşmede sudan eser olmadı­ğı gibi, lülesi ve kurnası da yok olmuştur. Çeşmeyi tanıtıcı bir yazı bulunmadığı gibi, üzerin­de adının olduğu bir küçük lev­ha dahi yoktur. Son derece kötü ve yazıyı bozacak şekilde, yazıyı bozacak şekilde boyanmış 1741 ve 1922 tarihli eski yazı iki kita­be ise önünden gelip geçenlere hiçbir şey söyleyememektedir.

Son namaz

Hacca gidecek hacı adayları, sefere çıkacak askerler, Do­ğu’ya hareket eden kervan yol­cularının İstanbul’daki son namazlarını kıldıkları namaz­gâhın kalıntıları da, aradan geçen birkaç yıl içinde kade­rine terkedilmiş, inşaat ve be­ton kalıntıları, yabani otlar ve kendiliğinden çıkan fidanların istilasına uğrayarak görünmez hale gelmiştir.

Namazgâh, günümüzde Mar­maray tren hattı ile dar bir alana sıkıştırılmış vaziyettedir. İlginç­tir, Ayrılık Çeşmesi Namazgâhı benzer bir saldırıya 110 yıl önce de maruz kalmıştı. Osmanlı Ar­şivi’ndeki belgelere göre Bağdat demiryolu inşaatı sırasında na­mazgâhın bir bölümüne tecavüz eden Anadolu Demiryolu Şirketi mühendislerinden Alman Miha­il Kris’e, Evkaf Nezareti tarafın­dan 1905’te açılan dava 1908’de sonuçlanmış ve namazgâha mü­dahale edilmesinin engellenme­si yönünde karar çıkmıştı.

400 yıllık tarihin tanığı Ay­rılık Çeşmesi’nin günümüzde yalnızca bir durak ismi olarak bilinmesi, çeşmenin raylar, köp­rüler, otoyollar arasında sıkıştı­rılıp kaderine teslim edilmesi, maalesef tarihe ve tarihî eserlere duyarsızlığın en canlı örnekle­rinden biridir. Dinî ve askerî or­ganizasyonların başlangıç nok­tası olarak köklü bir geleneğin en önemli menzil noktası olan çeşmeyle namazgâhın aslına uy­gun şekilde ihya edilmesi, üzeri­mizdeki bir vefa borcudur. Adını Ayrılık Çeşmesi’nden alan 300 yıllık mezarlık ve 100 yıllık tarihî sokak da, çeşme ve namazgâh­la bir bütün halinde ele alınarak düzenlenmelidir.

Sürekli büyüyen İstanbul’un en başta gelen sorunlarından bi­ri olan toplu taşıma ve ulaşıma çözüm üretmek ve projelerin ha­yata geçirilmesi ne kadar gerekli ise, bu çalışmaların şehrin do­kusuna ve tarihî mirasına zarar vermeden yapılmasını beklemek de o derece meşru bir taleptir. Yitirilen eserler bir daha yerine konamıyor, yok olan her tarihî eserle şehrimiz daha da kimlik­siz bir hale geliyor. Ayrılık Çeş­mesi’nden ayrılan anıları, tekrar günümüze akıtalım.

Kitabelerin anlatır, ruhlar yaşatılır… 16. yüzyıl sonlarında yapılan çeşmenin üzerinde, 1741’de yapılan tamirat sırasında konulan
kitabede “Pâk ihya eyledi Ahmed Ağa” yazılmış ve ebced hesabı ile çeşmenin tamir tarihi düşürülmüş (Hicri 1154). Hemen altındaki daha yeni görünen diğer bir mermer kitabe ise ikinci tamir sırasında konulmuş: “Dürriye Sultan’ın ruhiyçün elfatiha 1340″ (1922).

AYRILIK ÇEŞMESİ SOKAĞI

Kadıköy’ün ‘Paris Mahallesi’ydi

Acıbadem Caddesi’ne kadar uzayan sokak, adını Ayrılık Çeşmesi’nden alıyor. Çeşmenin arka tarafından başlayarak doğuya doğru sokağın bir tarafında Ayrılık Çeşmesi mezarlığı duvarı, diğer yanın­da ise demiryolu hattı var. Sokakta, bu dar şerit boyunca uzanan ikişer katlı ahşap evler bulunuyor.

Haydarpaşa Garı’nda çalışanlar için yapılan bu evler, 1919-1922 yılları arasında İstanbul’un İtilaf Devletleri ta­rafından işgal edildiği yıllarda farklı amaçla kullanılmıştı. Böl­geye yerleşen İngiliz-Fransız askerleri yüzünden Galata’daki umumhanelerden buraya taşı­nan hayat kadınları yüzünden kötü bir şöhretle anılmıştı. Hayat kadınlarının burayı mesken tutmasından dolayı, sokak Kadıköylüler tarafından bir müddet “Paris Mahallesi” diye anılmıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında sokaktaki bu evler boşaltılarak “Paris Mahallesi” sakinleri Galata, Beyoğlu’ndaki genelevlere nakledildi. 100 yıldan fazla bir geçmişi olan sokaktaki evlerden çeşme tarafı ucundakilerin bir kısmı Marmaray çalışmaları sırasında yıkılmıştır.

AYRILIK ÇEŞMESİ MEZARLIĞI

Mezarlıklar öldü apartmanlar doğdu

Adını çeşmeden alan tarihî mezarlık, çeşmeden başla­yarak Acıbadem Caddesine kadar 500 metre uzunluğunda 20-25 metre enindedir. Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, Üsküdar’dan başlayarak Kızıltoprak’a kadar uzanan büyük Karacaahmet Mezarlığı’nın günümüze ulaşabilen son ucudur. Mezarlığın şimdiki Taşköprü Caddesi’nin (eski Bağdat Cadde­si) öte tarafında bulunan kısmı zamanla gecekondular tarafın­dan işgal edilmişti; günümüzde ise üzerinde apartmanlardan oluşan büyük bir mahalle bulun­maktadır.

1700’lü yıllardan itibaren oluşmaya başlayan mezarlıkta özellikle saray görevlilerinin mezarları bulunmaktadır. Mezartaşlarının bir kısmı kırık, bazıları toprağa gömülü veya bitki örtüsü altında kaybolmuş durumdadır.