Yunan kuvvetlerinin 13 Eylül 1921’de Sakarya Muharebeleri sonucu durdurulması, Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere’de hiç de hoş karşılanmadı. Britanya Dışişleri Bakanı Lord Curzon, TBMM Hükümeti’nin isteklerini mağlupların küstahlığı olarak gördü ve Fransızların muhalefetine rağmen Londra-Paris Görüşmeleri’ne katılan Hariciye Vekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey’e kabul edilemez şartlar ileri sürdü. Süreç, Büyük Taarruz’a doğru evrilecekti.
Sakarya’daki başarısızlık üzerine Yunanistan Başbakanı Dimitrios Gunaris ve Dışişleri Bakanı Yorgos Baltazzis, Paris ve Londra’ya giderek Yunanistan’a çok zarar vermeyecek bir barış için görüşmelerde bulunmuşlardı. Hemen 1921 Ekim ayında başlayan bu yolculuğun Paris ayağı, Atina Hükümeti’nin beklentileri açısından hiçbir sonuç vermedi. Bilindiği gibi Fransa o sıralarda Ankara Hükümeti’yle anlaşmak üzereydi ve Yunanlı bakanların Londra’da Dışişleri Bakanı Lord Curzon’la ilk görüşmelerinden yalnızca 1 hafta önce Ankara Antlaşması imzalandı (20 Ekim 1921).
Britanya Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İzmir ve çevresinin Yunanistan’a verilmesine 1919’da karşı çıkanlar arasındaydı. Ancak, 1921 sonbaharında kendisini zor duruma düşmüş olan Yunan hükümetine yardım etmeye mecbur hissediyordu. Ne de olsa Yunanlıları Anadolu macerasına büyük çapta Britanyalılar atmışlardı. Ayrıca Ankara’nın Sovyetler’le olan ilişkilerinden tedirgindi; zira Ankara Antlaşması sonrasında büyük çapta rahatlamış olan Türklerin Moskova’dan aldıkları yardımları Musul’a saldırmak için kullanacaklarından korkuyordu. Son olarak da, Fransa’nın İtilâf blokundan ayrılıp Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hükümeti’yle barış yapmasına çok içerlemişti. Neredeyse ihanet gibi gördüğü bu gelişmeyi barışın sağlanması yolunda karşısına çıkan yeni bir zorluk olarak görüyordu. Bu durumda, önce Yunanlılarla görüşüp sonra da İtilâf Devletleri dışişleri bakanlarının katılacağı bir konferans toplamaya, bu konferansta Doğu Trakya’nın Yunanlılara bırakılmasına öteden beri karşı çıkan Fransızları ikna edip Ankara ve Atina Hükümetleri’ne bir barış planı önermeye karar verdi.
Ankara Hükümeti, 1922 Mart ayı ortalarında Paris’te toplanacağı açıklanan konferans öncesinde Hariciye Vekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey’i İtilâf Devleri başkentlerine göndererek kendi görüşlerini anlatmak istiyordu. 4 Şubat 1922’de alınan karar uyarınca, Yusuf Kemal Bey İstanbul’a gitti. Orada bulunduğu sırada Sadrazam Ahmet Tevfik (Okday) Paşa ve Dışişleri Bakanı Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa’yla görüştü. Bu paşalar Yusuf Kemal Bey’in Ankara adına ileri süreceği ilkelere tümüyle katıldıklarını açıkladılarsa da, büyük olasılıkla Sultan 6. Mehmet Vahdettin’in ısrarı üzerine, İzzet Paşa da daha sonra Londra ve Paris’te görüşmeler yapmak üzere yola çıktı. Bu gelişmenin nedeni, davet üzerine saraya giden Yusuf Kemal Bey’in Sultan Vahdettin’den TBMM’yi tanımasını istemesiydi. Sultan bu isteğe herhangi bir cevap vermemiş, ama anlaşılan o ki, İtilâf Devletleri başkentlerinde bir tek Yusuf Kemal Bey’in görünmesinin TBMM’yi tanıdığı biçiminde yorumlanmasından korkmuştu. Ancak, İzzet Paşa’nın Britanyalı ve Fransız yetkililerle görüşmelerinin Ankara açısından herhangi bir olumsuzluk yaratmadığını da eklememiz gerekir.
Lord Curzon’un Londra’da Yusuf Kemal Bey’le yaptığı görüşmeye ve Paris’teki konferansa sunacağını söylediği maddelere baktığımızda öne çıkan ilk nokta, Büyük Britanya’nın Türklerin 1. Dünya Savaşı’na girmesinin bu savaşı uzattığı, bu yüzden de cezalandırılmaları gerektiği kanısında olduğudur. Ayrıca Lord Curzon’un, TBMM Hükümeti’nin isteklerini mağlupların küstahlığı olarak gördüğü de anlaşılmaktadır. Öte yandan, Türk-Yunan savaşına gerçekten son vermek istediği, ama Ankara Hükümeti’nin Sovyetler’den aldığı yardımla Musul üzerine bir harekât yapıp Büyük Britanya’yla savaşmasından çekindiği için Yunan Ordusu’nun barış melbet antlaşmasının anahatları kabul edilene kadar Anadolu’da kalmasını istemektedir.
Curzon’un somut önerilerine gelince… Doğu Trakya’nın tamamı Türklere verilmeyecek, yani Boğazlar Türkiye’nin denetiminde olmayacaktı; Türkiye’nin kısıtlı bir ordu ve jandarma gücü olacaktı; Hıristiyanların güvenliğinin sağlanabilmesi için İzmir ve çevresinde özel bir yönetim oluşturulacaktı; son olarak da iktisadî ve malî kapitülasyonlarda Türkiye’yi tatmin edecek bazı değişiklikler yapılabilecekti. Ancak bütün bunlardan önce yapılacak olan şey, silahların susması yani bırakışmaydı.
Anılarına bakacak olursak Yusuf Kemal Bey, Lord Curzon’la bu ilk ve tek görüşmesinde lafı fazla uzatmamış, ama Britanya Dışişleri Bakanı’na ilginç bir soru sormuştur. Kanımızca ve gayrıresmî de olsa ilk kez bir gündem maddesi oluşturan bu soru, Curzon’un bir Türk-Yunan nüfus mübadelesi hakkında ne düşündüğüdür. Lord Curzon önce, “kabil olmayacak bir iş” diye kestirip atmış, Yusuf Kemal Bey’in bu tür nüfus değiştokuşlarının daha önce de yapıldığını hatırlatması üzerine, “Bu bir hal sureti. Fakat tatbiki çok güç” yanıtını vermiştir.
Londra’da birkaç gün daha kalan Yusuf Kemal Bey, Dünya Savaşı’ndan önce Büyük Britanya’nın İstanbul Büyükelçiliği tercümanı olan Sir Andrew Ryan’la ve o günlerde görüş değiştirip Türk tarafını desteklemeye başlamış olan tarihçi Arnold Toynbee’yle buluşmuş, bir akşam yemeği sonrasında ise Toynbee’nin evinde T. E. Lawrence’la tanışmıştır. Daha sonra yola çıkan Yusuf Kemal Bey, İtilâf Devletleri dışişleri bakanları konferansının açıldığı 22 Mart sabahı Paris’e geldi. Ne var ki, konferanstan hemen o akşam çıkan ilk haberler, Yusuf Kemal Bey’in aniden Paris’ten ayrılarak Ankara’ya dönme kararı vermesine neden oldu. Bırakışma isteniyordu, ama bırakışmayla birlikte Yunan Ordusu’nun Türkiye topraklarını boşaltmaya başlaması sözkonusu değildi. Bu, ancak İtilâf Devletleri’nin önerecekleri barış koşullarının iki tarafça kabul edilmesinden sonra yapılacaktı.
Yusuf Kemal Bey’in büyük bir hayalkırıklığı yaşadığı belli oluyor; zira Fransız kamuoyunun ve bu arada birçok Fransız devlet adamının Ankara’dan yana oldukları kesindi. Paris’in en etkili gazetelerinden Le Temps, bütün konferans boyunca Ankara’nın görüşünü savunmuş; Boğazların iki yakasının da Türkiye’ye bırakılmasının adil olacağını iddia etmiş; sürmekte olan savaşın da bir Türkiye-Yunanistan savaşı değil, gerçekte bir Türkiye-Büyük Britanya savaşı olduğunu ileri sürmüştü. Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Raymond Poincaré de biraz mahçup bir biçimde Yusuf Kemal Bey’i Paris’te tutmaya çalışmış, başarılı olamayınca da, “Büyük Millet Meclisi’ne benden hürmet götürün. Cevabı biraz uzatın. Kabul etmezseniz etmeyin. Yalnız ibarelerini mülayim yazın. Sizi müdafaa edebileyim. Selâmetle gidin. Şimdi emir vereceğim, yolda Fransız vasıtalarından istediğiniz gibi istifade edebilirsiniz” demiştir. Nitekim konferansın 26 Mart’ta açıkladığı kararlar Yusuf Kemal Bey’in trendeki kopartımanına kadar bizzat gelen Bern’deki Fransız büyükelçisi tarafından iletilmiş; Türk heyetini de Bulgaristan’ın Burgaz limanından İnebolu’ya bir Fransız torpidosu getirmişti. Gerçek şu ki Fransa, Almanya’yla olan pazarlıklarda destek, Musul petrollerinden de pay alabilmek için Curzon’un planında Türkiye lehinde çok küçük değişiklikler istemekle yetinmişti.
26 Mart 1922’de açıklanan kararlar, aşağı yukarı Lord Curzon’un Yusuf Kemal Bey’e söylediklerinin aynısıydı. Ankara Hükümeti 5 Nisan’da sözkonusu kararlara yanıtını bir nota biçiminde İtilâf Devletleri temsilcilerine bildirdi. Notada TBMM’nin de barış istediği, ancak Yunan işgali altındaki toprakların boşaltılmasıyla eşzamanlı olmayan bir bırakışmayı kabul edemeyeceği söyleniyordu. Ayrıca 4 ay içinde tamamlanması önerilen boşaltma kabul edilirse, TBMM’nin barış koşullarını görüşmek üzere hemen bir heyet göndermeye hazır olduğu da eklenmişti.
Ancak bu nota, olumlu bir karşılık bulmadı. İtilâf Devletleri 15 Nisan’da gönderdikleri bir notayla Ankara’nın notasını kabul etmediklerini bildirdiler. TBMM, bunun üzerine 22 Nisan’da bir nota daha göndererek daha önce dile getirmiş olduğu koşulları yineledi ve İtilâf Devletleri’ni İzmit’te toplanacak bir konferansa davet etti, ama bu notadan da hiçbir olumlu sonuç alınamadı. Anadolu’nun Yunan Ordusu’nca boşaltılması artık askerî tedbirlere kalmıştı.