Anadolu “harekât-ı milliyesi”ni alevlendiren, Mustafa Kemal Paşa’dır. Samsun’a çıktıktan sonra her yöne telgraflar yağdırmış, bilgilenmeye, Anadolu’nun doğu yarısındaki genel durumu anlamaya çalışmıştı. Ali Fuat Paşa, Rauf Bey ve Refet Bey’le birlikte Amasya’da buluştular. Mustafa Kemal Paşa da Julius Caesar gibi Rubicon’u Amasya’da geçmiş, zarlar atılmıştı.
İşgallere ve olası toprak kayıplarına karşı Anadolu’da ve Trakya’da oluşan ilk örgütler, hemen Mondros Bırakışması’nı izleyen günlerde ortaya çıkmışlardı. 1919 baharında, özellikle de İzmir’in işgali üzerine bu örgütler çok daha etkinleşmiş, ellerindeki kısıtlı imkânların elverdiği oranda halkı silahlandırmaya ve bu amaçla vergi toplamaya başlamış; bu etkinlikleri mümkün olduğu kadar meşru bir zemine oturtabilmek için de yerel ve bölgesel kongreler toplama yoluna gitmişlerdi. Bu girişimlerde o günlere kadar siyasetle hiç uğraşmamış birçok kişi bulunuyordu gerçi; ama önemli roller oynayanların kim olduklarına baktığımızda veya kullanabildiğimiz azımsanamayacak sayıdaki anıları okuduğumuzda açıkça görülüyor ki sözkonusu girişimlerin neredeyse hepsinde inisiyatif, resmen tarihe karışmış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinden geliyordu. O kadar ki, bazı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubelerinin kapılarındaki pirinç levhalara biraz dikkatli bakıldığında, üzerlerinden kaldırılmış olan “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti … Şubesi/Kulübü” ibarelerinin izleri görülebiliyordu.
Bu yapılanmaların yerel düzlemden bölgesel düzleme geçme yolunda attıkları adımlar, 1-5 Kasım 1918 tarihlerinde yaptığı son kongresinde kendi kendini fesheden ve birçok önderi aynı tarihlerde yurtdışına kaçmış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başka bir isim altında yeniden toparlanma çabası olarak görülebilirdi. Anadolu eşrafının ise gerek Ermeni politikası nedeniyle, gerekse “Millî İktisat” adı altında 1913’ten itibaren uygulamaya konan Türk girişimci sınıfı yaratma politikası nedeniyle olsun, büyük çoğunlukla İttihat ve Terakki Cemiyeti taraftarı olduğunu bilmeyen yok gibiydi. Tabii bu durum, ne Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in ne Sadrazam Ferit Paşa’nın ne de İstanbul Hükümeti’ndeki birçok Hürriyet ve İtilâf sempatizanı Bakanın hoşuna gidecek bir durumdu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Birlikleri Müfettişi sıfatıyla Samsun ve çevresine gönderilmesindeki amaç da bu tür örgütleri silahsızlandırmak ve etkisiz hale getirmekti.
Bu yönde başka bir girişim de 19 Mayıs 1919’da kurulan II. “Damat” Ferit Paşa Hükümeti’nde İçişleri Bakanı olan Ali Kemal Bey’den Haziran 1919 ortalarında geldi. Ali Kemal Bey, yerel direniş örgütlerinin bölgesel örgütlere dönüşmesini engelleyebilmek amacıyla bunların aralarındaki yazışmaları yasaklama yoluna gitti ve bunun uygulamasını sözlü bir emirle Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit (Karay) Bey’e havale etti. Refik Halit Bey de bütün vilayet başmüdürlüklerine 16 Haziran 1919’da şu emri verdi: “Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından verilecek telgrafnamelerin kabul edilse dahi keşide olunmaması muktezidir. Servis olarak katiyyen kabul etmemelidir. Hilâfında hareket şiddetle mesuliyeti dâi olacaktır”. Refik Halit Karay, anılarında bu emri verişini anlattıktan hemen sonra şöyle diyor: “Anadolu harekât-ı milliyesi işte bu tarihten sonra alevlendi”.
Alevlenmeyi sağlayan Mustafa Kemal Paşa’dır. Refik Halit Bey’in telgrafhanelere yolladığı emri gördüğünde Mustafa Kemal Paşa Havza’dan Amasya’ya geçmişti; fakat herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Daha sonra verdiği tepkiden çok sinirlendiğini anlıyoruz. Ama henüz ses çıkarmıyordu, zira başka planları da vardı. Samsun’a çıkalı beri her yöne telgraflar yağdırmış; bilgilenmeye, Anadolu’nun doğu yarısındaki genel durumu anlamaya çalışmıştı.
Ancak bu telgraf trafiğinin farkında olan Britanyalılar, Paşa’nın durumundan kuşkulanmış ve İstanbul Hükümeti’nden kendisini geri çağırmasını istemişlerdi (6 Haziran 1919). Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa da Mustafa Kemal Paşa’dan İstanbul’a dönmesini isteyen ilk yazıyı 8 Haziran’da yollamıştı. Dolayısıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın memuriyeti artık sallantıdaydı ve Anadolu’da kalabilmek için kendine yeni bir rol bulması gerekiyordu. Ama talihi de yaver gidiyordu; zira aynı gün Ankara’daki 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa da kendisine bir telgraf yollamış ve Bandırma üzerinden Anadolu’ya geçen Rauf (Orbay) Bey’in Ankara’ya vasıl olduğunu bildirmişti. Ali Fuat Paşa’nın telgrafını 10 Haziran’da yanıtlayan Mustafa Kemal Paşa’nın o iki günde isyan bayrağını açmaya karar verdiğini söyleyebiliriz.
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa’yla Rauf Bey’i Havza’ya davet ediyor, ayrıca 3. Kolordu Komutanı Refet (Bele) Bey’le, Canik Mutasarrıfı Kapancızade Hamit Bey’i de çağıracağını söylüyordu. Yani Amasya kararlarını alacak olan dörtlü (Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf ve Refet Beyler) randevulaşmışlardı. Sözkonusu randevu sonuç olarak Havza’da değil, Amasya’da gerçekleşecekti; çünkü Merzifon’daki Britanyalıların Havza’ya doğru bir harekât yapabileceğini düşünen Mustafa Kemal Paşa, ani bir kararla daha güneye, Amasya’ya geçmişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın Refik Halit Bey’in emrine hemen tepki göstermemesinin nedeni, daha sonra birlikte Amasya kararlarını alacakları arkadaşlarını beklemesidir. Nitekim Ali Fuat Paşa’yla Rauf Bey Amasya’ya 19 Haziran’da varmışlar; Mustafa Kemal Paşa da 20 Haziran günü biri Başbakanlık’a, Harbiye Bakanlığı’na ve Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü’ne, biri bütün valiliklere, biri de bütün vilâyet posta müdürlüklerine olmak üzere, zehir zemberek üç ayrı telgraf çekmiştir. İçeriklerinin ufak tefek farklarla aynı olduğunu söyleyebileceğimiz bu telgraflar Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü’nü vatana ihanet ve millete karşı cinayetle suçluyordu. Tabii hedef, İstanbul Hükümeti’ydi. Gerçi Mustafa Kemal Paşa o sıralarda Refik Halit Bey’in emrinin İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’den kaynaklandığını bilmiyordu; ama böyle bir emir vermeye bir genel müdürün kendi başına karar veremeyeceğini bilmeyecek biri de değildi.
Her zamanki siyasal ustalığını burada da sergilemiş, doğrudan doğruya hükümeti suçlamadan aynı hükümete karşı isyankâr bir telgraf çekmişti. Zaten Samsun’a birlikte çıktığı arkadaşı Refet Bey de ertesi akşam Amasya’ya gelecek ve Amasya kararlarıyla artık Anadolu’nun İstanbul’un emirlerini dinlememesi gerektiğini her tarafa kendi imzasıyla duyuracaktı. Mustafa Kemal Paşa da Julius Caesar gibi Rubicon’u geçmiş, zarlar atılmıştı.
20 HAZİRAN 1919’DAKİ TARİHİ TELGRAF
Milletin sesini hiçbir emir kesemez
Mustafa Kemal, Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliyye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri tarafından yollanan telgrafların işleme konmaması kararına çok sert tepki göstermişti.
Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya’dan 20 Haziran 1919’da Başbakanlık’a, Harbiye Bakanlığı’na ve Posta ve Telgraf Genel Müdürlüğü’ne çektiği telgraf:
“Amasya’da Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’dan Müdiriyet-i Umumiyye’ye mevrud 20 Haziran sene 1335 tarihli şifre telgrafnâme sûretidir. Gayet müstâceldir.
Posta ve Telgraf Müdiriyet-i Umumiyyesi’nin telgrafhanelere Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliyye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri tarafından verilecek telgrafnâmelerin keşide edilmemesi hakkında bir emir verdiğini istihbar eyledim. Aydın Vilâyeti’nin tahliyesine sâik-i yegâne olan sadâ-yı milleti boğmaktan, vatanın hayat ve istiklâline karşı birleşen vicdân-ı umûmî-i millîyi itfâdan başka hiçbir şeye matuf olamayacak olan böyle bir câniyâne teşebbüsün âtiyen mucip olacağı mes’uliyet-i azîmenin teemmül ve idrak edilememesi bâdi-i teessürdür. Bu emrin hemen geri alınarak milletin itimat ve emniyetine zerretümâ halel getirilmemesi lüzumunu arzetmeyi vazife-i vicdaniyye telâkki eylediğim maruzdur.
Makâm-ı Celîl-i Sadaret-i Uzmâ’ya, Harbiye Nezaret-i Celîlesi’ne arzolunmuştur.
20 Haziran sene 1335
Üçüncü Ordu Müfettişi
Mustafa Kemal
Harb Tarihi Vesikaları Mecmuası 6 (1953), belge 111