Dünün ve bugünün gündemi e-postanıza gelsin.
0,00 ₺

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Osmanlı Devleti’nin has tebaası: Kürtler

I. Selim’in 1514‘teki İran seferinden sonra Kürtlerin büyük bölümü Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşamaya başladı. Aşiretlerin çoğunu kendisine bağlayan devlet doğu sınırlarını güvence altına alırken, devlet destekli Kürt beyleri tebaaları üzerindeki iktidarlarını pekiştirdiler. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Kürdistan’a olan ilgisi ilk önce esas olarak Safevi genişlemesi karşısında doğu sınırlarını koruma ihtiyacından doğdu. Giderek büyüyen bu tehdidin asıl aracısı ise Şah İsmail’in mistik karizmasının ateşli takipçisi olan hatırı sayılır bir Anadolu Kızılbaş nüfusuydu. Bu tehdide karşı koymak için Osmanlı Sultanı I. Selim (Yavuz), Safevilere karşı büyük bir askeri sefer başlattı.

20 Nisan 1514’te başlayan İran seferi öncesinde I. Selim, Osmanlı sarayının hizmetinde nüfuzlu bir Kürt olan danışmanı Mevlana İdris Bitlisi’yi Kürt aşiret reislerini Safevilere karşı örgütlemesi için gönderdi. İdris Bitlisi en az yirmi Kürt aşiret reisinin bağlılığını kazanmayı başardı. Selim’in orduları 1514’te Amed’e (Diyarbakır) geldiğinde Diyarbakır’ın Safevi valisi Muhammed Han Ustaclu ordusunu geri çekti. Şehrin sakinleri önceden Osmanlı sultanına bağlılıklarını zaten bildirdiklerinden şehir kolayca Osmanlıların eline geçti. Bunu takip eden 23 Ağustos 1514’teki Çaldıran Savaşı, Sultan Selim’in, başkenti Tebriz’i Osmanlı kuvvetlerine bırakan Şah İsmail karşısındaki eksiksiz zaferiyle sonuçlandı. Muhammed Han Ustaclu öldürüldü ve Safevi ordusunun büyük kısmı yok edildi.

Çaldıran Savaşı, Şerefnâme.

Sultan Selim, Tebriz dönüşünde, Anadolu’daki Şah İsmail destekçisi Kızılbaşların hepsinin öldürülmesini emretti. Lojistik sorunlar nedeniyle ve yeniçeriler daha fazla ilerlemeye gönüllü olmadıkları için Osmanlı ordusu Batı Anadolu’ya döndü ve geride hiç kalıcı kuvvet bırakmadı. Bu karar, Şah İsmail’in çabucak toparlanmasını sağladı. Sultan Selim’in ordusu şehri terk eder etmez Şah İsmail Tebriz’e döndü ve kaybettiği ülkesini geri almak için birkaç askeri sefer örgütledi. İlk olarak Ustaclu Muhammed Han’ın kardeşi Kara Bey’i han ünvanıyla Diyarbakır valisi olarak atadı ve ondan kentte Safevi hükümranlığını yeniden tesis etmesini istedi. Ancak Kara Han kente vardığında aşiret reisleri ayaklandı ve şehri teslim etmeyi reddettiler. Osmanlı ordusu ve İdris Bitlisi’nin örgütlediği Kürt aşiret güçleri yardıma gelene dek Diyarbakır’ı savundular. Safevi ordusu geri çekildi ve şehrin denetimi Osmanlı İmparatorluğu’na geçti.

Bugün Kuzey Irak’ta Duhok’a bağlı bir kasaba olan Amediye şehri, Şerefnâme.

Bu noktada Çemişgezek, Palu, Çapakçur, Bitlis, Hasankeyf, Hizan, Cezire (Cizre) ve Sasun’dan oluşan Kürt emirlikleri arasında ittifaklar oluşturarak geniş bir Kürt ordusu meydana getiren İdris Bitlisi’nin rolünü vurgulamak önemlidir. Kürt aşiretlerini kollektif olarak hareket etmeye sevk eden sebepler çok fazla olmadığından Bitlisi’nin bu kadar geniş bir grubu seferber etmesi dikkate değerdir. İdris Bitlisi’nin Kürt aşiretlerini Osmanlı yönetimine bağlamayı başarmasından hayli memnun kalan Sultan Selim, Bitlisi’yi bu Kürt toprakları için bir idari çerçeve hazırlamakla görevlendirdi.

İdris Bitlisi aracılık konumunu hem Osmanlı Devleti hem de Kürt aşiret reisleri açısından son derece verimli bir şekilde kullandı. Daha geniş ve güçlü bir siyasal yapının bir parçası haline gelen Kürt beyleri kendi tebaaları üzerindeki siyasal iktidarlarını güvence altına aldılar ve pekiştirdiler. Bunun karşılığında Osmanlı Devleti de Safevi tehdidine karşı bir tampon bölge oluşturdu ve yeni bir vergi geliri kaynağı elde etti.

Başlangıçta Erzurum ve Sivas’ın güneyinde kalan bütün yeni elde edilmiş Kürt toprakları Diyarbakır Beylerbeyliği çatısı altında bir araya getirildi (1515). Fiilen Diyarbakır ili, İran’la kalmayı seçen ya da tarafsız kalmaya çalışan Kelhor, Erdalan (Ardalan), Baban, Şehrizor (Şahrizor) ve Mukri (Mokri) hariç tüm büyük ve küçük Kürt beylikleri idaresi altında birleştirdi.

Sultan Selim’in ölümünden sonra tahta oğlu I. Süleyman (Kanuni) çıktı. Yeni sultan imparatorluğun sınırlarını daha da genişletti ve saltanatı boyunca (1520-1566) Osmanlı İmparatorluğu coğrafi ve siyasi olarak en yüksek noktasına erişti. Kanuni, İran’la olan ilişkilerine özel bir önem verdi, doğu sınırlarını güvence altına almak ve genişletmek için askerî seferler düzenledi. Sonuçta iki rakip imparatorluk arasında Kürt toprakları üstüne birçok çatışma çıktı. Ancak iki taraf da Kürt topraklarının tamamına hakim olamadı. Kürtlerin her iki imparatorluğa bağlılığı bu yüzyılda iniş çıkışlar gösterdi.

Şerefhan Bitlisi’nin divanı, Şerefnâme.

Kanuni 1566 yılında öldüğünde kısmen ya da tamamen Kürt bölgelerinden oluşturulan yeni eyaletler şunlardı: Dulkadir (1522), Erzurum (1533), Musul (1535), Bağdat (1535), Van (1548) ve Şehrizor (1554 yılında fethedilmesine rağmen ne zaman eyalet haline geldiği bilinmemektedir).

Şah İsmail’in Kürt aşiretlerine yönelik politikası, aşiret liderlerini saf dışı etmeye ve yerlerine kendi adamlarını yerel yönetici olarak atamaya dayalıydı. İktidarı bir nebze olsun yerel kişilere bırakmayı seçmeleri durumunda ise iktidarın bağışlandığı bu kişiler geleneksel yönetici aileleri değil, bunların daha düşük konumdaki rakipleri oldu. Osmanlı Devleti ise doğudaki sınırlarını Kürt topraklarını içine alacak şekilde genişletirken geleneksel yerel yöneticilerin iktidarını koruyup pekiştirdi. Devlet belli bir ailenin yönetiminin babadan oğula geçişini tanıdığı ve sürekli desteklediği için iktidar yarışı ve bu iktidarın dağılışı donduruldu ve iç rekabetler en aza indirildi. Bu da en sonunda otoritesi önemli ölçüde devletin hamiliğine bağlı olan daha güçlü bir Kürt liderliğinin oluşumuna yol açtı.

Kürt aşiretlerine ya da aşiret konfederasyonlarına bahşedilen özerklik derecesi tamamen olmasa da esas olarak bölgenin ulaşılabilirliğine, jeopolitik öneminin derecesine ve aşiretin iç gücüne dayanıyordu. En güçsüz aşiretler ya daha güçlü olanlara katılmaya ya da her zamanki Osmanlı sancaklarının bir parçası olmaya zorlanırdı. En güçlü ve en az ulaşılabilir aşiretler –ki bunlar İran sınırına yakın konuşlananlardı– en yüksek özerklik derecesine sahip olan aşiretlerdi.

Mevcut belgeler özerklik derecesinin zaman için- de azaldığını göstermektedir. Osmanlı Devleti Kürt grupları üzerindeki denetimini giderek yoğunlaştırdı ve onların iç işlerine daha fazla müdahale etti. 17. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, başlarda özerk olan çok sayıda aşiret Osmanlı idari sistemiyle bütünleştirilmişti.

Ancak 17. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti geniş imparatorluk topraklarını yönetmek için (ister istemez) daha adem-i merkeziyetçi politikaları tercih ettiği için, Kürt liderler daha büyük idari ve siyasal özerkliğe sahipti ve sadece kendi Kürt tebaaları arasında değil, aynı zamanda taşradaki Osmanlı idaresinde de azalmış otoritelerini yeniden elde ettiler. Yerel eşrafın sadece Anadolu’da değil aynı zamanda Rumeli ve Arap topraklarında emsalsiz bir siyasal iktidar ve nüfuz sahibi olduğu 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında görünüşte birçok yerel Kürt yöneticisi bölgedeki kendi iktidar yapılarını yeniden kurmuşlardı. İmparatorluk başkentine sadece sözde bir bağlılıkları olan bu aşiret liderleri yarı-bağımsız emirlikler olarak işlev gösterdiler.

Bu yarı-bağımsızlık merkezi otoritenin kontrolü dışında ya da onun otoritesine rakip bir oluşum olarak kesinikle algılanmamalıdır. Tanzimat’a kadar merkezi otorite bölgedeki aşiret yapılarını doğrudan etkiledi ve liderlerini kendine bağımlı hale getirdi. O yüzden yarı-bağımsız Kürt aşiretleri merkezi otoritenin kontrolünde ortaya çıktı. Burada algılanması gereken başka bir nokta da Osmanlı merkezî otoritesi ile bölgedeki aşiretlerin ilişkileri günümüzde algılandığı gibi etnik temelli değildi. Yani Türk-Kürt gibi etnik tanımlamaların anlamı günümüzdeki gibi milliyetçilik temelinde politik bir kimlik değildi. Tanzimat ile birlikte merkezi otorite duruşunu değiştirdi. Batılı güçler ile rekabet edebilmek için çok daha merkeziyetçi bir politika geliştirmek zorunda kaldı. Sonuç olarak da bölgedeki otoritesi sarsılan Kürt aşiretleri ayaklanmaya başladı.

KANUNİ’NİN KÜRT FERMANI

Birleştir ve yönet

Osmanlı Devleti 16. yüzyılda parçalı Kürt gruplarını yönetmek için bunları aşiret seviyesi üzerinde daha geniş ve daha yönetilebilir birimler şekline sokarak “birleştir ve yönet” politikası güttü. Bunun için aşiretleri üzerindeki otoriteleri sönmüş Kürt yönetici tabakasını destekledi ve pekiştirdi. Bu durum, Kanuni’nin Kürt bölgelerindeki Osmanlı politikasını düzenleyen fermanında en iyi şekilde gösterilmektedir:

“(Kanuni Sultan Süleyman) Babası Yavuz Sultan Selim zamanında Kızılbaşlara karşı cephe alarak müsbet ve hayırlı hizmetyerleri de kendilerine verilip mutasarrıf oldukları eyaletleri, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraaları bütün mahsulleriyle, oğuldan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik ve ihsan edilmiştir. Bu münasebetle aralarında asla anlaşmazlık ve geçimsizlik çıkmamalı, dışarıdan müdahale ve taarruz edilmemelidir. Bu emr-i celile riayet edilecek, hiçbir suretle üzerinde kalem oynatılmayacak hiçbir yeri değiştirilmeyecektir. Bey öldüğünde eyaleti kaldırılmayıp bütün hududu ile mülknâme-i Humayun uyarınca oğlu bir ise ona kalacak, eğer müteaddid ise istekleri üzerine kale ve yerleri aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşamazlarsa Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacak ve mülkiyet yolu ile bunlara ebediyete kadar ilâ ebeddevrân mutasarrıf olacaklardır. Eğer bey, varissiz ve akrabasız ölmüşse o zaman eyâleti hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmeyecek, Kürdistan beyleriyle görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin beylerinden veya beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse ona tevcih edilecektir”.

II. MAHMUD’A SUNULAN KÜRT RAPORU

Alman subayın Kürt raporu

Ordunun modernleştirilmesi için II. Mahmud’un görevlendirdiği Alman subay Helmuth von Moltke 1835-1839 arasında Osmanlı ordusunda görev yaptı. Moltke, bu görevinin yanı sıra gördüğü yerlerle ilgili gözlemlerini raporlaştırıp padişaha sundu. Cizre ve civarındaki Kürtlerle ilgili gözlemlerini içeren 15 Haziran 1838 tarihli raporunun bazı satırbaşları şöyle:

  • Kürtler,vergilerleaskerlikten şikayet ederler. (…) Askerlik hizmeti ağırdır. (…) Siirt’te bulunduğum sırada şehirden 200 asker isteniyordu. Halbuki askerlik yaşında olanlar dağlara kaçtıkları için sokaklarda çocuk ve ihtiyarlardan başka kimse kalmamıştı. Bu vaziyet askerliğin 15 yıl olmasından doğmuştur.
Helmuth von Moltke
  • 15 yıl olmasından doğmuştur. Hemen her gün Kürt askerlerin kaçtıkları görülmektedir. Askerler arasında bulunduğum sıralarda, firar suçundan başka sebeble bir erin döğüldüğünü görmedim. Kaçak er, of demeden 200 değneği yiyor ve tekrar kaçmak için fırsat bekliyor.
  • Kürtlerinşikayetlerivergilerin çokluğu değil, vergilerin düzenli olmaması ve tahsildarların idarelerine tabi bulunmasıdır. (…) Bugünkü nizama göre bir çiftçi işlediği toprağın iki katını ekmeye başlarsa güz mevsiminde iki misli vergi isteyeceklerini bildiği için ancak ihtiyacına yetecek kadar toprağı işlemekle yetinir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Devamını Oku

Son Haberler