Osmanlı döneminde ordunun başında sefere (1699) çıkan son padişah 2. Mustafa’ydı. Savaş amacı dışında Saray’dan ilk ayrılan sultan ise 2. Mahmud oldu (1830). Sultan Abdülmecid’in bundan 171 sene önce çıktığı Akdeniz/Ege adaları seyahati ise Marmara çıkışından Rodos-Girit’e kadar birçok noktayı kapsıyor ve bölgede yaşanan siyasi gerilimleri azaltma, İstanbul’a olan bağlılığı artırma amacı taşıyordu.
Osmanlı padişahları, saraylarından uzak yerlere ve uzun süreli olarak ancak sefere çıkmak veya av amacıyla gitmişlerdir. Ordunun başında sefere çıkan son padişah 2. Mustafa’nın 1699’daki harekatından sonra askerî amaçlı olarak saraydan ayrılmalar da sona ermiş, yalnızca av maksadıyla İstanbul’a yakın yerlere kısa seyahatler görülmüştür.
1830’a kadar bir padişahın müstakilen memleketini, tebeanın hâlini görmek maksadıyla seyahate çıktığı vaki değildir. Bu amaçla gerçekleşen ve memalik-i şâhâneyi yerinde görmek, halkıyla hasbihal etmek üzere yurt gezisine çıkan ilk Osmanlı padişahı Sultan 2. Mahmud olmuştur. 2. Mahmud, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışı ile devlet teşkilatında yapılan yenileşme faaliyetlerinin sonuçlarını görmek, ahalinin durumunu bizzat yerinde müşahade etmek üzere 1830-1839 arasında 5 geziye çıkmıştır. Tekirdağ, Edirne, Gelibolu, Gemlik, İzmit gibi İstanbul’a civar yerleri gezen padişahın en uzun ve kapsamlı gezisi 39 gün süren Rumeli gezisi olmuştur. İstanbul’dan vapurla Varna’ya giden padişah, gezisine karayolu ile devam ederek sırasıyla Şumnu, Silistre, Rusçuk, Tırnova, Kızanlık, Zağra-yı Atik’ten geçerek Edirne’ye gelmiştir. Gittiği yerlerde bilhassa askerî tesis ve birlikleri teftiş etmiş, beldelerin ileri gelenlerini kabul etmiş, onları çeşitli hediyeler ve nişanlarla taltif etmiştir. Edirne’de birkaç gün kalan padişah İstanbul’a geri dönmüştür.
2. Mahmud’dan sonra tahta geçen oğlu Abdülmecid de yurt gezileri yapmakta babasının izinden gitmiş, 1844-1859 arasında 4 ayrı seyahate çıkmıştır. Tahta çıkar çıkmaz Tanzimat Fermanı’nı (Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu) ilan ederek devlet teşkilatındaki esaslı düzenlemelerle yeni bir devri başlatan genç padişahın gezilerinden ilki, 26 Mayıs-12 Haziran 1844 tarihleri arasında gerçekleşen ve İzmit, Bursa, Çanakkale, Midilli Adası, Gelibolu’yu kapsayan gezidir.
Sultan Abdülmecid’in Akdeniz/Ege Adaları seyahatinin gerekçeleri, dönemin resmî gazetesi Takvim-i Vekayi’nin 29 Şaban 1266 (10 Temmuz 1850) tarihli sayısında açıklanmıştı.
İkinci olarak 6 Mayıs-14 Haziran 1846 tarihleri arasında yapılan 40 günlük gezi, padişahın en kapsamlı seyahatidir. İstanbul’dan karayolu ile başlayan gezi, Silivri, Çorlu, Edirne, Zağra-yı Atik, Kızanlık, Selvi, Tırnova, Rusçuk, Silistre, Şumnu, Yassıtepe’den geçerek Varna’da son bulmuştur. Sultan Abdülmecid bu 40 günlük gezinin son durağı olan Varna’dan, Eser-i Cedid vapuruyla İstanbul’a dönmüştür.
Abdülmecid’in üçüncü gezisi, yazımızın konusunu teşkil eden ve Girit, Rodos, Sakız ve İzmir’i ziyaret ettiği 24 günlük “Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz/Ege Adaları) Seyahati”dir.
Gezinin amacı ve gerekçesi, zamanın resmî gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de şöyle açıklanmıştır:
“Padişah, bütün tebeası için yapmış olduğu hizmetlerin, babası 2. Mahmud’la başlayıp ilan edilen Tanzimat’la devam eden yeniden yapılanmanın uygulanışını, memleketin meselelerini, ahalinin durumunu yerinde görmek, yenileşme döneminin semeresini bizzat yerinde müşahade etmek üzere daha önce yapmış olduğu seyahatler gibi, bu kere de Memalik-i Osmaniye’nin Bahr-i Sefid’de bulunan bazı adalarda sakin tebeanın durumlarını bizzat görmeyi arzu etmiştir”.
Ancak bu gezinin farklı bir hususiyeti daha vardır. Henüz 27 yaşında bulunan genç padişah, çocukluğundan beri zayıf ve hastalıklı bir bünyeye sahiptir ve verem hastalığından muzdariptir. Hastalık Osmanlı sarayında çok yaygındır ve Abdülmecid’in babası 2. Mahmud veremden öldüğü gibi, annesi Bezmiâlem Valide Sultan’ın 1853’te vefatı da veremden olacaktır. 18. yüzyılda Avrupa’da da yaygın olan verem hastalığının tedavisinde “tebdil-i hava”nın iyi geldiğine inanılmış ve atla kır gezileri, bilhassa deniz seyahatleri doktorlar tarafından tavsiye edilmiştir. Abdülmecid döneminde saray doktorluğu yapan ve padişahla çok yakın bir ilişki kuran Avusturyalı Doktor Spitzer’in verem hastalığına iyi geleceği tavsiyesi, muhtemelen Sultan Abdülmecid’in Cezayir-i Bahr-i Sefid seyahatine çıkmasının bir başka sebebi olmuştur.
Padişah bu seyahatinde yanına kardeşi ve “veliahd-ı saltanat” olan Abdülaziz ile büyük oğlu Şehzade Murad’ı da (daha sonra Sultan 5. Murad) almıştı. Hatta 20 yaşında olan kardeşini İstanbul’da bırakmayarak yanında götürmesi bazı dedikodulara yol açtığından bu durumu seyahat sırasında yanından ayrılmayan Dr. Spitzer’e bir sohbetinde izah etmek ihtiyacı hissetmiş ve şöyle demiştir: “Herkes öyle zannediyor ki, ben kardeşimi korkumdan ve kendisine pek ziyade mütemayil olan halk arasında yalnız bırakmak istemediğimden beraber götürüyorum. Halbuki hakikati iyi bilmiyorlar. Bu çocuk ele avuca sığmaz; onu gözönünde bulundurmayı daha muvafık buluyorum. Seyahat düşüncesinde olduğumu haber alır almaz, hiddetinden titreyerek yanıma geldi, kendisini ‘böyle ebediyen mahbus mu tutacağımı’ sual etti. Mümkün olduğu kadar muhabbetini kazanmak fikriyle yanıma aldım”.
Seyahat bundan 171 sene önce, 1 Haziran 1850 Cumartesi günü, Çırağan Sarayı önünde demirli olan Taif vapuruna binilerek başladı. Devlet ricalinden Serasker Rıza Paşa, Tophane Müşiri Fethi Paşa, Ticaret Nazırı İsmail Paşa seyahat esnasında padişaha eşlik edeceklerdi. Yolculuğa çıkan padişahı uğurlamak üzere Sadrazam Mustafa Reşid Paşa, Şeyhülislam Arif Hikmet ile sair vükela, ulema ile yüksek rütbeli memurlar hazır bulunmuşlardı. Saat 2 sularında “Allah’ın yardımına sığınarak” vapur hareket etti ve akşamüzeri Marmara Adası limanına ulaşılarak gece orada geçirildi.
Tedbil-i hava tavsiyesi
Gezi sırasında henüz
27 yaşında olan Sultan
Abdülmecit’in geziye
çıkarken bir umudu da
çocukluğundan beri
yakasını bırakmayan verem
hastalığına iyi gelmesiydi.
Doktorlar bilhassa deniz
seyahatini tavsiye etmişti.
2 Haziran Pazar sabahı seherle birlikte Marmara Adası’nda ayrılarak Çanakkale Boğazı’ndan ve İmroz Adası (Gökçeada) önünden geçilerek akşam saat 10’a doğru Limni Adası’na ulaşıldı; Ada’da kabri bulunan mutasavvıf ve şair Niyazi-i Mısrî’nin türbesi ziyaret edildi (Türbenin tamire muhtaç yerleri padişahın ziyaretinden sonra onarılacaktır). Limni Adası’nda diğer bazı mevkiler görüldükten sonra 3 Haziran gece saat 2’de Girit Adası’na doğru hareket edildi.
Yolculuk esnasında havanın uygun olmasıyla, 4 Haziran Salı günü sabahı saat 11 raddelerinde Girit Adası’nda bulunan Sûde limanına varılarak filika ile iskeleye çıkıldı; oradan karayolu ile Hanya şehrine hareket edildi. Yol boyunca padişahı görmek için toplanan ada ahalisi ve mektep çocuklarına hediye ve bahşişler dağıtıldı. O gece, Girit Valisi Mustafa Paşa’nın Hanya şehrinde bulunan konağında geçirildi.
5 Haziran Çarşamba günü şehrin bazı yerlerinde incelemelerde bulunularak akşam Hanya şehrine 1 saat mesafede bulunan kasırda istirahat edildi ve Girit Valisi Mustafa Paşa’ya devlet işlerinde göstermiş olduğu iyi idare ve başarıdan dolayı İmtiyaz Nişanı verildi. 6 Haziran Perşembe günü vapura dönüldü.
7 Haziran Cuma günü, Sûde Limanı’nda bulunan kalenin içindeki camide Cuma namazı kılındı. O gece Miraç gecesi olduğundan liman sahilinde kurulan otağ-ı hümâyûnda kandil töreni yapıldı.
8 Haziran Cumartesi günü sabahleyin Girit’in Kandiye şehrine gitmek üzere vapur hareket etti; Hanya ile Kandiye arasında bulunan Resmo şehri önünde bir süre durduktan sonra saat 8 raddelerinde Kandiye limanına ulaşıldı. Padişah Girit’te bulunacağı sürede kalmak üzere Girit valisi tarafından hazırlanan konağa geçti. Adanın müslim ve gayrimüslim ahalisi, ileri gelenleri ile yapılan görüşmelerden sonra, Pazar ve Pazartesi günleri Kandiye’de kalınarak şehirde incelemeler yapıldı.
11 Haziran Salı günü Kandiye şehrinden Rodos Adası’na doğru hareket olunarak yol üzerinde bulunan Astropalya Adası önünde bir müddet duruldu. Padişahın karaya çıkmamış olsa bile burada durarak ziyarette bulunması bu küçük adanın ahalisini son derece memnun etmiş, İstanbul’a gönderdikleri Rumca yazıda padişahın adayı ziyaret gününü bundan sonra şenliklerle kutlayacaklarını bildirmişlerdi.
12 Haziran Çarşamba günü Rodos Adası’na ulaşıldı. Sultan Abdülmecid burada birkaç gün geçirdi, temas ve incelemelerde bulundu. Rodos’a ve Rodos ahalisine ehemmiyet gösteren padişah, ahalinin meseseleriyle bizzat ilgilendi; şikayetlerini dinleyerek gerekli tahkikat ve incelemeleri başlattı. Rodos Kalesi ve tabyalarını gezerek gerekli tamiratı yaptırttı.
14 Haziran Cuma günü Rodos Adası’nda bulunan Sultan Süleyman Han Camii’nde Cuma namazı kılınarak burada bir de cuma selamlığı töreni icra edildi. Sultan Abdülmecid’in Akdeniz Adaları ziyaretini öğrenen Mısır Valisi Abbas Paşa, padişahı karşılamak için önceden adaya gelmişti. Abbas Paşa’yı huzura kabul eden padişah onu İmtiyaz Nişanı vererek ödüllendirdi.
Sultan Abdülmecid her ziyaret ettiği adada ve şehirde müslim-gayrimüslim ayırt etmeksizin bütün ahalinin fakir-fukarasına ve mekteplerine harcanmak üzere muhtelif meblağda para ihsanında bulundu. Rodos’u ziyaretinde ada ahalisinden fakir, zayıf ve muhtaçlara dağıtılmak üzere 20 bin kuruş ihsanda bulundu. Bu paradan Müslüman ahali fukarası ve mekteplerine 10 bin kuruş, Hıristiyan mektep ve fukarasına 6 bin kuruş, Yahudi mektep ve fukarasına 4 bin kuruş dağıtıldı [BOA, TSMA.E 297/3-6].
3 günlük Rodos ziyareti, seyahatin en önemli duraklarından biriydi. Bu ziyaret ada halkının devletle olan bağını güçlendirdiği gibi, Abbas Paşa’nın padişahı karşılamaya gelmesiyle de Kavalalı Ali Paşa tarafından Osmanlı Devleti’nden koparılıp ayrı bir statü kazanan Mısır yönetimiyle sıcak ilişki kuruldu.
3 gün Rodos’ta
Seyahatin en önemli
duraklarından Rodos’taki
Sultan Süleyman Han
Camii’nde Cuma namazı
kılınarak cuma selamlığı
töreni icra edilmişti
15 Haziran Cumartesi günü Rodos’tan hareket edilerek Marmaris limanına gelindi ve gece burada istirahat edilip ertesi gün saat 08.30’da Sönbeki Adası ve Bodrum Kalesi önünde bir süre kalındı; akşam 09.30’da İstanköy Adası önüne ulaşıldı. Geceyi vapurda geçiren padişah, sabahleyin İstanköy şehrinin bazı noktalarını gezerek vapura geri döndü.
17 Haziran’da İstanköy Adası’ndan hareketle Sisam Adası’na önünden geçildi ve gece Kuşadası önünde vapurda istirahat edildi. Ertesi sabah hareket olunarak 18 Haziran Salı günü akşama yakın Sakız Adası’na varıldı ve Sakız Kaymakamı Sücûdî Efendi’nin şehir dışında bulunan konağında 3 gece geçirildi. 21 Haziran Cuma günü, padişah tarafından adada yaptırılan Mecidiye Camii’nde Cuma namazı kılınmış; ikindi vakti vapura dönülüp Sakız Adası’nın karşısında bulunan Çeşme önünde bir müddet durulduktan sonra Urla’ya hareket edilip gece limanda geçirilmiştir.
22 Haziran Cumartesi günü öğlen saat 12’de İzmir’e geçilerek Paşa Kapısı’na varıldı ve Kışla-yı Hümayûn ile diğer bazı yerler ve Kâğıt Fabrikası gezilerek incelemede bulunuldu. Daha sonra şehre 1.5 saat mesafede olan Bornova kasabası ziyaret edildikten sonra vapura geri dönüldü. Seyahat sırasında diğer yerlerde olduğu gibi Sakız ve İzmir’de de yabancı devletlerin konsolosları kabul edildi, beldenin belediye meclis üyeleriyle, eşraf ve ahalisiyle görüşüldü. Sakız Adası’nı ziyaret eden Sultan Abdülmecid müslim-gayri müslim ayırt etmeksizin ada ahalisinin zayıf ve muhtaçlarına dağıtılmak üzere 50 bin kuruş ihsanda bulundu. Bu paradan 12 bin kuruş Müslüman ahalinin mektepleri ve fukarasına, 37.500 kuruş Hıristiyan mektepleri ve fukarasına 500 kuruş Yahudi mektep ve fukarasına dağıtılmıştır [BOA, TSMA.E 297/3-4].
22 Haziran akşama doğru vapura yol verilerek 23 Haziran Pazar günü sabahleyin Bozcaada’ya ulaşıldı. Bozcaada’nın askerî ve mülki memurları başta olmak üzere ada halkı padişahı karşılamaya geldi ve selamlama için 21 pare top atışı yapıldı. Padişah da ihsanlarda bulunarak memnuniyetini gösterdi [BOA, TSMA.E 297/3-2].
Aynı gün akşama yakın Gelibolu kasabasına varıldı ve kasabada medfun bulunan Osmanlı müelliflerinden mutasavvıf ve şair Yazıcızade Mehmed Efendi’nin ve yakınında bulunan kardeşi Ahmed Bican’ın türbeleri ziyaret edilerek vapura geri dönüldü. Sultan Abdülmecid ziyaret ettiği beldelerin fakir-fukarasına yardım etme adetini burada da devam ettirdi; müslim ve gayrimüslim ahalinin fukarasına dağıtılmak üzere 10 bin kuruş ihsanda bulundu [BOA, TSMA.E 297/3-9].
23/24 Haziran gecesi saat 04’te Gelibolu’dan hareket olunarak 24 Haziran Pazartesi günü ve Akdeniz Adaları Seyahati’nin 24. günü sabahleyin İstanbul’a varıldı.
Padişahın seyahatten dönüşü dolayısıyla İstanbul’da resmî tören tertip olundu. Bezmiâlem Valide Sultan, beraberinde Şehzade Abdülhamid ve hanım sultanlar olduğu halde Zeytinburnu’na kadar geldiler ve burada vapura alınarak padişahla görüştüler. Yine Ayastefanos ve Yedikule’ye kadar gelip padişahı bekleyen devlet ricali de vapura alınarak huzura kabul edildi. Karadaki ahali ve saflar halinde dizili askerler padişahı selamladı; seyahatten dönüşü ilan için toplar atıldı; kandiller yakılarak şenlikler icra edildi.
Sultan Abdülmecid’in önceki gezileri de, bu Akdeniz Adaları Seyahati de bölgede yaşanan siyasi hadiseleri ve sorunları tamamen ortadan kaldırmış değildi. Ancak ilk defa bir padişah görme imkanına sahip olmuş, sorunlarını bizzat iletebilmiş ahali üzerinde önemli bir etkisi olduğu şüphesizdir.
Sakız Adası
18 Haziran’da Sakız Adası’na
varan Sultan Abdülmecit,
Cuma namazını Mecidiye
Camii’nde kılmış (en üstte);
müslim-gayri müslim ayırt
etmeksizin ada ahalisinin
zayıf ve muhtaçlarına
dağıtılmak üzere 50 bin
kuruş ihsanda bulunmuştu
(yanda).
Öte yandan padişahın ziyareti dolayısıyla imar ve inşa faaliyetleri artmış; yol, köprü, vesair yerlerin tamir ve bakımı yapılmış; yoksullar, ihtiyaç sahipleri ihsan buyrulan paralarla sevindirilmiş; rütbe ve nişan verilerek, ziyaret edilen beldelerin ileri gelenlerinin devlete ve padişaha bağlılıkları da arttırılmıştır.
Sultan Abdülmecid’in son seyahati, 23 Temmuz 1859’da İstanbul’dan başlayarak Selanik ve Sakız Adası’nı kapsayan ve 4 Ağustos 1859’da biten gezisidir.
Abdülmecid’den sonra seyahat etme adedini kardeşi Sultan Abdülaziz devam ettirmiş hatta yurtdışı gezileriyle daha da ileriye taşımıştır. 5. Murad’ın psikolojik rahatsızlığın pençesinde geçirdiği 3 aylık saltanatı ile, 1. Dünya Savaşı sonrasının olağanüstü günlerinde tahta geçen Vahideddin dönemi ayrı tutulursa; padişahların seyahat adetini Sultan 5. Mehmed Reşad devam ettirmiş, Rumeli vilayetleri ile İzmit ve Bursa’ya geziler yapmıştır.
Amcası Sultan Abdülaziz’le birlikte Avrupa gezisine katılan; Paris’i, Londra’yı gören Sultan 2. Abdülhamid, 33 yıllık uzun saltanatında İstanbul’dan neredeyse hiç çıkmamıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi zamanında yaralı askerleri ziyaret için Gebze ve İzmit’e gittiği biliniyorsa da selefleri gibi planlı yurt gezilerine itibar etmemiştir.
Sultan 2. Abdülhamid bizzat seyahate çıkarak gideremediği memalik-i şahaneyi tanıma ve tespit etmek ihtiyacını zamanın teknik imkanlarını kullanarak gidermişti. Ülkenin her tarafında fotoğraflar çektirerek 918 albüm- 36.585 kareden oluşan ve Yıldız Fotoğraf Koleksiyonu olarak bilinen çok kıymetli görsel arşivin mimarı olmuştur.
‘GÖZÜM NÛRU EFENDİM’
Bezmiâlem Vâlide’den oğlu Sultan Abdülmecid’e mektup ve tatlı poğaça
Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan, çok düşkün olduğu oğlunun Adalar seyahati sırasında mektuplar yazmış, kendisine pek sevdiği tatlıdan yaptırtıp göndermişti.
Bezmiâlem Vâlide Sultan 1823 yılında Abdülmecid’i dünyaya getirince “ikinci kadın”lığa yükseldi. Oğlu Abdülmecid’in 2. Mahmud’dan sonra tahta geçmesiyle 1839’dan ölümüne kadar Osmanlı sarayının kudretli valide sultanı olmuştur.
Vâlide Sultan hayır işlerine önem veren, bizzat mahalle aralarında dolaşarak fakir ve muhtaçlara yardım elini uzatan, duygulu, şefkat ve merhamet sahibi bir insandı. İstanbul ahalisi de son derece sevip ve hürmet ettikleri Valide Sultan’ı, onurlu, hayırsever, yoksullara düşkünlere yardım etmeyi görev edinmiş mübarek bir insan olarak görürdü. Bezmiâlem Vâlide Sultan başta İstanbul’un muhtelif semtlerinde olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde pek çok hayır eseri yaptırmıştır. En başta gelenleri; fakir ve gariplerin tedavisi için yaptırdığı Gurebâ-yi Müslimîn Hastahanesi, İstanbul’da Cağaloğlu’nda Sultan 2. Mahmud Türbesi yanında bulunan ve günümüzde hâlâ faaliyette olan Cağaloğlu Anadolu Lisesi, ölümünden sonra oğlu Abdülmecid’in tamamladığı Dolmabahçe Camii’dir. Vâlide Sultan, yakalandığı verem hastalığı sonucunda 3 Mayıs 1853 günü Beşiktaş Sarayı’nda vefat etti ve aynı gün 2. Mahmud Türbesi’ne defnedildi.
Bazmiâlem Valide Sultan, biricik oğlu Abdülmecid’e çok düşkündü. Abdülmecid’den önce doğan ancak küçük yaşta kaybettiği 3 oğlundan sonra doğup hayatta kalan tek oğluna olan sevgisi, şefkat ve düşkünlüğü ana-oğul arasında kuvvetli bir bağ oluşturmuştur. Kendisi Abdülmecid’in önceki seyahatlerinde olduğu gibi Akdeniz Adaları seyahati esnasında da ayrı düştüğü oğluyla mektuplaşarak haberleşti. Yazdığı mektuplarda saraydaki gelişmelerden bahsetmiş, mutlak hakimi olduğu Harem’e, padişahın çocukları ve eşlerine dair haberler vermiş; devlet işleri ve İstanbul’daki durum hakkında oğlunu bilgilendirmiştir.
Mektuplarındaki hitaplarında, oğluna düşkün bir annenin sevgi dolu, şefkatli seslenişi ile Osmanlı padişahına yaraşır ifadeleri göze çarpar. Yazdığı mektuplardaki hitaplardan bazıları şöyledir: “Şevketlû tatlı canım, gözüm nûru efendim”, “Şevketlû, mehâbetlû, nûr-ı dîdem, sermâye-i hayatım, arslanım efendim”, “Şevketlû, nûr-ı aynım, oğlum, arslanım efendim”, “Şevketlû, hakîkatlû, sermâye-i ömrüm, nûr-ı dîdem efendim hazretleri”.
Valide Sultan, oğluna yazdığı mektupların bazılarını bizzat kendi hattıyla yazmıştır. Ancak yazısı pek kuvvetli olmadığından mektuplarında kelime ve yazım hataları çoktur. Arşivde, Sultan Abdülmecid’e Akdeniz Adaları seyahatinde yazdığı üç mektubu mevcuttur. Abdülmecid’in İstanbul’dan ayrılışının 10. gününde, 10 Haziran 1850 tarihli “Şevketlû, hakikatlû, sermaye-i ömrüm, nûr-ı dîdem efendim hazretleri” hitabıyla başlayan birinci mektubunda; kendisinden haber alamadığından merak içinde olduğunu, kendisine pek sevdiği “tatlı poğaça” yaptırıp gönderdiğini yazmıştır: “Dersaadet’ten hareket-i hümâyûn vukuu akabinde yani ertesi yevm-i pazar günü Mahmud Paşa kulunuzun vasıtasıyla tatlı poğaça pişirtüb posta vapuruyla mektup gönderilmiş ise de hikmet-i Hüda bir haber zûhur etmedi. Mezkûr vapur sehven bir tarafta mı kaldı? Aşırı telaş vesvese üzere olduğumdan sual etmeye mecbur oldum efendim” diyerek saray ve hareme dair haberler ve selamlar iletip İstanbul’da durumun sakin olduğunu haber vermiştir [BOA, TSMA.E 579/2-10]
23 Haziran 1850 tarihli “Şevketlü, kerametlü, gözüm nuru, sermaye-i feyzim efendim arslanım” hitabıyla başlayan ikinci mektubunda İstanbul’a dönmek üzere olduğunu öğrendiğinden dolayı çok mesut olduğunu bildirmiş; Saray’a ait meseleler hakkında malumat verip Şehzade Burhaneddin Efendi için ferman buyurulduğu üzere gereğinin yapıldığını; haremdeki mahdumlarının, kadın efendiler, hanım efendilerin padişaha duada bulunduklarını haber vermiştir [BOA, TSMA.E 579/2-1].
Padişahın İstanbul’a döneceği gün 24 Haziran 1850 tarihli üçüncü mektupta, padişaha ikiz şehzadelerinin doğduğu müjdesini vermiştir:
“Şevketlû, nûr-ı dîdem efendim,
Cenâb-ı Hakk kademlerini hayırlı eyleye amin yâ Mûin.
Benim nûrum. Nesrin Hanım işbu Şaban-ı Şerif’in onüçüncü Pazartesi gecesi beş saat otuzbeş dakika mürûrunda iki tane şehzade tevlid etmiştir (doğurmuştur). Allah-ı azimüşşana, zât-ı şahaneye ve cümle ibadullaha hakkına hayırlı eylesin amin” [BOA, TSMA.E 579/2-9].
Abdülmecid’in İstanbul’a döndüğü gün ikiz doğan bu şehzadelerden Bahaeddin Efendi 2 yıl sonra, Nizameddin Efendi 3 yıl sonra vefat etmiştir.
İkiz şehzade müjdesi
Bezmiâlem Vâlide Sultan,
oğluna düşkün şefkatli
bir annenin seslenişiyle
yazdığı üçüncü mektupta,
Sultan Abdülmecit’e
Nesrin Hanım’ın Şaban-ı
Şerif’in 13. Pazartesi gecesi
ikiz şehzadeleri dünyaya
getirdiğini müjdeliyordu.