Ekim 2024 Sayımız Çıktı

‘Türklerin ataları’ndan arkeolojinin gerçeklerine: Beşiktaş Kazıları

2000’li yılların başlarından itibaren artan kentsel altyapı çalışmaları sırasında, çok sayıda alanda büyük ölçekli arkeolojik kazılar gerçekleştirildi. Ancak maalesef başta Beşiktaş kazıları olmak üzere, bu faaliyetlerin duyurulması noktasında ciddi sorunlar yaşandı. Yalan-yanlış ve spekülatif haber-yorumların en büyük tahribatı, kazıları orta vadede önemsizleştirmesi.

Son yıllarda arkeoloji ile ilgili haberler, toplumun geniş bir kesiminin dik­katini çekiyor. Bunların önem­li bir kısmını, bilinen dün­ya tarihini değiştiren keşifler oluşturuyor. Bu çerçevedeki arkeoloji haberlerinin önemli bir bölümü, dünyanın başlıca arkeolojik alanlarından İstan­bul ile ilgili.

İstanbul’da 2000’li yılla­rın başlarından itibaren artan kentsel altyapı çalışmaları ile ilgili olarak, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yönetiminde çok sayıda alanda büyük ölçekli arkeolojik kazılar gerçekleşti­rildi. Kent arkeolojisi çerçeve­sinde yürütülen kazılar hem Müze’nin deneyim kazanması­na yolaçtı hem de her biri dün­ya ölçeğinde projelere dönüşen çok büyük kazı alanları oluştu. Sözkonusu kazılarda yetişen müze uzmanları, açığa çıkarı­lan arkeolojik değerler üzerin­de başarılı koruma, belgeleme ve değerlendirme çalışmala­rı gerçekleştirerek ülkemizin dünyadaki bilimsel saygınlı­ğını artırdılar. Yakın geçmişte tamamlanan metro ve Marmaray projeleri çerçevesinde Yenikapı, Üsküdar, Sirkeci bölgelerinde yapılan kazılar bu tür çalışmaların en tanınmışları oldular.

Emsalsiz bulgular Kabataş-Mahmutbey metro hattının Beşiktaş Meydanı girişinin inşaı için gerçekleştirilmekte olan kazılar sırasında bulunan moloz taşlarla oluşturulmuş mezar yapıları, İstanbul ve Türkiye coğrafyası-protohistoryası (öntarih) için emsalsiz bulgular.
 

Bugün Haydarpaşa ile Ka­bataş-Mahmutbey metro pro­jeleri, arkeolojik kazı çalışma­larının devam ettiği iki önemli alan olarak dikkati çekiyor. Sözkonusu projelerde açığa çı­karılan yeni arkeolojik bulgu­ların İstanbul kent tarihi için önemi de giderek daha fazla farkedilmeye başlandı. Bunun­la birlikte bu faaliyetlerin kent halkına duyurulması ve ka­muoyunda farkındalık yaratıl­ması noktasında yine de kimi sıkıntılar yaşanıyor. Kazılar­da ortaya çıkarılan bulguların haberleşmesinde, hoş olmayan sonuçlarla karşılaşabiliyoruz. “Popülerleşelim” derken peri­şanlaşan, ciddileşelim derken basitleşen demeçler ve haber­ler, çok sayıda uzmanın emek verdiği projelerin değerini azaltıyor, yokediyor.

Genel ve sağlam bir bilgi­lendirme metoduyla çalışıl­madığı için, çoğunlukla elde edilen veriler bu tür konula­ra meraklı gazetecilere “özel olarak” verilebiliyor. Onlar da kendi manşetlerini oluştu­rup haberleri iletirken, konu­ya “sansasyon” gözüyle bakan kimilerinin çarpıtmaları ile en önemli buluntular maalesef tuhaf başlıklar altında çıkabi­liyor. Ne yazık ki bu haberlerin yanında görülen fotoğraflarda ilgili müzelerin uzmanları ve yöneticileri de görülebiliyor. Kendi alanlarının bu saygın uzmanları, zor şartlarda olağa­nüstü emek vererek çalışan bu insanlar, bir anda kendileri ile hiç ilgisi olmayan başlıkların, haberlerin içinde kalabiliyor.

Beşiktaş’taki “höyüklü kromlek” mezarları ve ortasındaki taş konstrüksiyon (sağda).

Yakın geçmişteki bazı ha­berleri hatırlamakta fayda var. Örneğin “Beşiktaş’ta 3.500 yıl­lık Türk izleri” herkesi heye­canlandırmıştı ve gerçekten çok ilgi çekiciydi. Milyonlar­ca Türkün yaşadığı bir kentte, bir anda “en eski ataların izleri bulundu” deniyordu. Asya’nın uzak köşelerinde olan bir ana­yurt yerine, hemen Beşiktaş’ta eskiden büyük bir sabit market ve semt pazarı olan meydanın bir köşesi gösteriliyordu. Konu ciddi ciddi konuşuluyor, Türk tarihi çalışan ancak arkeolo­jiden bihaber bazı akademis­yenlerce takdir ediliyordu. An­cak sonrası gelmiyor, kısa sü­rede başka bir konu bulunuyor ve “Türklerin yeni anayurdu” gündemden düşüyordu. İşin en üzücü yanı bu tatsız haberleri yapanlar ve konuşanların bun­lardan rahatsız olmamasıydı.

Oysa ki Beşiktaş’ta açı­ğa çıkarılmakta olan arkeo­lojik bulguların doğru tanım­lanması, bunlarla ilgili güncel gelişmeler hakkında toplumun doğru biçimde bilgilendirilme­si çok önemli. Yalan-yanlış ve spekülatif haber-yorumların en büyük tahribatı, bunların Beşiktaş’taki kazıları önemsiz­leştirmesi.

Kabataş-Mahmutbey met­ro hattının Beşiktaş Meydanı girişinin inşaı için gerçekleş­tirilmekte olan kazılar sıra­sında bulunan moloz taşlarla oluşturulmuş mezar yapıla­rı, İstanbul ve Türkiye coğraf­yası-protohistoryası (önta­rih) için emsalsiz bulgulardır. Moloz taşlarla yuvarlak ya da yuvarlağa yakın biçimde in­şa edilmiş mezarların içinde çoğunlukla yakılmış (kremas­yon), nadiren de olsa beden bütünlüğü ile toprağa verilmiş (inhumasyon) gömüler açığa çıkarılmıştır. Beşiktaş bulgu­ları ile ilgili bugüne kadar pek çok haber yapılmış, makale­ler kaleme alınmış olmasına karşın; kamuoyunun ilgisini ve dikkatini çekmeye başla­dığı günden itibaren “kurgan” olarak tanımlanan bu yapıların gerçekte ne olduğu konusunda bilimsel terminolojide karma­şa ve sorun yaşanmaktadır.

Bir anıt mezar türü olan kurgan, genellikle toprak bir zemine açılan çukurun içinde­ki gömünün üzerine taş ve top­rakla bir tümsek ya da tepecik yapılması ile oluşturulur. Bi­rey nadiren de olsa çukur ye­rine kazılmamış toprak zemin üzerine de bırakılır ve üzeri­ne yine bir tümsek yapılır. Da­ha gelişkin kurgan yapıların­da ölmüş birey toprak zemine açılan çukurun içine yerleşti­rilir ve çukur ahşap ya da yassı taşlarla kapatılır. Bu bağlam­da bir kurganın klasik unsur­ları olarak ölmüş birey, çukur, çukuru kapatan malzemeler ile tümsek ya da tepecik sayılabi­lir. Bunlara ek olarak, Batı Av­rasya’daki başlangıçları MÖ 5. binyıla kadar geriye giden kur­gan türü mezarların en önemli ve karakteristik özelliği, yapı­sal olarak müstakil (tekil) bir tepe görünümünde olmala­rıdır. Müstakil görünümdeki mezar tepelerinin tekli ya da çoklu gömü içermeleri, onların karakterini ve kurgan özellik­lerini bozmamaktadır.

Kurgan yapılarının bu aşa­madan sonra gelişerek anıt karakteri kazanması ile çevre duvarı (kromlek) gibi birta­kım yeni özelliklere sahip ol­maya başladığı görülmektedir. Bu bağlamda Beşiktaş kazıla­rında ortaya çıkarılan, müsta­kil olmayan ve büyük çoğun­luğu fiziki olarak birbirine temas eder özellikte inşa edil­miş mezarların kurgan olarak adlandırılmasına kuşku ile bakılmalıdır. Ayrıca, Beşiktaş mezar yapılarının detayları incelendiğinde, klasik kurgan unsurları dikkate alınarak ile inşa edilmedikleri de görül­mektedir.

İstanbul’un erken döneminin anahtarı


Bugüne dek tanımlanması sağlıklı olarak yapılamayan Kalkolitik Dönem’e (MÖ 4000) ilişkin buluntular, İstanbul’un hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz erken bir dönemiyle ilgili bizi aydınlatacak.

Beşiktaş mezarlarında, in­şadan önce gerçekleştirilen ilk faaliyetin ölü yakma işlemi ol­duğu ve alanın gömüden önce açık krematoryum (yakmalık) işleviyle kullanıldığı saptan­mıştır. Yakılan bireylerin arta kalan kemikleri ve küllerinin yakma alanının kenarına doğ­ru toparlandığı ve burasının da mezarın merkez bölgesi ola­rak belirlendiği görülmektedir. Yakılan bireye ait kalıntıların taştan küçük konstrüksiyon­lar içine alındığı, nadiren de olduğu gibi bırakıldığı gözlen­mektedir. Sonrasında ise in­san kalıntıları merkezde ya da merkeze yakın bir nokta­da bırakılarak etrafına moloz taşlarla kromlek inşa edilmiş­tir. Ölünün yakıldığı alanın bir kısmının kromlek duvarı al­tında yer alması, açıkladığımız faaliyet sıralaması ve katman­laşmayı kanıtlamaktadır. Son­rasında ise yakılmış bireyin/ bireylerin bulunduğu kromle­kin içi taş ve toprakla dolduru­larak basık bir tümsek oluştu­rulmuştur. “Höyüklü Kromlek” olarak tanımlayabileceğimiz bu mezar türünün düşük bir irtifada yoğun taş ve toprakla yapılan küçük bir tepe olduğu­nu, benzer tepelerin birbirle­rine temas ederek inşa edil­diklerini ve böylece arı kovanı benzeri plan şemasına sahip bir nekropol meydana geldiği­ni söyleyebiliriz.

Beşiktaş’taki “Höyüklü Kromlek” mezarların, kremas­yon gömülerin proto-Türkler­le veya proto-Turanlılarla ilgili olmadığını uzun bir süredir ısrarla yazıyoruz. Anadolu ve Avrasya coğrafyası bütünün­de kremasyon geleneğinin Hint-Avrupalı (İndo-Ari) top­lumlar tarafından uygulanmış olduğu bilinmektedir. Erken Tunç Çağı’nda, MÖ 3500’ler­de oluşmaya başlamış Beşiktaş mezarlığının İstanbul Boğazı üzerinden Anadolu’yu hedef­lemiş bir göçle ilgili olduğu gö­rülmektedir. Bulgular, Anado­lu’ya kremasyon geleneğinin tarihini ve geliş yolunu açıkla­maya da başlamıştır. Bu bağ­lamda, bireylerin yakılmış ol­duğu Beşiktaş’taki Erken Tunç Çağı toplumunun, Anadolu’da yaklaşık olarak 1600-1700 yıl sonra yani MÖ 2. binyılda Hi­tit Krallığı’nı kuracak ve soy­lularının cesetlerini yakacak insanların atası olabileceği hu­susunun tartışılması gerektiği­ni düşünüyorum.

Beşiktaş kazı alanında, me­zar yapılarının bulunmadığı bir alanda ana toprağa ulaş­mak amacıyla yapılan derin­leşme çalışmalarında, Kal­kolitik Dönem’e (MÖ 4000) tarihlenen çanak-çömlek par­çalarının bulunmuş olması, İstanbul protohistoryası için yeni ve değerli bir gelişmedir. Kalkolitik Dönem’e tarihlenen bazı buluntular, Hipodrom’da uzun yıllar önce yapılmış ka­zılarda saptanmıştı. Ancak bunların bir bağlamda ya da bir tabakalaşma sistemi içinde bulunmamış olması nedeniy­le, Kalkolitik Dönem’in tanım­laması sağlıklı olarak bugüne değin yapılamamıştı. Beşiktaş kazılarının geliştirilmesi ile birlikte, İstanbul’un hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz erken bir dönemini çok daha iyi tanıma fırsatı bulacağız.

Açık krematoryum

Beşiktaş mezarlarında, inşadan önce
gerçekleştirilen ilk faaliyetin ölü yakma işlemi olduğu ve alanın gömüden önce açık krematoryum (yakmalık) işleviyle kullanıldığı saptandı. Yakılan bireylerin arta kalan kemikleri…