2000’li yılların başlarından itibaren artan kentsel altyapı çalışmaları sırasında, çok sayıda alanda büyük ölçekli arkeolojik kazılar gerçekleştirildi. Ancak maalesef başta Beşiktaş kazıları olmak üzere, bu faaliyetlerin duyurulması noktasında ciddi sorunlar yaşandı. Yalan-yanlış ve spekülatif haber-yorumların en büyük tahribatı, kazıları orta vadede önemsizleştirmesi.
Son yıllarda arkeoloji ile ilgili haberler, toplumun geniş bir kesiminin dikkatini çekiyor. Bunların önemli bir kısmını, bilinen dünya tarihini değiştiren keşifler oluşturuyor. Bu çerçevedeki arkeoloji haberlerinin önemli bir bölümü, dünyanın başlıca arkeolojik alanlarından İstanbul ile ilgili.
İstanbul’da 2000’li yılların başlarından itibaren artan kentsel altyapı çalışmaları ile ilgili olarak, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yönetiminde çok sayıda alanda büyük ölçekli arkeolojik kazılar gerçekleştirildi. Kent arkeolojisi çerçevesinde yürütülen kazılar hem Müze’nin deneyim kazanmasına yolaçtı hem de her biri dünya ölçeğinde projelere dönüşen çok büyük kazı alanları oluştu. Sözkonusu kazılarda yetişen müze uzmanları, açığa çıkarılan arkeolojik değerler üzerinde başarılı koruma, belgeleme ve değerlendirme çalışmaları gerçekleştirerek ülkemizin dünyadaki bilimsel saygınlığını artırdılar. Yakın geçmişte tamamlanan metro ve Marmaray projeleri çerçevesinde Yenikapı, Üsküdar, Sirkeci bölgelerinde yapılan kazılar bu tür çalışmaların en tanınmışları oldular.
Bugün Haydarpaşa ile Kabataş-Mahmutbey metro projeleri, arkeolojik kazı çalışmalarının devam ettiği iki önemli alan olarak dikkati çekiyor. Sözkonusu projelerde açığa çıkarılan yeni arkeolojik bulguların İstanbul kent tarihi için önemi de giderek daha fazla farkedilmeye başlandı. Bununla birlikte bu faaliyetlerin kent halkına duyurulması ve kamuoyunda farkındalık yaratılması noktasında yine de kimi sıkıntılar yaşanıyor. Kazılarda ortaya çıkarılan bulguların haberleşmesinde, hoş olmayan sonuçlarla karşılaşabiliyoruz. “Popülerleşelim” derken perişanlaşan, ciddileşelim derken basitleşen demeçler ve haberler, çok sayıda uzmanın emek verdiği projelerin değerini azaltıyor, yokediyor.
Genel ve sağlam bir bilgilendirme metoduyla çalışılmadığı için, çoğunlukla elde edilen veriler bu tür konulara meraklı gazetecilere “özel olarak” verilebiliyor. Onlar da kendi manşetlerini oluşturup haberleri iletirken, konuya “sansasyon” gözüyle bakan kimilerinin çarpıtmaları ile en önemli buluntular maalesef tuhaf başlıklar altında çıkabiliyor. Ne yazık ki bu haberlerin yanında görülen fotoğraflarda ilgili müzelerin uzmanları ve yöneticileri de görülebiliyor. Kendi alanlarının bu saygın uzmanları, zor şartlarda olağanüstü emek vererek çalışan bu insanlar, bir anda kendileri ile hiç ilgisi olmayan başlıkların, haberlerin içinde kalabiliyor.
Yakın geçmişteki bazı haberleri hatırlamakta fayda var. Örneğin “Beşiktaş’ta 3.500 yıllık Türk izleri” herkesi heyecanlandırmıştı ve gerçekten çok ilgi çekiciydi. Milyonlarca Türkün yaşadığı bir kentte, bir anda “en eski ataların izleri bulundu” deniyordu. Asya’nın uzak köşelerinde olan bir anayurt yerine, hemen Beşiktaş’ta eskiden büyük bir sabit market ve semt pazarı olan meydanın bir köşesi gösteriliyordu. Konu ciddi ciddi konuşuluyor, Türk tarihi çalışan ancak arkeolojiden bihaber bazı akademisyenlerce takdir ediliyordu. Ancak sonrası gelmiyor, kısa sürede başka bir konu bulunuyor ve “Türklerin yeni anayurdu” gündemden düşüyordu. İşin en üzücü yanı bu tatsız haberleri yapanlar ve konuşanların bunlardan rahatsız olmamasıydı.
Oysa ki Beşiktaş’ta açığa çıkarılmakta olan arkeolojik bulguların doğru tanımlanması, bunlarla ilgili güncel gelişmeler hakkında toplumun doğru biçimde bilgilendirilmesi çok önemli. Yalan-yanlış ve spekülatif haber-yorumların en büyük tahribatı, bunların Beşiktaş’taki kazıları önemsizleştirmesi.
Kabataş-Mahmutbey metro hattının Beşiktaş Meydanı girişinin inşaı için gerçekleştirilmekte olan kazılar sırasında bulunan moloz taşlarla oluşturulmuş mezar yapıları, İstanbul ve Türkiye coğrafyası-protohistoryası (öntarih) için emsalsiz bulgulardır. Moloz taşlarla yuvarlak ya da yuvarlağa yakın biçimde inşa edilmiş mezarların içinde çoğunlukla yakılmış (kremasyon), nadiren de olsa beden bütünlüğü ile toprağa verilmiş (inhumasyon) gömüler açığa çıkarılmıştır. Beşiktaş bulguları ile ilgili bugüne kadar pek çok haber yapılmış, makaleler kaleme alınmış olmasına karşın; kamuoyunun ilgisini ve dikkatini çekmeye başladığı günden itibaren “kurgan” olarak tanımlanan bu yapıların gerçekte ne olduğu konusunda bilimsel terminolojide karmaşa ve sorun yaşanmaktadır.
Bir anıt mezar türü olan kurgan, genellikle toprak bir zemine açılan çukurun içindeki gömünün üzerine taş ve toprakla bir tümsek ya da tepecik yapılması ile oluşturulur. Birey nadiren de olsa çukur yerine kazılmamış toprak zemin üzerine de bırakılır ve üzerine yine bir tümsek yapılır. Daha gelişkin kurgan yapılarında ölmüş birey toprak zemine açılan çukurun içine yerleştirilir ve çukur ahşap ya da yassı taşlarla kapatılır. Bu bağlamda bir kurganın klasik unsurları olarak ölmüş birey, çukur, çukuru kapatan malzemeler ile tümsek ya da tepecik sayılabilir. Bunlara ek olarak, Batı Avrasya’daki başlangıçları MÖ 5. binyıla kadar geriye giden kurgan türü mezarların en önemli ve karakteristik özelliği, yapısal olarak müstakil (tekil) bir tepe görünümünde olmalarıdır. Müstakil görünümdeki mezar tepelerinin tekli ya da çoklu gömü içermeleri, onların karakterini ve kurgan özelliklerini bozmamaktadır.
Kurgan yapılarının bu aşamadan sonra gelişerek anıt karakteri kazanması ile çevre duvarı (kromlek) gibi birtakım yeni özelliklere sahip olmaya başladığı görülmektedir. Bu bağlamda Beşiktaş kazılarında ortaya çıkarılan, müstakil olmayan ve büyük çoğunluğu fiziki olarak birbirine temas eder özellikte inşa edilmiş mezarların kurgan olarak adlandırılmasına kuşku ile bakılmalıdır. Ayrıca, Beşiktaş mezar yapılarının detayları incelendiğinde, klasik kurgan unsurları dikkate alınarak ile inşa edilmedikleri de görülmektedir.
İstanbul’un erken döneminin anahtarı
Bugüne dek tanımlanması sağlıklı olarak yapılamayan Kalkolitik Dönem’e (MÖ 4000) ilişkin buluntular, İstanbul’un hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz erken bir dönemiyle ilgili bizi aydınlatacak.
Beşiktaş mezarlarında, inşadan önce gerçekleştirilen ilk faaliyetin ölü yakma işlemi olduğu ve alanın gömüden önce açık krematoryum (yakmalık) işleviyle kullanıldığı saptanmıştır. Yakılan bireylerin arta kalan kemikleri ve küllerinin yakma alanının kenarına doğru toparlandığı ve burasının da mezarın merkez bölgesi olarak belirlendiği görülmektedir. Yakılan bireye ait kalıntıların taştan küçük konstrüksiyonlar içine alındığı, nadiren de olduğu gibi bırakıldığı gözlenmektedir. Sonrasında ise insan kalıntıları merkezde ya da merkeze yakın bir noktada bırakılarak etrafına moloz taşlarla kromlek inşa edilmiştir. Ölünün yakıldığı alanın bir kısmının kromlek duvarı altında yer alması, açıkladığımız faaliyet sıralaması ve katmanlaşmayı kanıtlamaktadır. Sonrasında ise yakılmış bireyin/ bireylerin bulunduğu kromlekin içi taş ve toprakla doldurularak basık bir tümsek oluşturulmuştur. “Höyüklü Kromlek” olarak tanımlayabileceğimiz bu mezar türünün düşük bir irtifada yoğun taş ve toprakla yapılan küçük bir tepe olduğunu, benzer tepelerin birbirlerine temas ederek inşa edildiklerini ve böylece arı kovanı benzeri plan şemasına sahip bir nekropol meydana geldiğini söyleyebiliriz.
Beşiktaş’taki “Höyüklü Kromlek” mezarların, kremasyon gömülerin proto-Türklerle veya proto-Turanlılarla ilgili olmadığını uzun bir süredir ısrarla yazıyoruz. Anadolu ve Avrasya coğrafyası bütününde kremasyon geleneğinin Hint-Avrupalı (İndo-Ari) toplumlar tarafından uygulanmış olduğu bilinmektedir. Erken Tunç Çağı’nda, MÖ 3500’lerde oluşmaya başlamış Beşiktaş mezarlığının İstanbul Boğazı üzerinden Anadolu’yu hedeflemiş bir göçle ilgili olduğu görülmektedir. Bulgular, Anadolu’ya kremasyon geleneğinin tarihini ve geliş yolunu açıklamaya da başlamıştır. Bu bağlamda, bireylerin yakılmış olduğu Beşiktaş’taki Erken Tunç Çağı toplumunun, Anadolu’da yaklaşık olarak 1600-1700 yıl sonra yani MÖ 2. binyılda Hitit Krallığı’nı kuracak ve soylularının cesetlerini yakacak insanların atası olabileceği hususunun tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Beşiktaş kazı alanında, mezar yapılarının bulunmadığı bir alanda ana toprağa ulaşmak amacıyla yapılan derinleşme çalışmalarında, Kalkolitik Dönem’e (MÖ 4000) tarihlenen çanak-çömlek parçalarının bulunmuş olması, İstanbul protohistoryası için yeni ve değerli bir gelişmedir. Kalkolitik Dönem’e tarihlenen bazı buluntular, Hipodrom’da uzun yıllar önce yapılmış kazılarda saptanmıştı. Ancak bunların bir bağlamda ya da bir tabakalaşma sistemi içinde bulunmamış olması nedeniyle, Kalkolitik Dönem’in tanımlaması sağlıklı olarak bugüne değin yapılamamıştı. Beşiktaş kazılarının geliştirilmesi ile birlikte, İstanbul’un hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz erken bir dönemini çok daha iyi tanıma fırsatı bulacağız.
Açık krematoryum
Beşiktaş mezarlarında, inşadan önce
gerçekleştirilen ilk faaliyetin ölü yakma işlemi olduğu ve alanın gömüden önce açık krematoryum (yakmalık) işleviyle kullanıldığı saptandı. Yakılan bireylerin arta kalan kemikleri…